Beytullah Çakır: Camideki rektör: Erol Güngör

Camideki rektör: Erol Güngör
Giriş Tarihi: 15.3.2018 12:36 Son Güncelleme: 15.3.2018 12:36
Tarihimizi parça parça değil bütünsel bilmek gerekir.

Özlenen Türk aydınının ete kemiğe bürünmüş nadir örneklerinden biri de Erol Güngör'dü muhakkak. Her zaman halkının yanında, halkının arasında bir aydındı o. Halkının derdiyle dertlenen ve bütün ilmi mesaisini bu dertlere çözüm üretmek için harcayan bir fikir adamıydı. 45 yıllık bir ömre sığdırdığı pek çok eserinde ortaya attığı özgün fikirleriyle tanıdığım Erol Güngör'ü bir de onu görmüş, tanımış, sohbet halkalarında bulunmuş Dursun Gürlek'ten dinledim ve anladım ki daha çok şey varmış bilmediğim Erol Güngör hakkında…

Erol Güngör'ün nasıl bir insan olduğuyla başlayalım isterseniz?

Merhum Erol Güngör hocamız, uzaktan bakınca sakin akan bir ırmağa benziyordu ama konuşmaya başlayınca gönül dünyamızda dalgalanmalar meydana geliyordu. Fikirlerinin derinliğiyle, üslubunun güzelliğiyle, isabetli tahlilleriyle etrafındakileri kendine hayran bırakıyordu. O saatlerce konuşsa bile biz kendisini dinlemekten usanmazdık aksine sohbetlerinin devamını arzu ederdik. Erol Bey, tam bir ilim deryasıydı. Dünkü hadiselerle bugünkü gelişmeler arasında ilgi kurmayı, problemlerin çözümü için yeni fikirler üretmeyi çok iyi biliyordu.

Sizin hocayla tanışıklığınız nereden geliyor?

Hocayı önce gıyaben, yani gazetelerdeki yazılarını, kitaplarını okumak suretiyle, daha sonra da belli mekânlarda bir araya gelerek tanıdım. Bu mekânlardan biri de Küllük, nam-ı diğer Marmara Kıraathanesi'ydi. Prof. Nuri Karahöyüklü, Hacı Muzaffer Ozak, tarihçi Ziya Nur Aksun, Ali İhsan Yurt, Mehmet Şevket Eygi, Sezai Karakoç gibi isimlerin müdavimi olduğu bu kıraathanenin müdavimlerinden biri de Erol Güngör'dü. Merhum hocamızın burada yaptığı sohbetleri dinleme şerefine ben de nail oldum. Bazen de Beyazıt Meydanı'nda açılan sergileri dolaşırken, eski kitapları karıştırırken karşı karşıya geliyorduk. Kalem Yayınevi'nde çalıştığım yıllarda da sık sık beraber oluyorduk. Burada Emin Işık hoca başta olmak üzere diğer bazı dostlarıyla da görüşüyordu. Memnuniyetle belirteyim ki ben de bu yayınevindeki sohbetlere kulak misafiri oluyordum.

Erol Güngör'ün fikirlerinin oluşmasında etkili olan isimler kimlerdi?

Bu isimlerin en önemlisi, hiç şüphesiz ki, Prof. Dr. Mümtaz Turhan'dır. Mümtaz Hoca, adı gibi "mümtaz" bir insan olduğu için adam tanımakta, kabiliyetleri keşfetmekte de maharet sahibiydi. Mehmet Gökalp Bey'in de dediği gibi, "Prof. Mümtaz Turhan, yüzlerce talebesinin içinde bir onu asistan seçmişti. Müdekkik, akıllı, çalışkan ve görgüsü, bilgisi ile emsallerinden üstün vasıfları yanında düzgün ve mantıklı konuşmaları, efendiliği ve terbiyesi ile Edebiyat Fakültesi'nin tecrübi psikolojisini bitirdi. Doktora tezini hazırlamaya başladı ve başarı ile tezini savunup psikoloji doktoru oldu." Kırşehirli seçkin bir ailenin çocuğu olan Erol Bey'in, gençlik yıllarında devam ettiği kültür mahfilleri de, fikri yapısının oluşmasında etkisini gösterdi.

