Ayşe Eyyüpkoca Atila: EBELİK, SON YÜZYILIN KALBİ KIRIK KADINLARININ MESLEĞİDİR

EBELİK, SON YÜZYILIN KALBİ KIRIK KADINLARININ MESLEĞİDİR
Giriş Tarihi: 29.9.2022 12:07 Son Güncelleme: 29.9.2022 12:11
Madem burada kadını, çocuklu kadını ve çocuklarıyla koşan kadınların hikâyelerini konuşuyoruz o halde bilmem kaçıncı söyleşi sonrası işi en baştan alalım ve doğumu konuşalım istedim. Doğum denince aklımızda beliren en belirgin duygu ‘korku’ oluyor. Peki doğum gerçekten bu kadar korkulu, zor ve onlarca keşkesi olan bir şey mi? Anne ile bebeğin spontan başarısı olarak doğum o anda var olur ve biter, bu süreci beraber yaşayamayan anne ve bebeklerde birçok fizyolojik ya da duygusal eksiklik söz konusu olabilir evet. Şimdi size sıra dışı bir ebeden, Neslihan Şebik’ten bahsedeceğim. Neslihan bir doğal doğum ebesi. Anne ile çocuğun doğum sürecini beraber yaşamalarına izin vermeyen o katı sisteme ve kültürel kodlara reddiye çekiyor ve gerçekten büyük bir şey yapıyor. Anne ile bebeğinin birlikte yapacağı ilk ve en önemli eyleme saygı duyuyor, olabilecek en doğru yöntemlerle de eşlik ediyor. Neslihan Şebik’le serbest doğum ebeliğini, 4 çocukla o doğumdan diğerine nasıl koştuğunu, ebeliğin tarihini, son yıllarda gittikçe rağbet görmeye başlayan ‘evde doğum’ meselesini, keşkesiz doğumu, babaların doğumlarda durdukları yeri ve daha fazlasını konuştuk.

Neslihan Şebik kimdir, ne işle iştigal eder?


Dört çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum. Kafkas kökenliyim, Osetyalıyım. İstanbul'da doğup büyüdümse de asimilasyon korkusundan kurallı bir Kafkas kültürü ile büyütüldüm. Saygı ve adaleti önceleyen bu köklerimi seviyorum. Hayatımın her aşamasında insan iletişimi ve yardım etmeye yönelik ilgim sebebiyle lise son sınıfta insanla iletişim halinde olan sağlık alanında çalışmak istediğimi fark ettim ve üniversite tercihimde Ebelik bölümünü yazdım. Önce tek tek okulları gezdim. Farklı sağlık alanlarını da tanıdım. O zamanlar kariyer günleri falan yok, beni kuzenlerim gezdirdi sağ olsunlar. Ebelik maceram bu şekilde başlamış oldu. 4 yıllık okul bitince de o sıralar tanıdığım sevgili eşimle evlilik sürecimiz başladı. Mezuniyetten yaklaşık 1 yıl sonra evlendim ve sırasıyla doğan çocuklarımız hayatımıza katıldı. 23 yaşından beri annelik müessesesindeyim. 4 çocuğumuz var ve birlikte büyüyoruz. Ebelik mesleği içinde farklı ve ülkemiz için hala tazeliğini koruyan bir alanda işimi yapıyorum; Serbest Ebelik. 2008'deki mezuniyetimden bu yana bu alan üzerinde çeşitli eğitimler ve benzeri ulusal uluslararası çalışmalar alıyor ve uyguluyorum. Bugün bir yıldır açmış olduğum kendi ebe kliniğimde (Türkiye'de buna sağlık kabini deniyor) gebe takipleri, doğum desteği ve anne destek hizmetleri sunuyorum. Aynı zamanda ülkemizde ebelik mesleğinin yeniden yükselişi için de çeşitli dernek ve platformlarla yurt içi ve yurt dışında çalışan çok kıymetli ebelerle birlikte çalışmalar yapmaya çalışıyorum.


Çoğunlukla doğumlar planlaması yapılamayan ve ne kadar süreceği hesap edilemeyen bir süreçte gerçekleşiyor. Evde seni bekleyen çocuklar, yorgunluk, uykusuzluk… Nasıl baş ediyorsun bunlarla?


