Hüsrev Hatemi: Pop müzik bizim müziğimiz değil, mısırı Amerika mahsulü olan bir Popcorndur

Pop müzik bizim müziğimiz değil, mısırı Amerika mahsulü olan bir Popcorndur
Giriş Tarihi: 16.5.2016 14:53 Son Güncelleme: 16.5.2016 14:54
Hüsrev Hatemi SAYI:24Mayıs 2016
Herhangi bir sanat eserinden zevk almış gibi görünmek bizde son 60 yıldan beri iyice yaygınlaştı. Herhangi bir Türkiyeli, hiç içinde bir coşku duymadan, yemek artıkları ve kadehlerle dolu masalar önünde ve bir otel salonunda, mikrofondan yayılan “Ali mürşid güzel şah/Hak lâ ilâhe illallah” nağmeleri dinlerken iki yana sallanıyorsa, vecde gelmiş bir kişi değil, Nietzsche’nin Zerdüşt’ünün bütün ağır sözlerine layık bir soytarıdır.

Popüler sanat, popüler müzik gibi isimlendirmelerin başındaki popüler sıfatı, Latince populus (halk) kelimesinden geliyor (Fransızca peuple, İngilizce people). Bu deyim, Batı dünyası için 19'uncu yüzyıl ortasında, 1862'de George Eliott tarafından kullanılmıştır fakat aynı zamanda, 1858 yılında Londra'da Pop Concerts adıyla konserler düzenlendiği de biliniyor. Bu konserler 1898 yılına kadar sürmüştür ancak 1950'li yılların sonuna doğru, Batı ülkelerinde, klasik olmayan müzik anlamında bir sınıflama deyimi olarak yerleşmiştir. Bizde, bütün Osmanlı devirlerinde 'musıkî' denince Klasik Türk Müziği besteleri anlaşılmış, klasik müzik dışındaki müziğe türküler, türkü olmayan uzun hava gibi bestelere de Kayabaşı Usulü denmiştir. Klasik Türk Müziği'ne, Osmanlı yıllarında Türk Sanat Musıkîsi adı verilmiyordu. Bimen Şen, Tatyos Efendi gibi bestekârlar ortak bir musıkînin bestekârları idiler.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, bu durum değişmedi. Sarayburnu'nda bir akşam Mısır'dan gelen Münire-tül Mehdiye Hanım'ı dinleyen Atatürk, daha başka sebeplerin de etkisiyle birden sinirlenerek, kendisinin çok sevdiği için dinlemeye devam edeceği Klasik Türk Müziği'ni radyodan ihraç etmiştir. Daha sonraları verilecek Türk Müziği, Hafif Batı Müziği ve Türk Halk Müziği gibi isimlerin başlangıcı da, bu Sarayburnu gecesi olmuştur. Bu geceyi izleyen 10-15 yıl, bütün toplumsal olaylarda olduğu gibi, kraldan çok kralcıların arz-ı endam etmesine rağmen ve Atatürk kendisi de Türk müziği dinlemeye devam ettiği halde bu âdemlerin davranışları, halkın kendi müziğinden soğumasına yol açmıştır. Bu yılların çok daha fazla tahripkâr olmasına, Sahibinin Sesi ve Deutsche Grammophon gibi, yabancı plak şirketlerinin ticari kaynaklı sağduyuları engel olmuştur. Bu plak şirketleri, bazı laylaylomların Arap Yalellisi demeye başladıkları müziğin, halkın içinde ve yalnız Müslüman halk değil; Ermeni, Rum ve Musevi halk içinde de sevilen müzik olduğunu bildiklerinden halkı bu müzikten yoksun bırakmamışlardır.

1950'lerden sonra yaygınlaşan 'pop müzik' deyimi bizde hangi müziği belirler? Maalesef bu soruya o yıllarda karşılık verilmemiş, Türk Sanat Müziği, Hafif Batı Müziği, Türk Halk müziği, Klasik Müzik gibi sınıflamalarla 1960'lar, 1970'ler, 1980'ler gelip geçmiştir. Sonra bir de bakmışız, bizde pop müzik denen müzik, Batı dünyası, özellikle Amerika sonra da Avrupa müziği ile özdeşleşmiş!