Yahya Kemal, Dündar Taşer, Ziya Nur Aksun gibi isimler de kendisiyle yakından ilgileniyordu. Ziya Nur'un, Dündar Taşer'in Büyük Türkiye'si ismiyle kaleme aldığı önemli bir eser var. Erol Güngör üzerinde Taşer'in ve bu eserinin çok önemli etkiler oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Mümtaz Turhan'ın, Erol Güngör'e özellikle dil meselesinde çok güvendiği söyleniyor, doğru mudur?

Kesinlikle doğrudur. Dil, din ve tarih, kültür dünyamızın sağlam üç ayağıdır. Erol Güngör, daha çocuk denilecek bir yaşta dil şuuruna sahip olmuştu. Ortaokul öğrencisiyken bile notlarını Osmanlıca tutuyordu. Hatta hocası Prof. Dr. Mümtaz Turhan'ın bile, bazen eski bir kelimenin Arapça kökünü veya eski yazıyla yazılışını ona sorduğu oluyordu. Hâlbuki Mümtaz Turhan liseyi eski yazıyla eğitim yapıldığı günlerde bitirmişti.

Erol Güngör'ün eserlerinde ısrarla üzerinde durduğu iki konunun kültür ve medeniyet meselesi olduğunu görüyoruz. Bu konuda seleflerinden farklı olarak ne söylüyordu?

Bu sorunuzu merhumun şu sözleriyle cevaplandırmaya çalışayım: "Önümüzdeki yıllarda medeni gelişmemizin daha süratlenmesi beklenebilir ama kültür problemine çare bulunmadıkça medeniyetteki yeniliğimiz bizi dağılmaktan kurtaramayacaktır. Yeni olan kültürümüz hiçbir noktada eskisinden iyi değildir."

Erol hocanın bu son cümlesi bile kültür konusunun hâlâ açıklığa kavuşmadığını, müphem ve kaypak bir kavram olduğunu ortaya koyuyor. Birbirinden farklı çok sayıda tanımı olan kültürün Osmanlı'daki karşılığı bir bakıma "irfan"dı. Ben de Cemil Meriç'in kitabına verdiği isim gibi Kültürden İrfana diyorum.

Medeniyetimizin kaynağı ise elbette ki İslam'dır. İslam medeniyetinin ne olduğunu Türklerin İslam tarihinde oynadığı rolü en güzel anlatan kalem sahiplerinden biri de Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi'dir. Bilindiği gibi onun İslam Tarihi'ni Erol Güngör'ün aziz dostu Ziya Nur, uzun bir zeyl ile iki misli genişleterek yayımladı. Mutlaka defalarca okunmalıdır. Erol Bey, Doğu'yu Batı'yı çok iyi tanıyan, birkaç yabancı dile vakıf olan bir kimse olması dolayısıyla kültür ve medeniyet kavramlarına da açıklık getirdi. Eserleri taranırsa bu konudaki tahlilleri, tespitleri net bir şekilde görülür.

Başka hangi meselelere ilgi duyardı?

Erol Güngör'ün az bilinen yönlerinden birisinin de musikiye olan merakı ve manevi dünyası olduğunu söylemek isterim bu noktada. En yakın arkadaşları olan Mehmet Genç'in ve rahmetli hocamız Ali İhsan Yurt'un yazdıkları, söyledikleri ve anlattıkları Erol hocanın bu yönünü açığa çıkarıyor. Nitekim İslam'ın Bugünkü Meseleleri ve Tasavvufun Bugünkü Meseleleri isimli kitaplarını incelediğimizde maneviyata olan ilgisini apaçık görürüz. Asıl mesleği ilahiyatçı olmamasına rağmen İslam'ın bugünkü meselelerinin ne olduğunu gençlerin zihinlerine yerleştirmeye çalışmıştır. Tecessüs dünyası çok geniş bir isimdi Erol Güngör. Müslüman-Türk aydınının tasavvuf ile alakasız kalmasını düşünemeyiz değil mi, hoca da bu meselelere kayıtsız kalamamıştı haliyle.

Tasavvufa dair neler söylüyordu bize?

