Yıldız Ramazanoğlu: OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE KADINLIĞIN YENİDEN TANIMLANMASI -2

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE KADINLIĞIN YENİDEN TANIMLANMASI -2
Giriş Tarihi: 4.1.2023 13:58 Son Güncelleme: 4.1.2023 13:58
Osmanlı kadınları Tanzimat’tan itibaren zihinsel bir dönüşüm yaşamış ve dünyada olup bitenlerle yakından ilgilenerek müdahil olmaya çalıştıkları bir sürece girmişlerdir.

Osmanlı kadınlarının Cumhuriyet'i yeterince tartışma imkânından mahrum olduklarını düşünebiliriz. Kazanımlar olarak görülen şeyleri eleştirel bir gözle tartışmak için henüz erkendi ve istibdatın Cumhuriyet adı altında yeniden üretilmiş olması da buna imkân vermiyordu. Emine Semiye, kadın haklarını dini referanslarla açıklarken, bazı İstanbul kadınlarının feministlikte aşırı gidip siyasal katılım, milletvekilliği gibi taleplerde bulunmasını desteklememişti. Batılı kadınların talepleri için burada henüz erkendi ona göre. Fakat öte yandan da feminizmin amacı kadınları erkeklere gönül eğlencesi olmaktan kurtarmak, erkeklerle aynı haklara sahip kılmaktı yine ona göre. Feministlerin kadınlığı bütün faziletleriyle yükseltmek isteyen ciddi vakur kadınlardan oluştuğunu, Türk kadınlar arasında feministler çoksa da kadınlık âleminde henüz yer edinmediklerini söylüyordu. Doğal olarak fikirlerin belli bir tutarlılık kazanması için vakit erkendi.

Şair Şükufe Nihal (1896-1973) de seyahat ve roman yazarı olarak biliniyor. Hülya Argunşah, Nihal hakkında biyografik çalışmasını yaparken, günlükler evraklar mektuplar ararken yakınları hiçbir şekilde yardımcı olmamış ve bu evraklar verilmemiş. Başka bir yerden de evrak çıkmamasını kadın yazarlara karşı takınılan hoyrat ve umursamaz tavrın bir yansıması olarak görüyor Argunşah. Bu yüzden edebi kişiliğinin oluşum sürecini eserlerinden izlemeye çalışmış. Şükufe Hanım içini döken bir yazar ve kahramanları mektup yazan, günlük tutan, hatıra defterleri olan kadınlar.

Şükufe Nihal'in babası doktor ve yine doktor olan dedesi de V. Murat'ın sertabibi. Babasının işi gereği Manastır, Beyrut, Selanik ve Şam'a gitmiş buralarda çocukluğu geçmiş, mesela Beyrut'ta Fransızca öğrenmiş, eve gelen hocalardan Arapça, Farsça, müspet ilimler, edebiyat ve aruz vezni tahsil etmiş. Babası entelektüel bir adam olan Şükufe daha on iki yaşlarındayken evdeki ilmi edebi siyasi sohbetlerde bulunmuş, bu beyin fırtınalarından çok şey öğrenmiş, memleketin gerçeklerini, işgalleri ve savaşları, Cumhuriyet'e giden adımları bu iklimde görmüş. Baba rüzgârı alan ve arkadaşça muamele gören şanslı kız çocuklardan biri. İstanbul İnas Darülfünunu'nun ilk mezunu.

Emine Semiye'den Şükufe Nihal'e

Okuma aşkı o kadar kuvvetli idi ki 13 yaşlarında Mehasin (Eylül 1325) dergisinde yazdığı bir yazıda İnas Mekteb-i Sultanisi adıyla Avrupa'daki gibi bir mektebin açılacağını duyunca adeta çıldırdığını yazar.

"Dünyadan, ilimden bir şey anlamayan bir sürü, bir nevi insanlarız. Düşünmüyor ki, bugün kadınlar da erkekler kadar kuvva-yı zihniyeye, hissiyat-i insaniyeye, marifete karşı şedit bir arzu ve inhimak hissi besliyorlar; şimdiye kadar hayatı enin ve ıstırap içinde yaşadık. Badema böyle devam edecekse Türkiye'nin mahrumiyet için yaratılmış zavallı kadınları! Artık hiç yaşamayalım, hiç, hiç. Çünkü bugün birçok fikirler tebeddül etti. Mala servete rağbet kalmadı. Ekserimiz yaşamağı, saadeti ancak tahsilde buluyoruz. Ve böyle cahilane hayat emin olunuz ki, bizi her dakika ağlatarak kalbimizin en derin köşelerini sızlatıyor." (Şükufe Nihal, "İnas Mektepleri Hakkında", Mehasin, S.10, Eylül 1325 /1909 (8))