1950'li yıllarda müzikologlarımız, bıktırıcı teraneleri bırakarak, kavga edeceğine şu sınıflamayı yapabilirlerdi: 1- Çoksesli Müzik 2- Geleneksel Müzik( veya makam müziği) 3-Türk Halk Müziği 4-Türk Pop Müziği (Şükrü Tunar, Zeki Müren, Selahattin Pınar, Osman Nihat Akın, Bimen Şen, Aleko Bacanos gibi klasik geleneksel müziğe de halkın beğenisini kazandıklarından pop müzik sınıflamasına da girecek besteler ve bunların yanında halk türkülerinin popüler olanları). Böyle yapılmadı. Şimdi görüyoruz ki, bizim pop müziğimiz pop müzik değil popcorn mübarek. Yani mısır patlağı ama mısırı Amerikan hasatı. Sadece patlatılması ve tüketilmesi bizden. Bizim memlekette yaşayanların çoğunun bildiği basmakalıp bir eleştiri vardır: "Aman bu kadar eski moda bir milliyetçilik izlemeyin. İlla bizim müziğimiz mi olmalı? Pop müziğimiz varsın Batı kaynaklı olsun." Cevabım: "Bizim klasik müziğimiz bizim bestecilerden olmalı" demiyorum ki. Klasik müzik, klasik müziktir. Geleneksel müziğimiz Dede Efendi müziğidir. Aleko Bacanos bizden değildir dediğim de yok. Bir İranlının da geleneksel müziğini dinleyebilir ve bizim değil diyerek yadırgamayız fakat insaf, pop müzik deyince başına popüler demek olan pop kelimesini getiriyoruz. Şu halde pop müzik enternasyonal olamaz. Arap, Türk, Yunan Alman, Amerikan pop müzikleri olarak ayrılırlar. Biz, zamanında bu anlayışı yerleştirmemiş olduğumuzdan, birçok konuda beyinlerimiz çorba kâsesi… Asıl din ve bilimin ulusallık dışı tutulması gerekirken, Türk Müslümanlığı, Türk Bilimi gibi çorbalar icat edip duruyoruz. Popüler müzik deyince birden değişiyor ve pop müzik konusunda Amerikan Popüler Müziği'ni kendimizin olarak da kabul ediyoruz. Kısaca: A-) Çoksesli Klasik Müzik demeliyiz, Klasik Batı Müziği değil. B-) Geleneksel Teksesli Müzik veya Geleneksel Makam Müziği demeliyiz, Türk Sanat Müziği değil. C-) Türk Halk Müziği demeliyiz (sözleri Türkçe ise ve halkımızdan derlenmişse), Kürtçe, Rumca, Arapça, Lazca şarkıları da katmak istiyorsak Türkiye Halk Müziği denebilir. Sadece Türkçe popüler ezgileri kastedersek Türk Pop Müziği denebilir fakat Justin Bieber'i dâhil ediyorsak, sadece Pop Müzik diyenlerin ağzına biber sürerek Küresel Pop demeliyiz.

Pop Art'ta içtenlik esas unsurdur

Pop Art veya popart dendiğinde sadece müzik kastedilmiyor. Görsel sanatlar da bu başlık altına girer. Bu deyimi de önüne Türk getirerek kullanmamız durumunda, bu başlık altına, Karagöz ve ortaoyunu, kilim dokuma, çevreler, halılar, daha ne güzellikler girer. Başka güzellikleri de katmak isteyenler Türkiye pop sanatı diyerek bu yeni başlığın altına Kürt, Rum, Ermeni, Laz sanat ürünlerini de katabilirler.

Mevlânâ; "Post kuru, ney kuru, elimdeki âsâ kuru, o halde bu dost sesi nereden geliyor" diyerek, kuru neyden çıkan dost sesine hayranlığını belirtiyor. Samimiyetsiz yürekler ise kuru değil, fazla suludur. Herhangi bir sanat eserinden zevk almış gibi görünmek bizde son 60 yıldan beri iyice yaygınlaştı. Herhangi bir Türkiyeli, içinde hiç bir coşku duymadan, yemek artıkları ve kadehlerle dolu masalar önünde ve bir otel salonunda, mikrofondan yayılan "Ali mürşid güzel şah/Hak lâ ilâhe illallah" nağmeleri dinlerken iki yana sallanıyorsa, vecde gelmiş bir kişi değil, Nietzsche'nin Zerdüşt'ünün bütün ağır sözlerine layık bir soytarıdır. Halk müziğinden zevk alan bir aydınımız filan değildir. Çünkü Alevi edebiyatında ve müziğinde vecd taklidi yoktur. Doğrudan doğruya Hz. Ali sevgisi vardır. "Ali'yi sevmeyen Hakk'ın nesidir? Seversen Ali'yi değme yarama" haykırışı da vardır. Alevi müziği, büyük oranda Pir Sultan, Dertli, Sivaslı Âşık Veli'dir. "Eşeği saldım çayıra otlayıp karnın doyura" diye bağırmakla halk sanatı âşığı olunmaz. Mevlevilik de öyledir; "Canımcım Mevlânâcım himmet bize Pirim" demekle de bir şey olunmaz. Ayrıca sema töreni de, cem ayini gibi dinî maksatlıdır. Cem ayini, cem evlerinde, Mevlevi ayini ise tekkede veya usturuplu salonlarda dinlenir. Tabak çatal sesleri duyulan, rakı buharlı bir yerde değil! Kilise müziği veya büyük bestekârların dinî besteleri de, ya kiliselerde yahut usturuplu konser salonunda dinlenir. Herhalde, mesela Yunanistan'da bir düğünde; "Kasabamızın kilise korosu bizi kırmadılar, şimdi sahneye davet edelim de bize Kirie Eleison dinletsinler" diye bir maskaralık olmuyordur. Onlar ilahiyi kilisede, "Aman Adanalı canım Adanalı" oyun havasını tavernada dinlemekle doğru yol üzeredirler. Allah onların istikametini bozmasın, bize de bir zamanlar bizde de mevcut olan istikamet ve aklıselimi tekrar ihsan buyursun. Bir zamanlar "Ez koca mı âyed in âvaz-ı dust?" demiş Mevlânâ. Yani, "Kuru neyden bu dost sesi nasıl yayılıyor?" Şimdi ise, dinleyicilerin büyük bir kısmı sulu olduğu için ney rutubet kapıyor da onun için mi hışırdıyor, fışırdıyor ve sulu yüreklere de dost sesi ulaşamıyor? Belki sebep budur.

BİZE ULAŞIN