Standart bir ebelik yapmıyorum. Bu sebeple belli bir mesaim, nöbetim yok tabii. Dolayısıyla çok kolay olmuyor bu süreç. İşin ve hayatın bendeki yükünü hafifletenler önemli; başta eşimin beni her an destekliyor oluşu benim için vazgeçilmez. Zira ben doğuma gittiğimde gece gündüz çocukların sorumluluğu tamamen onda oluyor. Düzenin bozulmadan devam edebilmesini sağlıyor ve bu sayede işler yolunda ilerliyor. İkinci desteğim ise çocuklarım tabii ki. Her an doğum olabilir ve benim gidişimle bir şeyler eksik kalmıyorsa bu çocukların kendi sorumluluklarına sahip çıkmaları ve süreci krize çevirmeden uyumlanmaları sayesindedir. Sonrasında annelerimiz; sıkıştığımızda imdadımıza yetişenlerimiz. Tabii bir yaşamdan bahsediyoruz; çocukların öğretmenleri, evime gelen misafirim bile doğum gelirse evin hanımı gidebilir fikrini sindirerek geliyor; bu da sosyal hayatımdaki kolaylıkları artırıyor sanırım.

Tüm bunların yanı sıra ben de işi dengede tutabilmek, ailemin ve kendimin insani sınırlarımı zorlamadan ilerleyebilmek adına doğuma eşlik etmek üzere daha az anneye söz veriyorum, ebe arkadaşlarımdan destek alıyorum. Aile olarak akışa teslim olarak yaşıyoruz, mükemmel olmayı aramıyoruz, büyük planlar ve hayal kırıklıklarına yer vermemeye çalışıyoruz. Birbirimize hayatı kolaylaştırabileceğimiz fırsatları değerlendiriyoruz.

Ebe olmak için okul okumak gerekmiyordu eski Türk tarihinde. Profesyonel bir disiplin değildi yani. Köylerde, mahallelerde bu işin gönüllüleri vardı. Bir disiplin olarak 80'li, 90'lı yıllarda prestij olarak düşüşe geçtiğini, rağbet görmediğini görüyoruz hatta. Dünden bugüne neydi, ne oldu ebelik?


Aslında o kadar eskilerde hiçbir meslek için okul bugünkü formatında değildi sanırım. Hatta bugünün pek çok mesleği yoktu ama ebelik insanlık tarihinden bu yana hep vardı. Okul sistemi bugünkü gibi değilse de ebeliği profesyonel bir prensip kılan bir usta-çırak eğitimi her zaman vardı. Gönüllü diye bildiğimiz kişilerin büyük çoğunluğu gezici ebeler tarafından özenle seçilerek eğitilirdi ya da ebelik büyükanneden, anneye oradan da kıza geçen yaşam boyu süren bir eğitimle ilerleyen bir prensipti. Her meslek gibi zamanla bazı standartlar yazılı olarak da belirlenen ebelik bugünkü lisans düzeyi eğitime kadar geldi. Ebeliğin ülkemizde kaybolan ya da kaybettirilen prestijinin başlangıcı aslında daha eskilere 1900'lı yılların başlarına dayanıyor. O dönem atılan tohumların neticesidir 80'lerden bu yana kayıp prestij görüntüsü aslında. Tıpkı buğdayın bozulan tohumunu fark etmemizin onlarca yıl sürmesi gibi. Peki, neden buna ihtiyaç duyuldu sorusuna gelince; bu da buğdayın tohumunun bozulmasına neden ihtiyaç duyuldu sorusuyla aynıdır diyebilirim.