Tasavvuf yaşanmadan bilinecek bir şey değildir. Sadece nazari bilgilerle meselenin esasının ne olduğu anlaşılamaz. Elbette ki nazari bilgiler tasavvuf hakkında bir fikir verebilir ama gönül dünyanızda gerekli olan dalgalanmayı gerçekleştirmeye yetmez. Erol hocanın, dergâhların da müdavimi olduğunu, tasavvufun tadını almış bir kişi olduğunu unutmamak gerekiyor. Mesela Beşiktaş'taki Yahya Efendi Dergâhı'na devam ettiğini ve burada Mesnevi ve musiki dersleri aldığını biliyoruz. Buna bağlı olarak da tasavvuf ile ilgili yazdığı eserlerde hem bilgi hem de irfanî kırıntılar, bir yaşanmışlık, zevk almışlık vardır. Bunu çok açık hissedebiliyorsunuz eserlerini incelerken. Tasavvufa olan vukufiyeti, anlaşılması kısmen zor olan bir mevzuyu merak eden kimselerin anlayabileceği bir hale getirmişti. Üstelik bunu akademisyen kimliğiyle yapmayı başarmış bir isimdi Erol Güngör.

Erol Güngör büyük bir âlim olmakla beraber arif bir insandı aynı zamanda. Bizim kültür literatürümüzde arif, olgun insan demektir. Adabı muaşereti bilen, nazik ve kibar insan demektir. Erol Güngör'ün bir çocuğu dünyaya gelmişti. Adını Turhan koymuştu yani hocası Mümtaz Turhan'ın soyadını vermişti oğluna. Erol bey bir gün hocasının hanımına demiş ki; "Ben oğluma isim olarak hocamın adını koyabilirdim, fakat buna edebim müsaade etmedi. 'Mümtaz buraya gel' diye seslenemezdim oğluma. Bu yüzden Turhan koydum oğlumun adını." İşte Erol Güngör böyle bir ruh asaletine, nezaketine sahipti.

İslamiyet ve modernizm tartışmalarında nasıl bir noktada duruyordu peki?

İslam'ı modernizme kaptırılmayacak kadar kıymetli ve ulvi görüyordu. Ona göre "İslam'ı çağa uydurmak İslam'ın ontolojisine aykırı" bir şeydi ve din topluma değil, toplum dine uymalıydı. İslam'ın Bugünkü Meseleleri kitabına baktığınızda İslamiyet'in neden modernizme kurban edilemeyeceğinin uzun uzadıya tartışıldığını görürsünüz. Mevlana; "Bir ayağımız pergelin sabit noktası gibi kalacak, diğer ayağımızla dünyayı dolaşacağız" der ya hani, işte Erol Güngör de bu anlayış doğrultusunda oluşturmaya çalışıyordu fikirlerini. Her ne kadar bugün yeni şartlar, yeni düşünceler ortaya çıkmış olsa da bu duruma ayak uydurmanın İslamiyet'ten taviz vermeden nasıl icra edilebileceği meselesi için harcıyordu mesaisini.

Söz konusu Erol Güngör olunca milliyetçilikten konuşmamak olmaz, zira milliyetçi camianın önemli isimlerindendir kendisi. Güngör'ün milliyetçiliğinden bahsedebilir miyiz?

Bir kere milliyetçiliği, resmi milliyetçilikten halk milliyetçiliğine çevirdiğini söyleyelim. Onun milliyetçiliği, İslam tarihine bakılınca Türklerin İslamiyet'e en fazla hizmet eden millet olduğu gerçekliği üzerine kurulmuştu. Asla ırkçı tonları yoktu ve milliyetçiliği bir sentez olarak düşünürdü. Menfi ve ayrılıkçı değil, müspet ve bütünleştirici bir perspektifti onun milliyetçiliği. Bu noktada Osmanlı tecrübesi, onun için çok önemli bir yer tutuyordu. Müspet milliyetçilik anlayışının en önemli referans noktası burasıydı Erol hocanın. Müspet milliyetçiliğin eleştirilecek bir yönü de yoktur zaten. Hatta "Kişi kavmini sevmekle ayıplanmaz" diye de bir hadis vardır malumunuz. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi'nin, Ziya Nur Aksu'nun İslam milliyetçiliği hakkında söylediği sözler ne derece önemseniyorsa Erol Güngör'ün de milliyetçilik konusundaki görüşleri o derece önemlidir. Kanaatim odur ki Erol Güngör, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi'nin bir devamıdır. Marmara Kıraathanesi ve daha başka mahfillerde yaptığı sohbetlerde, milliyetçiliğin; "efradını cami, ağyarını mani" tarifini yapardı. Bunu yaparken de kaynağı tarihti. Şüphesiz tarihe çok meraklıydı. İyi tahlil ve tenkit yapabilmek için tarih bilmek gerektiğine inanıyordu.