"Etrafımda sanat ve edebiyat bahisleri edilmezse, fikir münakaşaları yapılmazsa beynimin uyuştuğunu hissediyorum" diyordu yakınlarına. Mehasin'deki bu ilk yazısına Emine Semiye Hanım İnkılap gazetesinde "Terakkiyat-ı Nisvaniyeyi Kimden Bekleyelim" başlıklı yazısıyla cevap vermiş, "Şükufe Nihal hanım kızım, tahsile olan iştiyakınızı tebrikle beraber, bunun husûlünü tamamiyle erkeklerden beklememenizi de âcizane ihtiram ederim" demişti. Bundan çok etkilendi ve bir insanın haklarını kendinden yola çıkarak bire bir mücadelesini vererek elde edebileceğini öğrendi, sonraları bunu her yerde dile getirdi.

Mütareke yıllarında İstanbul'da dört büyük miting yapılmıştı. Birinde Şükûfe de konuştu. Şimdi bile kolay kolay kadınlara söz düşmez meydanlarda. Osmanlı kadınının zihinsel gelişim tecrübeleri pratikle her zaman örtüşmüş ve onları fiiliyatta da önder yapmıştı.

Kadının çalışma hayatına girmesi, geleneksel dönemden farklılaşan bir şekilde toplumsal hayatı değiştirmiştir. Kızlara yönelik fikirler değişmiş ve artık toplumsal meselelerle ilgilenmeleri beklenir olmuştur. Eğitimleri önemli görülmüş ve kendilerini geliştirmelerinin yolları aranmaya başlanmıştır.

Hanımlara Mahsus Gazete

Hanımlara Mahsus Gazete (1895-1906) ve Kadınlar Dünyası dergisi (1913-1921) zamanın birçok kadın yazarının yer aldığı bir matbuattı. Gazetedeki yazılar kadınların dönemin zihniyetini yansıtmasının yanı sıra kabuk değiştirme ve sorgulama döneminin aynasıdır aynı zamanda. İlk yazılarda padişaha dualar edilmekte, bütün Osmanlı kadınlarına destek vermeleri ve yazmaları için çağrıda bulunulmakta. Bir yandan "biz Avrupa modasını takip etmek istemeyiz" derken öte yandan "fakat bunlar içinde sade ve muvafık gördüğümüz örnekleri ara sıra nakletmeyi ve hele el işlerine dair zarif örnekler vermeyi kesim ve biçim hakkında usul göstermeyi münasip addettik" denilerek radikal bir Avrupa karşıtlığı da istemedikleri belirtilmekte.

Fatma Aliye "Artık kadınlar okuyup yazmalı mı davası tamam olmuş! Zira işte yazıyorlar" diyor ama bir yandan da erkeklerin içine girdikleri ilim ve fen hazinesinin kapısının kadınlara kapalı olmasından dert yanıyor. İlmi, kullarının erkeğine ve dişisine eşit olarak ihsan buyurmuş olan Allah'ın bunun kadınlardan esirgenmesinden hoşnut ve razı olmadığını belirtiyor. Yayınlanan konular arasında kadının ayrı bir kesesi ve parası olmasının zarureti, korseden yola çıkarak Avrupalı kadınların beden güzelliğine yönelmelerinin yanlışlığı, bunun yerine dimağın gelişmesine öncelik verilmesinin gereği, Avrupa'da kadınların okumasına yönelik tartışmaların bizi ilgilendirmeyeceği, İslam'ın kadınlara terakki yolunu açtığı ve tartışmadan vareste olarak dinlerini bîhakkın öğrenmek için okumaları gerektiği düşünceleri serdediliyor.

Kadının eğitimi meselesi bu dönemde en çok tartışılan konu oldu. Gazetede "Kadınların ve Kızların Tahsili Hakkında Bir Mütalaa" başlıklarıyla isimsiz olarak kaleme alınan makalelerde sürekli gel-gitlerin yaşandığını söyleyebiliriz. Belli ki bu konuda bir ölçü tutturma çabası zihinleri çok meşgul etmiş. Gazetede serdedilen düşünceleri özetleyecek olursak her şeyden önce kadınların da erkekler gibi ilim yapması üzerlerine farzdır. Fakat mesele kadın ve erkeğin arasında fark bulunması ve farklı toplumsal görevler için yaratılmış olmalarıdır. İlim ve marifet iki cihan saadetinin anahtarıdır bunda bir şüphe yok, ama hangi ilim. Bugün Avrupa ve Amerika'da erkeklerin ilim ve fen tahsiline kadınların da dahil olup karışması Osmanlı kadını için de uygun mudur?