Ebelik kadim bir bilgelik olarak anılır zira doğum bir insanoğlunun âlem geçişidir ve insanoğlunun yolculuğuna şahitlik etmektir ebelik. Sabır ister, sükûnet ister, metanet ister, beceri ister, merhamet ister, kendi sınırlarını aşmayı ister, bağlılık ister, adaletli muamele ister. Bugün ebelik son yüzyılın kalbi kırık kadınlarının mesleğidir. Bir zamanlar cadı diye yakılan ebeler gibi son yüz yılda da "acuze" diye anılan kadınların mesleğidir. Ama özünde bir kadın bilgeliğidir. "Ebe" Orta Anadolu'da büyükanneye denir, ailenin görmüş geçirmiş kişisidir, olaylara sağduyulu yaklaşır ortalığı velveleye vermez, sakinleştiricidir, dinginleştiricidir, çözüm odaklıdır. Ebelik de tam böyle bir meslektir. Beden yaşınızın önemi yoktur ruhunuzla zihninizle enerjinizle ebelik yaparsınız. Sanıyorum ki ecdat da bu farkındalıkla Fatih Sultan Mehmet Han'ın ebesi Gülbahar Hatun'un kabrini Manisa'da bulunan hanedan türbeleriyle aynı külliyeye defnetmiştir ki Fatih Sultanımız II. Mehmet bugün dahi dünyada eşi benzeri olmayan büyük bir bilgedir. Sultanımızın ebesine verdiği değer bugüne dek bilinegelmiş bir saygıdır. Dünyanın her yerinde farklı zaman dilimlerinde benzer şeyler yaşamış ebeler. 2000'li yılların başından bu yana ise bir uyanış başlamış durumda. Dünyanın pek çok refah düzeyi iyi diye bilinen ülkesinde ebeler şahlanmış ve eski kadim bilgelik değerlerine kavuşmuştur. Ülkemiz biraz geriden de olsa bu şahlanışı takip eden ebelere sahip.

Evde doğum meselesini konuşmak istiyorum bir de Neslihan. Son yıllarda özellikle gelişmiş ülkelerde evde doğum oranlarının arttığını görüyoruz. Ev doğumunu hastane doğumundan farklı, çekici kılan nedir? Riskleri yok mu bu işin, neden bu kadar rağbet görmeye başladı sence?


Ev doğumu denen şey aslında fıtrata uygun doğumdur diyebiliriz. Hastanelerde artan müdahale oranları kadınları doğumdan korkar hale getirdi ve bir kısır döngü başladı. Kadınlar korktukça doğumdan uzaklaşıyor, kadınlar doğumdan uzaklaştıkça müdahaleler artıyor bu böyle uzayıp gidiyor. Gün geçtikte kadınlar olarak kendi yaratılışımızın sınırlarını unutuyor gibiyiz. Normal doğum yapan kadınları alkışlar olduk. Hele ev doğumu ibret-i âlem gibi geliyor. Oysa doğum bin yıllardır yapılıyor. İlk değiliz, son da olmayacağımızkesin. Ev doğumunu tercih eden kadınlar yaratılışlarına güvenen ve risklerin farkında olarak doğuma dair sorumluluklarını da alabilen kadınlar oluyor. Temel nedenleri hastanelerdeki müdahalelerden ve sürecin hastane yolculuğunda dahi bölünmesinden hoşlanmamaları olabiliyor. Doğum hayat kadar riskli ya da değildir diyerek tevekkül eden anneler gözlemliyorum. Bir bilgiye göre doğum muazzam bir şifa enerjisini açığa çıkarıyor. Doğum yaparken kadında yüksek bir frekans hızı oluşuyor ve bu enerji ortama şifa yaymaya başlıyor. Eskiler özellikle doğumları evde istermiş; ev şifalansın diye. Genel manada dünyadaki tercih nedenlerinin başında da bunlar geliyor; şifaya şahitlik etmek ve yaratılışa güvenmek.

Doula, doğuma hazırlık eğitmeni, doğum psikoloğu gibi yeni yeni duyduğumuz meslek grupları var artık. Galiba bütün bunlara keşkesiz doğum yapabilmek için ihtiyaç duyuyoruz. dört çocuklu bir annesin sen aynı zamanda. Keşkeleri olan bir doğum, bir kadında nasıl izler bırakır?

Doğum denen bir olay yaşıyoruz, kendi içinde derin ve çok yüksek bir olay bu. Fakat soru sormak yasak, bilgi edinmek yasak, birileri bedenimize bazı girişimlerde bulunuyor, bize sormadan haber dahi vermeden. Dahası bizden öte bir de bu doğumun ana sahibi olan başka bir insanoğlu var; bebek. Bir karmaşanın ortasına dünyaya düşüyor adeta ve soğuk bir alanda bekletilirken anne göğsünden neden ayrıldığını sorguluyor olmalı; nerede bu
kadın? Bebek de biz de ordayız, olay bizim bedenimizde yaşanıyor ama sanki orada değiliz gibi. Filmlerde olur ya kişi ölür ve dışardan kendini izler bağırır çağırır buradayım der durun gömmeyin falan der ama sesini duyuramaz. "Keşkeler" olarak nitelendirdiğimiz şeyler oradaki bu sıkışmışlık sanki. Doğuma gönül veren farklı prensipler de türedi bu sıkışmışlıktan ötürü. Herkes anneye destek vererek yeniden hatırlatmak için çabalıyor; yaratılışa güven, yapabilirsin. Ve bazen radikal geliyor ama ne zaman gebelik süreci ve doğum ebe eşliğine dönerse o zaman her şey daha az travmalı bir hal alacak bundan eminim.

