İNSANLARLA SİYONİSTLER ARASINDAKİ SAVAŞTA İKİNCİ YIL

Barış Ertem 12 Kasım 2025, Çarşamba

Lacivert Dergi'deki yazılarımı takip eden kıymetli okuyucular, akademik çalışma alanıma da uygun olarak, konuları genellikle tarih bilimi açısından incelemeyi tercih ettiğimi bilir. Zaten İsrail meselesini bu açıdan incelediğim "Siyonizm'in Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve İsrail Devleti'nin Kurulma Süreci" başlıklı bir yazım Lacivert Dergi'nin 107. sayısında yayımlanmıştı. Naçizane önem verdiğim bu konuyu daha akademik ağırlıklı ve daha ayrıntılı incelediğim makalelerim de var. Ancak bu kez, daha "güncel" bir yazıyı tercih ettim. Çünkü sorun, her zamankinden daha "güncel."

Aslında hem sorun hem de sorunun tarafları son derece net. Sorun, kendisini "devlet" olarak tanımlayan İsrail adlı uluslararası Siyonist suç örgütünün, yaklaşık 350 kilometrekarelik (yani yaklaşık Mamak ya da Beykoz ilçeleri kadar) bir alana sıkıştırılmış 2 buçuk milyon sivil insana yönelik silahla, zorla yer değiştirmeyle ya da aç bırakmayla uyguladığı soykırım. Taraflar ise insanlar ve Siyonistler. Bu açık tabloda, insanların tarafında olmak için Müslüman, Arap ya da "Orta Doğulu" olmak gerekmiyor. Bunun artık dinle, kökenle ya da bölgeyle doğrudan bir ilgisi yok. Gerekli tek şart, insan olmak. Çünkü insanın karşısında, kendi inancından olmayanın insan olmadığına, gözlerinin rahatsız olmaması için insan görüntüsüyle yaratıldığına inanan, saplantılı bir inanç sistemi ve o inanç sistemiyle yönetilen bir "devlet" var.

İnsanlık, binlerce yıllık tarihinde hiçbir soykırıma bu kadar net bir şekilde şahitlik etmedi. Kendisine "devlet" diyen hiçbir yapı, ya da onun başında kendine "lider, iktidar" vs. diyen hiçbir yönetim, "canlı yayında" bebeğiyle, kadınıyla, yaşlısıyla, çocuğuyla en az 70 bin silahsız, sivil insanı, saklama
gereği bile duymadan, açıkça katletmedi. İlçe büyüklüğündeki bir bölgeyi okuluyla, hastanesiyle, yiyecek dağıtım alanlarıyla birlikte 100 bin tondan fazla bombayla enkaza çevirmedi.

Aslında son iki yıldır şahit olduğumuz şey, insanlık tarihinin belki en net, en şüphesiz, en korkunç, en organize suçu. 15 cm uzunluğunda ve 10 cm genişliğindeki cep telefonlarımızın ekranlarından, bir İsrail bombasıyla birkaç saniye içinde yıkılan binaları, altında kalan insanları izleyebiliyoruz.
Hastanelerin, okulların bombalandığına şahit olmamız için birkaç tuşa dokunmamız yetiyor. Her şey gözlerimizin önünde oluyor, her gün daha da büyüyen, daha da şerefsizleşen bir suça tanıklık ediyoruz.

Devlet kılığında terör örgütü
"İsrail" adlı terör örgütü bu suçları yalnızca Gazze ya da Batı Şeria sınırları içinde işlemiyor. Suriye'de, Lübnan'da, Yemen'de ya da İran'da da hiç çekinmeden operasyonlar, suikastlar gerçekleştiriyor. Hem egemen bir devletin başkenti hem de dünyanın en büyük finans merkezlerinden biri olan
Katar'ın başkenti Doha'da, ateşkes görüşmeleri için orada bulunan Filistin heyetini hedef alıyor. Uçaklarıyla hava sahalarını ihlâl edip başkentleri bombalıyor. Ve bunları saklama, bunlara herhangi bir mazeret sunma gereği bile duymuyor.