Kadının eğitimi meselesi

Konu burada çatallaşmakta, kadınların fen tahsilinin lüzumu üzerine bir anlaşmaya varılamamakta. Sonra Arap, Endülüs ve Irak'ta İslam kadınlarının başarıları, kemale ermiş bilgileri Avrupa'ya örnek gösterilmekte. Avrupalı kadınların tıp, muallimlik vb. tahsil etmesine hayranlık duyulmakta öte yandan bunun kadının asli vazifelerini aksatacağı düşüncesiyle duraksanmakta. Erkekler arasında artık cahil kadınlarla evliliğin pek isabetli olmayacağı düşüncesi de yeşeriyor. Bu allame kadınlar yemeğin tuzuna bakmaktansa biraz daha kitap okumayı tercih edecekler ve böylece aile yuvasının dengesi bozulacaktır. Öte yandan cahil bir kadın eğitimli bir erkeğin kadrini ve onun meziyetlerini anlamaktan uzak olacağından iyi bir eş de olamaz fikri var. Zihinler son derece karışıktır hülasaten.

Sonuç: Erkeklerin hepsi nasıl ki fazıl, edip ve mucit olamazsa kadınların da içinden böyleleri az sayıda çıkacağından endişelenecek bir durum yoktur. Kadının en büyük süsü ilimdir fakat talim terbiyesinde ağırlık aile saadetini tesis edecek konulara verilmeli. Bir kadına erkeklere ait addedilen ulûm ve fenden bir dereceye kadar anlayacak ve zevcinin ve çocuklarının inkişafına iyice de bigâne kalmayacak derecede bir tahsil gerekir ama derinlemesine ilmî bir tahsil kadınların umumiyetine gerekmez. Sanki derinlemesine tahsil erkeklerin umumiyetine gerekirmiş gibi.

İsraf da gazetede her zaman yer tutan önemli konulardan biridir ve bu konuda da savaş ve dağılma acılarının yaşanmakta olduğu bir zamanda yaşamanın izleri görülür. Bir giyilen elbisenin başka tören ve düğünde bir daha giyilememesi, eşleri zor durumda bırakan giyim kuşam masrafları dinen haramdır ve yasaktır. Bu konuda israfın önüne geçilmesi için yeni bir anlayış gerekmektedir. Tüketim Avrupa'ya para akıtılmasına, ülkenin fakir düşmesine sebebiyet vermektedir.

Cumhuriyetin dışladığı önemli bir kadın

Nezihe Muhittin (1889-1958); öğretmenlik tahsili görmüş, Cumhuriyet'e geçişe tanıklık etmiş, ölene kadar yazılar hikayeler romanlar yazmış bir kadındı. Onun döneminde iş, kadınların mebus olmasına gelip dayanmıştı.

Kimi erkek ve kadınlar toplumsal ahengin bozulacağını, kimi kadınların ruhi ve cismi bünyelerinin müsaade etmeyeceğini söyleyerek, kimileri kadınların yaratılıştan gelen vazifelerini ihmal edecekleri gerekçesiyle, hiçbir sebep bulamayanlar da vakti gelmediğini ileri sürerek kadın mebus olmasına karşı çıkabiliyordu. "Bence vazifeler yaşanılan yerin ihtiyaç ve zaruretine tekabül eder, madem ki muhitimiz kadın eline fikrine ihtiyaç duyuyor kadının vazife ve salahiyetini tahdit etmek, meşru bir hakkı geciktirmek lüzumsuzdur" diyordu Nezihe Hanım.

"Meşrutiyet Kadını" başlıklı yazıda bu süreçte ortaya çıkan kadınları, yazan kadınların kendilerine nasıl yer bulduğunu, nasıl takdir edildiklerini anlatmıştı. Halide Edib'in kitapları rağbet görüyor, Şükûfe Nihal'in şiirleri önemli edebiyat dergilerinde yayınlanıyor ve Halide Nusret Zorlutuna'yı herkes tanıyordu. Nezihe Hanım İngiltere Almanya ve Fransa'daki kız mekteplerinin programlarına, uygulamalarına bakmak için mesleki ziyaretler yapıp raporlar hazırlamıştı. Maksat eğitimde Avrupa'daki kızlarla rekabet edebilmek ve aşağı bir seviyede kalmamaktır.

