Said Yavuz: Bir kan sulandırma cümlesi: "Because it is there"

Bir kan sulandırma cümlesi: Because it is there
Giriş Tarihi: 1.04.2019 11:18 Son Güncelleme: 1.04.2019 11:18
Said Yavuz SAYI:55
Bir sevdanın adamı olmak diyorum; insanı yeryüzünde anlamlı kılan, ona eşref-i mahlûk olarak biçilen değerin hakkını vermek. Yani hiçbir uğraşı içinde olmayan birine yeniden rastladığında yola birtakım resimler çizdiği için selam veren peygamberin mesajını almak.

1924 yılında Everest'e tırmanan ve zirveye ulaşıp ulaşmadığı tam olarak bilinmeyen George Mallory, ölümcül birkaç tırmanma denemesinden sonra ve artık ölümüyle sonuçlanacak o meşhur tırmanışı öncesinde garip bir soruya muhatap olur. Bir şeye tutkuyla bağlı olanlara sorulabilecek en gereksiz sorudur belki bu. "Neden?" Sorunun gereksizliğine vurguyu içerdiği kadar, meşhur dağcının ayaklarını dağlara doğru çağıran tarihi bir cevap verir Mallory: Because it is there. "Çünkü orada duruyor." Bu cevabı vermesinden iki yıl önce ekibinden 7 kişiyi orada çığ düşmesi sonucu kaybetmiştir. Evliliği, üç çocuğu ve öncesinde dağda yaşadığı bütün bu olumsuzluklar onu son bir deneme yapmaktan alıkoyamaz. Çünkü orada duran bir şey vardır. Orada duran. Keşfedilmek için bekleyen.

Böyle sıra dışı arzulara sahip insanlar için hep orada duran bir şey vardır. Onun orada durması o insanları burada durmamaya zorlar. Ona erişinceye kadar çabalarlar. Sonunda Mallory'inin yaşadığına benzer bir akıbet onları bekliyor olsa da. Mallory'nin 28 bin fit yükseklikte öldüğü biliniyor. 1953'te başarıya ulaşan dağcılar o günlerde onun yaptığı haritalardan yararlandılar. Mallory'nin kaybolmasından 75 yıl sonra cesedi bulundu. Bileği kırılmıştı. Oraya gömüldü. İç cebinde eşinin fotoğrafı yoktu. Zirveye ulaştığında onu oraya gömeceğini söylemişti.


"Orada duran" şeylere karşı inanılmaz bir merak içindeki insanların o hedefe varmak için yaptıkları bize müthiş ilham veriyor. Orada duran şeylerin büyüklüğü, ihtişamı değişebilir elbette. Ama ona varmaya çalışan insanların iştiyakları ve ısrarları birbirine benzer.


"Orada duran" şeylere karşı inanılmaz bir merak içindeki insanların o hedefe varmak için yaptıkları bize müthiş ilham veriyor. "Orada duran" şeylerin büyüklüğü, ihtişamı değişebilir elbette. Ama ona varmaya çalışan insanların iştiyakları ve ısrarları birbirine benzer. Asla vazgeçmezler. Varlıklarını orada duran şeylere ulaşmaya adarlar. Ben, Everest'e tırmanmak hayali ile mesela kansere deva arayan bir doktorun hayalinin aynı ihtişama sahip olduğunu düşünürüm.

Bu satırları yazarken Burkina Faso'da yaşayan bir çiftçinin haberini okumuştum. Alternatif Nobel Ödülü'ne layık görülen 80 yaşında bir Afrikalı. Bir hayali vardı onun. Çölleşmeyi önlemek. Geleneksel bir yöntemle kurak mevsimde çukurlar açıyordu toprağa. Oraya bir takım organik maddeler atıyor, solucanların üremesini sağlıyordu. Solucanlar bir süre sonra toprakta delikler açıyorlardı. Bu delikler kurak mevsimde dahi suyun orada saklı bir şekilde durmasını sağlıyordu.

Böylece ciddi oranda bir toprağı çölleşmekten kurtardı Yakup Savadogo. O bu işleri yaparken gülüyorlardı. Sıradan insanların ufuklarına sığmayan böylesi durumlarda yaptıkları o şey. Yani 'neden Everest' gibi bir bakış atıyorlardı ona. "Delisin sen" diyorlardı. Şimdi Savadogo'yu konuşuyor bütün Afrika. Küçük ya da büyük bir şeyi başarmaya kendisini adamış insanlar kendileri hakkında konuşulanları da önemsemezler. Kendileri hakkındaki haberleri sıradan bir habermiş gibi geçiştirirler. Çünkü onlar için asıl ödül oraya varmak için sarf ettikleri çabanın sürekliliğidir. Aşklarını, tutkularını hiç kaybetmemiş olmalarıdır.


Japonların "kaizen" adını verdikleri bir teknik vardır. İnsanın miskinlıkten kurtulup hedefine nasıl varacağını işaret eden bir yöntem. Bu yöntem 'bir dakika' ilkesiyle çalışıyor: her gün, yalnızca 1 dakika.