Türk tarihini İslam öncesinden ele alan bütüncül bir tarih anlayışı var değil mi?

Öyle olması gerekir zaten. Parça parça olmaz bu işler. Parçayı anlamak için bütünü bilmek gerekir.

Genç yaşta Konya Selçuk Üniversitesi rektörlüğü var bir de.

Evet, 12 Eylül'den sonra Konya Selçuk Üniversitesi rektörlüğüne getirildi hoca. Bu görevi sırasında da farkını göstermeyi başardı tabii. Zikri, fikri herkesçe bilinen bir rektör olarak milletine hizmet etmek, bu ülkenin genç beyinlerine yeni ufuklar açmak için çalıştı. Erol Güngör, 7-8 ay gibi kısa bir sürede 10 yılda yapılması mümkün olmayan başarılara imza atmıştı bu görevi süresince.

Neler yaptı rektörlüğünde?

Yurdun dört bir yanında bulunan idealist elemanlarla iletişime geçti. Konya halkıyla el ele, gönül gönüle verdi. Konyalıların önceleri soğuk baktığı üniversiteyi, kısa zamanda sıcak bir ilim yuvası haline getirdi. Kapı kapı dolaşmak suretiyle toplanan paralarla 500 yataklı ve tam teşekküllü bir hastane kurdu. Dağınık halde bulunan üniversite birimlerini bir araya toplamak için gerekli gayreti gösterdi. Merhumun üniversitedeki faaliyetleri bunlardan ibaret değildi. Üniversite millet beraberliğini sağlamak için girişimlerde bulundu. Mesela seri halde halk konferansları tertip etti. Başta Konyalılar olmakla beraber memleketin dört bir yanından gelen aydınlara sesleniyordu. Bu konferansların birisinde merhum Ayhan Songar konuşmuş ve kalabalık ayakta dinlemişti. Erol Bey'in üniversite ile ilgili daha birçok projesi vardı. Mesela üniversite bünyesinde açmayı düşündüğü Klasik Türk Musikisi Konservatuarı da bu planlarından sadece birisiydi. Tabii ecel müsaade etmedi.

Çok genç bir yaşta ayrıldı bu dünyadan...

Erol Güngör benim gözümde, gölgesi uzun ve yaygın ama süresi kısa olan bir ikindi güneşine benziyordu. 24 Nisan 1983'te rahmetli olduğunda daha 45 yaşındaydı. Cenazesi çok kalabalıktı, Konya'dan İstanbul'a büyük bir konvoyla getirildi. Konyalıların büyük ilgisi olmuştu, 25 araba ile katılmışlardı cenazeye. Bu ilgiye şaşıranlardan birisi, gözü yaşlı bir Konyalıya kimin cenazesi olduğunu sorduğunda şu cevabı almış: "Siz ne diyorsunuz beyim değil 25 araba, eğer mümkün olsaydı 125 arabayla gelirdik, çünkü biz ilk defa camide bir rektör gördük."

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Kaleme aldığı eserlerde milliyetçilik, muhafazakârlık, dindarlık, mukaddesatçılık, kültür kavramlarını tam olarak yerine oturtmuş, sistemleştirmeyi başarmış bir isim Erol Güngör. Dolayısıyla bugünkü nesiller, özellikle gençler bu bahsini ettiğimiz kavramların ne manaya geldiğini hakkıyla öğrenmek için Erol Güngör'ün eserlerini okumalıdırlar, hem de birkaç defa. Hani dilimizde şöyle bir söz vardır; "Et-tekraru ahsen velev kane yüz seksen." Yani bir mevzu, konu faydalıysa onu yüz seksen defa dahi tekrar etsen faydalıdır. Erol Güngör'ün kitapları da bu türdendir işte. Öyle bir kere okuma ile anlaşılmaz. Özümseyerek, tekrar ederek yavaş yavaş okumak gerekiyor. Vefatından 35 sene geçmesine rağmen biz de kendisini iyilikle ve rahmetle anıyoruz.

Teşekkür ederiz.

BİZE ULAŞIN