Aksine, devam edeceğini açıkça ilân ediyor. Ediyor, çünkü normal bir devletin küresel ambargolarla, direnilmesi imkânsız yaptırımlarla karşılaşacağı bu suçlar sebebiyle hesap vermesi bile istenmiyor. İçeriğinde ceza olan hiçbir uluslararası hukuk kuralı İsrail adlı bu terör örgütüne karşı uygulanmıyor. Bu, yalnızca son iki yılın değil, bu terör yapısının "devlet" olarak ilân edildiği 1948'den beri geçen her yılın bir gerçeği. Kurulduğu günden beri bölge ülkelerine saldırıyor, işgal yöntemiyle sınırları değiştiriyor, temiz su kaynaklarını zorla ele geçiriyor, sivilleri kitlesel göçlere zorluyor, zorla göç ettirdiği insanların gıdaya erişimini silahla engelleyerek açlığa sebep oluyor. Birleşmiş Milletler kararlarına göre 1967'den beri işgalci durumunda ve hiçbir bedel ödemedi.

İnsanlığın, dünyanın ortak İsrail sorunu bu kadar açıkken, çözümü maalesef bu kadar basit değil. Hatta sorunun olası çözümü, kendisinden bile daha zor. Çünkü bildiğimiz, geleneksel çözüm yöntemlerinin her aşamasında karşımıza bu kez bir Amerika Birleşik Devletleri engeli çıkıyor.

ABD, herkesin bildiği gibi, İsrail'in işlediği tüm suçlarda, gerçekleştirdiği tüm işgallerde ve son iki yıldır soykırımda kesin bir şekilde onun yanında yer alıyor. İsrail'in diplomatik ya da ekonomik olarak yaptırıma uğramasını, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve tüm küresel yapılarda, teşkilâtlarda
engelliyor. Bu, İsrail'in kurulduğu 1948 yılından, hatta kurulduğu günden beri değişmedi. Öyle ki, ABD, İsrail'i kurulduğu gün, üzerinden 24 saat geçmeden tanımıştı.

Anormal ABD-İsrail ilişkisi ABD ile İsrail arasındaki bu ilişkiyi "ABD'nin Orta Doğu'yu istediği gibi şekillendirmek için İsrail'i kullanması" şeklinde analiz eden pek çok değerlendirme var. Bazı yönleriyle de kabul edilebilir bir tez. Ancak ben, ABD ile İsrail arasında bir "koruyan güçlü ve korunan zayıf" ilişkisi ya da bir hiyerarşi olduğuna katılmıyorum.Hatta iki ülke (burada zorlanarak da olsa, diplomatik açıdan İsrail'i de ülke olarak kabul etmek
zorundayız) arasında bir hiyerarşi varsa, üst olanın ABD değil, İsrail olduğunu düşünüyorum. Küresel Yahudi sermayesinin ABD ekonomisi içindeki büyük payı ya da ABD yönetiminde "İsrail lobisi"nin etkisi soğukkanlılıkla dikkate alındığında bu durum daha da netleşiyor.

Ek olarak, diplomasi tarihi üzerine çalışan ya da bu alanla ilgilenen herkesin bildiği gibi, ülkeler arasındaki ilişkiler çıkarlara, yönetimlere ya da konjonktüre göre dönemler arasında değişiklik gösterir. Birkaç yıl önce müttefik olan devletler, birkaç yıl sonra birbirinden uzaklaşır, hatta düşman bile olabilir. Uluslararası ilişkilerin "normali" aslında budur. Ancak ABD ile İsrail arasındaki ilişkinin yaklaşık 80 yıllık tarihini incelediğimizde böyle bir değişim görmüyoruz. II. Dünya Savaşı sonrası geçiş süreci, Soğuk Savaş, Soğuk Savaş sonrası yeni küresel değişimler, ekonomik krizler, yeni
kurulan ya da dağılan uluslararası teşkilâtlar vs. hiçbir değişim, ABD ile İsrail arasındaki ilişkiyi değiştirmemiş. Açıkçası bundan sonra da değiştirecek gibi görünmüyor.

