Barış Ertem: TARİHİ SÜREÇ BAĞLAMINDA NATO-UKRAYNA-RUSYA KRİZİ VE TÜRKİYE

TARİHİ SÜREÇ BAĞLAMINDA NATO-UKRAYNA-RUSYA KRİZİ VE TÜRKİYE
Giriş Tarihi: 28.4.2022 17:20 Son Güncelleme: 29.4.2022 16:05
“Güvenlik garantisi” taleplerine olumlu cevap alamayan Rusya, 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal harekâtı başlattı. Moskova için kırılma noktası 2008 yılı oldu. 2008’deki NATO zirvesinde Gürcistan ve Ukrayna’nın da NATO’ya katılmasının gündeme gelmesi, Rusya’nın güvenlik anlayışı açısından kabul edilemezdi

Kuzey Atlantik Paktı ya da NATO, 4 Nisan 1949'da ABD liderliğinde 12 Avrupa ülkesi tarafından askerî bir ittifak olarak kuruldu. Temel kurulma amacı "savaş ve barış zamanında üyelerine yönelik dışarıdan gelebilecek bir saldırıya karşı ortak hareket etmek ve olası bir saldırıyı engellemek" idi.

İttifakın algıladığı en büyük tehdit ise Sovyetler Birliği'ydi. II. Dünya Savaşı'nın ardından Berlin'in doğusuna, dolayısıyla Orta Avrupa'ya kadar yayılmış olan Sovyetler Birliği'nin Batı Avrupa'ya da yayılmak isteyeceği, o yıllarda Batı dünyasında ağırlık kazanmış bir kaygıydı.

Aslında Moskova ile ilgili bu kaygılar, henüz savaş devam ederken başlamış, Potsdam ve Yalta konferanslarında dünyanın geleceği ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği liderleri tarafından birçok kez değerlendirilmişti. Bu konferanslar ve daha sonra gerçekleşen benzer zirveler sonucu Moskova'nın Doğu Avrupa'dan çekilmeye niyeti olmadığını gören ABD, hem savaşta zayıf düşmüş Batı Avrupa'yı olası bir Sovyet saldırısından korumak hem de elde ettiği "süper güç" statüsünü pekiştirmek amacıyla bir dizi diplomatik adım attı. Öncelikle 1947'de Truman Doktrini ve Marshall Planı'nı devreye sokan Washington, Yunanistan ve Türkiye'nin de dâhil olduğu bir grup ülkeyi Sovyet yayılmacılığına karşı ekonomik ve askerî olarak desteklemeye başladı. Bir taraftan bu yeni dış politika doktrinini devreye sokan ABD, diğer taraftan da bunun yeterli olmaması ihtimaline karşı daha kapsamlı bir çalışma başlattı. Batı Avrupa ve Sovyetler Birliği'ne yakın ya da sınırı olan diğer birkaç ülkeyi kapsayacak büyük bir askerî ittifak kurmayı amaçlayan Washington yönetimi, 1948'de bu konuda hukukî altyapısını hazırladı.

50 yıl sürecek Soğuk Savaş

O güne kadar uyguladığı dış politika gereği herhangi bir yabancı askerî ittifaka girmesini zorlaştıran kanunlarını değiştirmeye başlayan ABD, 1948'in Nisan ayında Senatör Arthur Vandenberg'ün Senato'ya sunduğu teklifi aynı yılın Haziran ayında kabul etti. "Vandenberg Kararı" olarak bilinen düzenleme, ABD Başkanı'na uluslararası askerî ittifaklara ya da bölgesel antlaşmalara katılma yetkisi veriyordu.

Vandenberg Kararı'nın amacı, ABD'nin mevcut herhangi bir askerî ittifaka katılması değil, doğrudan bir askerî ittifak kurarak liderlik etmesiydi. Bu açıdan, NATO'nun ve belki 50 yıl kadar sürecek Soğuk Savaş'ın ilk somut adımı, bu kararın ABD Senatosu'ndan geçmesiyle atılmış oldu.

ABD'de bu gelişmeler yaşanırken, Avrupa devletleri arasında da olası Sovyet yayılmasını engelleyebilmek için işbirliği ve ittifak arayışları devam ediyordu. İngiltere ve Fransa arasında 4 Mart 1947'de imzalanan Dunkirk Antlaşması'na ABD ve Sovyetler Birliği de davet edilmiş, ancak ABD henüz hazır olmadığından, Sovyetler Birliği de Çekoslovakya'ya doğru genişleme hazırlığında olduğundan anlaşma sağlanamamış ve Avrupa'nın güvenlik kaygıları daha da artmıştı. Aynı dönemde, Almanya'da da bölünme süreci başlamıştı.