Bunu yapan ülkeler var ve ciddi manada sezaryen oranları düşmüş durumda. Korkunç olmadığı halde korkunç algısı oluşturulan doğum sürecinin travmatik izlerini konuşmak günlerce sürebilir, üzerine çalışmalar yapılıyor kongreler bile düzenleniyor zira. Ama elbette sevindirici bir şeyler var; telafisi olmayan bir şey yok. Travmanın olmadığı bir doğuma kavuşmaktaki amacımız öncelikle telafiye ihtiyaç duymadan süreci akşında yaşamak, yaşatmak olursa telafilere harcanacak muazzam enerjiler daha bereketli biçimde değerlendirilir kanaatimce.


Türk toplumunda kadınlar bir araya geldiklerinde doğum hikâyelerini konuşup dururlar. Seni hayrete düşüren bir doğum hikâyesi anlatabilir misin bize?

Her doğum çok özel ve çok kişisel her biri ayrı bir tat bizim için de. O anda orada olabilmeyi bir ebe olarak da nasip olarak görüyorum. Rabbim iyi ki beni bu muazzam süreçle nasiplendiriyor. Hemen her doğumda yaşadığım bir gözlemimi söyleyebilirim belki; doğum başlamış oluyor evde ya da hastanede anne ile iletişimde oluyoruz ve yanlarına gittiğimizde annelerin o "oh" der gibi rahatlayan nefesine şahit oluyoruz. Bazen babalar ya da diğer refakatçiler diyor "siz gelene kadar çok kötüydü şu anda her şey değişti sanki." Her seferinde bu durum beni bir defa daha büyülüyor, iyi ki ebeyim dedirtiyor.

Biraz da babaları konuşalım. Doğum anlarında durdukları pozisyon, doğumdan sonraki süreçlerde eş ve ebeveyn olarak durdukları yeri. Yeteri kadar idrak edebiliyorlar mı sence hadiseyi? Gözlemlerin neler?

Tanıştığımızda babaların büyük çoğunluğu doğum esnasında orada olmak istemiyorum diyor. Ya da bizim doğumlarımızın bir geleneği olarak; babanın göbek kesmesi geleneğinden bahsediyorum ve endişeleniyorlar, ben bayılırım hayatta yapamam diyorlar. Ama doğum anında odadan çıkmak istemiyorlar. Büyük bir hayretle süreci gözlemliyorlar, eşlerini sevgiyle şefkatle destekliyorlar. Tabii ki her kadın ve adamın ilişki biçimi farklı ve süreçte farklı iletişimler oluyor her ailede. Ve bu gözlemden eşler arası mahremiyet algısının bozulduğu fikri oluşsun istemem, bu çizgiyi hem kendileri hem de biz dikkatle koruyor kolluyoruz. Nihai olarak her babanın şu cümlesine şahit oluyoruz: "Siz nasıl bir iş yapıyorsunuz. Bu benim asla yapabileceğim bir şey değil." Bunu hem ebe olarak bize ama en çok bir kadın olarak eşlerine söylüyorlar. Sonrasında da hanımlardan işittiğime göre saygıları artıyor eşlerine. Tabii ki yine de bu bir doğumla olacak iş değil elbette. Genel giden bir iletişimin devamı oluyor sonuçta.

Kendi annen ile kurduğun bağ için geçmişine döndüğünde aklına gelen en çarpıcı imge ne oluyor? Çocuklarının seni hangi imgelerle hatırlamalarını istersin?

Annem herkesin yanında olmaktan keyif aldığı bir kadındır. Hayata geniş bir perspektifle bakar ve mükemmeliyetçidir de biraz. Bazen bu mükemmeliyetçilik beni zorladıysa da iyi ki öyleymiş dediğim zaman çoktur. Her zaman güçlü bir iletişimi var ve sanırım onu sevmeyen yoktur. Çocuklarımın beni haksızlığa karşı sessiz durmayan ve anneleri olarak onları anlayabilen, hissedebilen bakışlarımla hatırlamalarını isterim sanırım.

BİZE ULAŞIN