Bu arada Balkan harbinin açtığı yaraları sarmak için yüzlerce kadın seferber olmuş, memleketin en mümtaz ve en kibar kadınları yaralı askerlere bakmak için hemşire ve hastabakıcı olmuştu gönüllü olarak. Şimdinin Kızılay'ı sayılan Hilal-i Ahmer cemiyetinde nice fedakâr kadınlar canlarıyla mallarıyla mücadeleye katılmışlardır. Nezihe Muhittin'in Türk Ocakları'nda, Talim Terbiye mahallerinde kadınlara verdiği konferanslar meşhurdu.

Nezihe Muhittin, Kadın Birliği'ni kurmuş ama önemli kadınlardan yeterince rağbet görmemişti aza olmak için. Bunu kadınların ortam müsaitken kendilerine yatırım yapmalarına, doktor avukat, tüccar, muallim, âlim, sanatkâr, mühendis ya da hâkim olmak için duydukları coşkuya heyecana ve mesailerini buna vermelerine bağlıyordu.

Kadınların kurduğu dernekler ve Kadınlar Halk Fırkası

Yine de birçok dernek kurulmuş ve kadınlar bu birlikteliklere emek vermişlerdir. Fatma Aliye 1908'de Rumeli hudutlarında savaşan askerlere giysi ve iç çamaşır temini için seferber olmak üzere Cemiyet-i İmdadiye'yi kurmuş ve başkanlığını yapmış. 1912'de Teali-i Nisvan cemiyetini kuran Halide Edib kadınların yükselişine epeyce mesai harcamıştır. Osmanlı Müdafaai Hukuk-u Nisvan Cemiyeti, Nezihe Muhittin'in kurduğu Esirgeme Derneği ve başka dernekler.

Sonunda Cumhuriyet'in demokrasinin bütün icaplarına açık olduğu düşüncesiyle coşan kadınlar, Nezihe Muhittin'in başkanlığında Kadınlar Halk Fırkasını oluşturmuş, böylece milleti hars, ilim, terbiye, refah ve saadet noktalarında bir araya davet eden Halk Fırkasına paralel hareket etmeye kalkışmışlardı. Bu çaba nasıl akim kaldı, kadınlar nasıl durduruldu ve dışlandı, Cumhuriyet'in yarattığı hayal kırıklığı Yaprak Zihnioğlu'nun Kadınsız İnkılab kitabında detaylarıyla görülebilir. Nezihe Muhittin ve arkadaşlarının Ankara'ya yaptıkları başvuruya gelen cevap olumsuzdu. "Tetkik edildiği, henüz siyasi haklarını almamış olan kadınların fırka teşkiline kanunen müsaade edilemeyeceği" cevabını almışlardı.

Osmanlı'da kadın hakları konusu sonuç olarak şöyle özetlenebilir: Osmanlı kadınları Tanzimat'tan itibaren zihinsel bir dönüşüm yaşamış ve dünyada olup bitenlerle yakından ilgilenerek müdahil olmaya çalıştıkları bir sürece girmişlerdir. Eğitim, yardımlaşma ve iktisadi alanlarda dernekler kurmuş hatta bir parti de oluşturarak siyasete aktif katılmaya teşebbüs etmişlerdir. Evlilik, toplumsal düzen, meşrutiyet, demokrasi, eğitim, tüketim, iktisadi hayat ve üretim meselelerini çıkardıkları dergilerde ve matbuatta tartışmış ve Avrupa'yı taklit yerine kendi değerlerinden yola çıkarak yeni bir toplumsal yapılanmanın yollarını aramışlardır. Bu, Avrupa'yı da çok yakından takip edip hiç gocunmadan hayırlı gördükleri şeyleri almalarına mani olmamıştır.

Günümüzde toplumu okuma yazma bilmeyen kadınlar dönemine hapsetmek isteyen yaklaşımlar hâlâ var ve hiç de marjinal yaklaşımlar değil ne yazık ki. Küçük dünyaların, gettoların içinde kadınlara rol dağıtan, sürekli ne yapmalarını gerektiğini söyleyen kanaat önderleri az değil. Oysa yeni dünyada insanın varlığını nasıl sürdüreceği tartışılıyor. İnsana yaraşır bir toplum, iş, çalışma ve paylaşma düzeni gerçekleştirilebilir mi bunlar konuşuluyor. "İnsandan Sonrası"nın baş gündem olduğu bir dünyada ufkumuz kadına ayar vermenin ötesine geçmek zorunda. İslam dünyasının bütün insanlığı içine alan kurucu fikirler ortaya koyması lazım ki, bu zor fakat elzem. Parıltılı bir zihnî inkişafın yolu zamanın ruhunu kavramaktan, kadına ve erkeğe farklı ahlak dayatmayı, cinsiyetçi üstünlük iddialarını terk etmekten geçiyor.

BİZE ULAŞIN