1948'in Şubat ayında Çekoslovakya'da gerçekleşen darbeyle bu ülkenin de Sovyet etkisi altına girmesinin Batı Avrupa'daki arayışları hızlandırması sonucu İngiltere, Fransa, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda arasında 17 Mart 1948'de NATO'nun temeli olarak değerlendirilebilecek Brüksel Antlaşması imzalandı.

Truman Doktrini ve Marshall Planı ile zaten Avrupa'ya müdahil olan ve iç siyasetinde de hazırlıklarını tamamlayan ABD'nin de bu yapıya katılma kararı alması sonucu, 4 Nisan 1949'da Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, kısaca NATO kuruldu. Örgütün temel amacı, Batı Avrupa'yı Sovyet tehdidinden korumaktı. Doğrudan Sovyetler Birliği'ni hedef alan bir askerî güvenlik yapısının kurulmasıyla, yaklaşık 50 yıl sürecek Soğuk Savaş da başlamış oluyordu.

Türkiye'nin NATO'ya katılışı

İkinci Dünya Savaşı'nın son yıllarından itibaren yoğun bir Sovyet tehdidiyle karşı karşıya olan, 1945'ten itibaren ise açıkça işgal tehlikesi altında bulunan ve bu sebeple ABD ile hızlı bir yakınlaşma süreci yaşayan Türkiye, kendisini 12 Mart 1947'de Truman Doktrini, 4 Temmuz 1948'de de Marshall Programı'na dâhil eden anlaşmaları imzaladı. Duyduğu derin güvenlik kaygısı sebebiyle kurulduğu ilk günden itibaren NATO'ya da üye olmak isteyen Türkiye, bu amaçla İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminin son günlerinde, 11 Mayıs 1950'de ilk başvurusunu yaptı ancak olumsuz cevap aldı.

14 Mayıs 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti de, ABD ve NATO ile ilişkiler konusunda CHP ile benzer bir dış politika anlayışına sahipti. Haziran 1950'de başlayan Kore Savaşı'na ABD'nin tarafında savaşmak için 4 bin 500 kişilik bir tugay gönderen DP Hükümeti, 1 Ağustos 1950'de Türkiye'nin NATO üyeliği başvurusunu yeniledi, ancak yine kesin bir sonuç alamadı.

Türk askerinin Kore'deki üstün başarısı ve Avrupa üzerindeki Sovyet tehdidinin tırmanması, ABD'yi Türkiye'nin talebini değerlendirmeye zorladı ve sonunda Türkiye, 20 Eylül 1951'de NATO Konseyi'nin Ottawa'daki toplantısında üye ülkelerin oybirliğiyle NATO'ya davet edildi. Sovyetler Birliği'nin büyüyen nükleer silah envanterine karşı savunma için Türk hava sahasına duyulan ihtiyaç da bu davette etkili oldu. İlgili kanunun 19 Şubat 1952'de Resmî Gazete'de yayımlanmasıyla Türkiye NATO'ya resmen üye oldu.

NATO'ya "cevap" olarak Varşova Paktı

Türkiye ve Yunanistan'ın da katılmasıyla NATO'nun sınırlarına kadar genişlemesi, Moskova'yı karşı hamle yapmaya zorladı. NATO dışında yine ABD destekli ANZUS Paktı, 1953'te kurulan Balkan Paktı, SEATO ve İngiltere ile Türkiye'nin de üye olduğu Bağdat Paktı (CENTO) gibi yapılar da Sovyet sınırlarını zorluyordu.

Stalin'den sonra Sovyetler Birliği'nin liderlik koltuğuna oturan ve artan Batı baskısının sonuçlarını öngören Kruşçev, 1955'te Batılı muhataplarına sunduğu karşılıklı silahsızlanma planına olumlu cevap alamayınca kendi güvenlik örgütünü kurmaya karar verdi ve aynı yıl Moskova liderliğinde 7 üyeli Varşova Paktı kuruldu. Yani, genel anlatımın aksine, NATO Varşova Paktı'na karşı Batı'yı korumak için değil, Varşova Paktı NATO'ya karşı bir Sovyet refleksi olarak ortaya çıktı.

Sovyetler Birliği'nin dağıldığı 90'lı yıllara kadar iki pakt arasında doğrudan küresel bir sıcak savaş yaşanmadı. Bununla birlikte, Vietnam ya da Afganistan'da olduğu gibi daha "bölgesel" ölçekli çatışmaların önüne geçilemedi.