Kalk ve işe yarar bir şey yap

İbrahim ağabeyi (Tenekeci) bir ziyaretimde bana belki 30 yıl boyunca biriktirdiği pul koleksiyonunu göstermişti. Sıradan öylesine toplanmış değildi bunlar. Adını Kayıp Topraklar olarak verdiği bir koleksiyon. I. Balkan Harbi'nden I. Dünya Savaşı'na kadar geçen iki yıl boyunca, kaybedilen Balkan topraklarını yani esir vatanı bir araya getirmişti. Gözlerimiz dola dola, hıncımız bilene bilene dinledik hikâyesini İşkodra'nın, Yanya'nın, Rodos'un, Gazze'nin… Düşünüyorum, bir sevdaya adamış kendini şair. Baktıkça bilincini diri tutacak, şiirini harlı kılacak, daim kalbini rikkat üzere taşıtacak bir güzel eylem bu. Sabırla, kâh Tahtakale'de, kâh Sahaflar Çarşısı'nda, kâh Anadolu'dan kendisinin bu merakını bilen dostlarında, bir müzayedede; gözleri hep kaybedilmiş o toprakların pullarında, öyle biriktirmiş. Bir ömür var, kataloğun arasında. Titizlikle ve zarifçe dizilmiş pullar ve altlarında el yazısı ile İbrahim ağabeyin yazısı. Tek tek anlatıyor. İşte şurası Fransız işgalindeyken, işte şurası henüz Yunan gâvurunun çizmeleri ile ezilmemişken.

İbrahim Tenekeci'ye, bin bir hüzün hikâyesiyle terk etmek zorunda bırakıldığımız şehirlerin pullarını niçin topluyorsun deselerdi o da tıpkı Mallory gibi "Çünkü o şehirler orada duruyor" diyecekti. O acılarla, o bizim olan yanlarıyla hâlâ. Bir sevdanın adamı olmak diyorum. İnsanı yeryüzünde anlamlı kılan, ona eşref-i mahlûk olarak biçilen değerin hakkını vermek. Yani hiçbir uğraşı içinde olmayan birine yeniden rastladığında yola birtakım resimler çizdiği için selam veren peygamberin mesajını almak. İşe yarar bir şeye kendini adamak. Ahmet Edip Başaran'ın ilk şiir kitabının son sayfasında bir mesaj vardı; Ezra Pound'dan alıntılayarak diyordu ki: "Kalk ve işe yarar bir şey yap." Şair sanki kendine yazdın bir şeyler, güzel bir toplam oluştu. Emeğinin karşılığını aldın Edip "Şimdi kalk yeniden bir işe sarıl" der gibiydi.


Büyük bir şeyi başarmak isteyen insanlar, haklarında konuşulanları önemsemezler.


Japonların "bir dakika" ilkesi

Japonların "kaizen" adını verdikleri bir teknik vardır. İnsanın miskinlikten kurtulup hedefine nasıl varacağını işaret eden bir yöntem. Bu yöntem 'bir dakika' ilkesiyle çalışıyor: her gün, yalnızca 1 dakika. Tekniğin amacı bu bir dakikayı diğer günlerde daha uzun zamanlara vardırmak. İnsanı sürekliliğe alıştırma temrinleri bu. Şunu demek istiyor bu teknik: "Neye varmak, neyi başarmak istiyorsanız ona zaman ayırmalısınız." Zaman ayırmadığınız şey sizin değildir. Zaman ayırmak yetmiyor, bir gün diğerinden biraz daha ilerde olmak zorunda. "Allah'ın en sevdiği amel az da olsa devamlı olanıdır" hadisi ile birlikte "iki günü eşit olan zarardadır" hadisini birlikte hatırladığımızda ihtiyacımız olan bilginin yanı başımızda olduğunu anlarız.

Bir insan her gün bir deniz kıyısına inse ve denize senden geçeceğim, bir gün gelecek senin üzerinde yürüyeceğim dese ve bunu büyük bir ısrar ve inatla sürdürse, o denizden geçmese bile, bir gün gerçekten onun üzerinden yürümek ona nasip olmasa bile onun üzerinden yürümekten daha büyük bir iş ortaya koymuş olur. İrade, sabır, ısrar. Bir insanı güzel kılan bu değil mi?

Çünkü "orada duruyor" cümlesinin kanımızı hızlandıran, bizi yerimizde rahat bırakmayacak bir tınısı var. Bizi rahatımızdan edecek, her gün peşinde koşturacak, orada duran o şey… Bazen insan sebatı orada duran şeylere borçludur. Yeter ki uykusunu kaçıracak o şeyi bulsun. Belki tırmanılacak bir dağdır o, belki el yapımı bir tespih, belki bir hastalığın çaresi, belki bir ırmağın ilk çıktığı yeri bulmak hevesi. Şu sözü söyleyen insanı düşünün: "Modern hayatın çökmesini ve her yeri yabani otların kaplamasını sabırsızlıkla bekliyorum." Ne büyük bir hayal. Dudak bükerek bakar kimileri bu hayale. Gülüp geçer. Ne gereksiz bir düşüncedir bu onlara göre. Ama yönetmen Miyazaki adamıştır kendini böylesi bir dünyaya. Dudak bükenlerin akıllarının almadığı uzaklıklara ulaştırmıştır mesajını. Komşum Totoro'yu, Ödünç Alıcılar'ı izleyen çocuklar böyle dünyaları kurmak fikriyle büyüyorlar. Kendini bir şeye adamak diyorum. Başka da bir şey demiyorum.

BİZE ULAŞIN