Bu durum, bize ABD-İsrail ilişkisinin yalnızca çıkara, döneme ya da konjonktüre dayalı klasik bir ilişki olmadığını, geleneksel diplomatik kurallara hiç uymayan, dolayısıyla yeniden tanımlanması gereken bir ortaklık olduğunu gösteriyor. Ve İsrail'in ABD'ye (yalnızca desteğine değil, ABD'nin kendisine) sahip olması, ona geleneksel yöntemlerle ekonomik, diplomatik ya da geçmişteki Arap-İsrail Savaşlarında da şahit olduğumuz gibi askerî yaptırım uygulanmasını imkânsız kılıyor.

Hatta İsrail'i durdurmak bir tarafa, onu caydırmaya, işlediği suçları bir kez daha değerlendirmek zorunda bırakmaya bile yetmiyor. Öyle ki, İsrail, 2 yıldır işlediği soykırım suçuna mazeret üretme, kendini savunma gereği bile duymuyor, açıkça bu suçlarına Gazze dışında da devam edeceğini söylüyor. Hatta (insanî değil diplomatik sebeplerle bile olsa) Gazze'nin direnişini destekleyen, Filistin'i tanıyacağını duyuran Avrupa ülkelerinin NATO üyesi liderlerini açıkça tehdit etmekten bile çekinmiyor.


Yeni bir diplomasi gerek İsrail'i durdurma konusunda insanlığın yeni bir diplomasi geliştirmesi gerek. İsrail'in suçlarına ortak olmanın maliyetinin ABD
için bile taşınamaz kadar ağır olacağı yeni diplomatik yöntemler, yaptırım sistemleri üretilmesi gerekiyor. Bu tek başına Türkiye'nin görevi değil. Açıkçası, tek başına Türkiye'nin ya da herhangi bir devletin yapabileceği bir şey de değil. Tek tek vatandaşlar ya da STK'lar da böyle bir değişimi gerçekleştiremez.

Kendisine yönelik gerçekleşen sivil protesto eylemleri İsrail'i rahatsız bile etmiyor. BM kararıyla yaklaşık 60 yıldır işgalci konumunda olduğu Gazze kıyılarını "kendi toprağı" olarak tanımlayıp yaklaşan sivil gemilere "güvenliğine yönelik tehdit olduğu" gerekçesiyle uluslararası sularda askerî müdahalede bulunabiliyor, el koyabiliyor, içindeki çeşitli ülkelerden aktivistleri, ülkelerinin ya da dünya kamuoyunun olası tepkilerine aldırmadan gözaltına alıp üçüncü ülkelere sınır dışı edebiliyor. Dolayısıyla, İsrail'i durduracak yeni bir diplomasi, yeni bir "dünya kuralı" üretilecekse, bu, İsrail'in suçlarından samimiyetle rahatsız olan ya da çıkarlarına uygun görmeyen ülkelerin ortak çalışmasıyla mümkün.

Bu olmadan, mevcut dünya düzeni ile İsrail'i durdurmak, hamasetten uzak ve net bir ifadeyle, maalesef mümkün değil. Zaten Türkiye ve onun lideri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da ilk günden itibaren bu gerçeği isabetle analiz ettiği için gerek BM gerek İİT, gerekse diğer uluslararası kuruluşlar başta, tüm dünyayı İsrail'in suçlarına karşı ortak hareket etmeye davet ediyor. Çünkü başarıya ulaşabilecek tek yöntem bu. Bizim
de tek tek vatandaşlar olarak artık bu gerçeğin farkına varıp soğukkanlı değerlendirmeler yapmamız, özellikle hamasetin bizi etkilemesine, yumuşatmasına, oyalamasına izin vermememiz gerekiyor. Çünkü dünya tarihinin en zor sınavlarından birinin doğrudan içindeyiz, doğrudan şahidiyiz, insan olarak, birey olarak gücümüz sınırında sorumluyuz.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.