SSCB'nin dağılması, NATO genişlemesi

Sovyetler Birliği'nin dağılması NATO için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı'nın olmadığı, dolayısıyla Batı Avrupa üzerindeki "Doğu" tehdidinin ortadan kalktığı yeni dönemde NATO'nun halen gerekli olup olmadığı sorgulandı. Artık vazifesini tamamladığı ve ilga edilmesi gerektiği tezlerinin ortaya atıldığı 90'lı ve 2000'li yıllarda kendisine "yeni görevler" arayan NATO, Irak, Somali, Bosna-Hersek, Afganistan, Kosova, Kongo ve Libya'da aktif harekâtlar düzenledi. 50 yıllık Soğuk Savaş boyunca hiçbir resmî harekât düzenlememiş olan NATO'nun bu yeni doktrini yeni tartışmalara sebep olurken, müdahale ettiği ülkelerde de kalıcı çözüm sağlanamadı.

NATO açısından bir diğer ve belki daha kritik konu ise genişlemeydi. NATO, 1990'da Rusya ile imzaladığı "İki Artı Dört Antlaşması" ve 1997'deki Rusya-NATO Kurucu Senedi'nde taahhüt ettiğinin aksine, sürekli Rusya'ya doğru genişleme kaydediyordu. 1999-2005 arasında Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya. Bulgaristan, Estonya, Romanya, Slovakya, Letonya, Litvanya ve Slovenya'nın katılımıyla NATO, yine Rusya'nın sınırlarına yaklaştı.

Henüz Batı ile tekrar karşı karşıya gelecek gücü olmadığından bu durumu yalnızca kınayabilen Moskova için kırılma noktası 2008 yılı oldu. 2008'deki NATO zirvesinde Gürcistan ve Ukrayna'nın da NATO'ya katılmasının gündeme gelmesi, Rusya'nın güvenlik anlayışı açısından kabul edilemezdi. Moskova'nın aynı yıl Gürcistan'a müdahale ederek Güney Osetya ve Abhazya'yı koparması, Gürcistan'ın NATO üyeliği tartışmalarını "kapattı".

Ancak, Ukrayna için durum farklıydı. Sovyet geçmişi, Slav kökenleri ve jeopolitik konumu açısından Moskova'nın ayrı bir önem verdiği Ukrayna'nın NATO ısrarı devam ediyordu. 2004'teki "Turuncu Devrim" ve 2013'teki Euromaidan olaylarından sonra iktidara gelen Batı yanlısı hükümetlerin, sürekli Ukrayna'nın NATO üyeliğini gündeme getirmesi, Putin yönetimini bir kez daha harekete geçirdi. Rusya'nın 2014'te Ukrayna'ya müdahalesi sonucu Donbass Bölgesi Ukrayna'dan ayrıldı ve Kırım Rusya tarafından ilhak edildi.

Türkiye'nin başarılı diplomatik duruşu

Bu gelişmeler de Ukrayna'nın NATO üyeliği tartışmalarını kapatmadı. 2019'da iktidara gelen Zelenski'nin konuyu tekrar gündeme getirmesi, artan Rusya karşıtı söylemler, Ukrayna'ya eğitim amacıyla NATO askerinin davet edilmesi ve Donbass'ta artan şiddet olayları, Putin'in bir kez daha Ukrayna sınırına asker yığmasına sebep oldu.

Ukrayna'nın NATO'ya katılmayacağı taahhüdü, Kırım'da Rus egemenliğinin tanınması ve Ukrayna'nın silahsızlandırılması olarak özetlenebilecek "güvenlik garantisi" taleplerine olumlu cevap alamayan Rusya, 24 Şubat 2022'de Ukrayna'yı işgal harekâtı başlattı.

Yaklaşık bir ayı aşkın bir süredir devam eden savaşta Türkiye, diplomatik açıdan olabileceği en iyi yerde duruyor. II. Dünya Savaşı'nda da uyguladığı "hayırhah (insanî durumu gözeten) tarafsızlık politikasını uygulayan Türkiye, Montrö Antlaşması'nın hükümlerini de takdir gören bir şeffaflıkla işletiyor. Bu başarılı diplomasisi sayesinde hem Rusya hem Ukrayna ile görüşebilme imkânına sahip olan Türkiye, 10 Mart 2022'de Antalya'da Rusya ve Ukrayna dışişleri bakanlarının bir araya geldiği bir zirveye ev sahipliği yaptı.

İki ülke arasında bu doğrudan en yüksek seviyedeki görüşmenin ardından, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 16 Mart'ta Rusya, 17 Mart'ta da Ukrayna'da görüşmeler yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da krizin başından beri uzlaşma sağlanması için doğrudan ya da telefon diplomasisiyle büyük bir çaba gösteriyor. Savaşın sona ermesi için en etkin ve başarılı diplomasiyi yürüten Türkiye, bu açıdan umut ışığı ve örnek olmayı sürdürüyor.

BİZE ULAŞIN