PAROLA: YARGISIZ İNFAZ

Birol Biçer 25 Haziran 2025, Çarşamba
Dünyada son yıllarda sosyal medyanın da etkisiyle yükselen bir eğilim var. Son 15 yıl içinde ABD’de başlayıp küresel boyuta ulaşan bu eğilime “cancel culture” diyorlar. Kendi kafasına uymayanı eleştiri ve protestonun da ötesine geçerek silme, sıfırlama, dışlama, değersizleştirme, ötekileştirmeye dayanıyor. Ancak bu tür yaklaşımlar şirazesinden çıktıkça ve çirkinleştikçe adeta bir linç dalgasına dönüşüyor. O yüzden buna “linç kültürü” de deniliyor. Adındaki kültür ibaresi çok sırıtıyor ama asıl sorun da zaten bu eğilimin bir kültür haline gelmeye başlaması. Bu yeni yargısız infaz furyasını iki kelimeyle özetlemek mümkün: Vurun abalıya!

Eski hastalığı küreselleştiren teknolojik dönem

İnsanların hoşlanmadıkları, farklı buldukları, tehdit olarak gördükleri kimseleri dışlama, ötekileştirme, değersizleştirme, itibarını zedeleme, rezil etme eğilimleri yeni bir şey değil. Bilakis hemen her toplumda belli ölçüde yer edinmiş olan ve eskiden beri süregelen bir ayrımcılık ya da nefret türü. Ama eski dönemlerin bilgi ve iletişim araçları bunun yaygınlaşmasına, anlık tepkiye dönüşmesine, kitleselleşmesine pek el vermiyordu. Görüntülü ve yazılı medya döneminde bu eğilim biraz daha depreşir olsa da bugünkü haline ulaşamamıştı. Ne zaman ki internet icat edildi, sosyal medya denilen şey keşfedildi, o zaman linç, itibarsızlaştırma ve silme eğilimi bu maraza tutulmuş olanların ekmeğine yağ sürdü. Sosyal medya araçları linççilere büyük bir süratle organize olma fırsatının yanında abartılı tavırlarını, iddia ya da iftiralarını anonim kalarak yaygınlaştırma imkânı verdi ve daha önceleri zaman-mekân açısından sınırlı ve daha az etkili kalan linç kültürünü yüksek bulaşıcılığa, etkin bir silaha dönüştürme fırsatı sundu. Son 15 yılda yaşanan sosyal medya patlamasıyla linç, itibar suikastı, yargısız infaz, çamur atma eğilimleri süratle küreselleşti, sıradanlaştı ve adeta normalleşti. Artık hoşlanmadığınız birini sırf size benzemiyor diye lanetlemek, şeytanlaştırmak, itibarsızlaştırmak çocuk oyuncağı. Üstelik onun hakkında üretilen doğru ya da yanlış yorumlar, dedikodular, iddialar, suçlar ışık hızıyla yayılabiliyor. Sineklerin bir anda pisliğe üşüşmesi gibi aynı maraza tutulmuş tipler böyle söylentilerin başına anında toplanabiliyor, onları daha da köpürtüp çoğaltabiliyorlar. Aynı teknolojiyle toplumda aksaklıkları, gerginlikleri kullanarak yönlendirmek isteyen manipülatörlere, trollere de gün doğmuş oldu böylece. Hedef seçilen kimse bir de tanınmış olunca iş çok daha kolaylaşıyordu. Bunun adına da "kültür" dendi iyi mi!

"Cancel culture, 1970'lerde Doğu Avrupa'daki komünist sisteme benziyor"

Fransız akademisyen Hubert Heckmann'ın birkaç yıl önce yayınlanmış olan kitabı "Cancel!" adından da anlaşılacağı üzere Amerika Birleşik Devletleri'nden ithal edilen iptal/linç kültürü olgusunu ele alıyor. Bir söyleşisinden aktarımla Heckmann'ın bazı tespitlerini dikkate almanın faydalı olabileceğini düşünüyorum: "Sansür kültürünün yükselişi aslında gerçek bir gerilemeye, gerçek kültürün silinmesi tehdidine yol açar. (…) Linç-iptal dışlama kültürü totaliter toplumlara özgü bazı aşırılıkları hatırlatsa da, Nazi veya Stalinist terörün yönetimi altında yaşamıyoruz; Tanrı'ya şükür iptal kültürünün kurbanları henüz fiziksel olarak ortadan kaldırılmıyor. Oysa ideolojik sindirme, kamp tehdidine başvurmadan da işlev görür. İptal kültürü,
Václav Havel'in 'post-totaliter' olarak adlandırdığı, Stalinizmin baskıcı araçlarını kullanmadan diktatörlüğü sürdürdüğü için 1970'lerde Doğu Avrupa'daki komünist sisteme benziyor: Post-totaliter sistemde, çatışma çizgisi fiilen her bireyden geçer, çünkü her biri kendi yolunda hem sistemin kurbanı hem de destekçisidir. Dolayısıyla sistemden kastettiğimiz, birinin diğerine dayattığı bir düzen değil, toplumun tamamından geçen ve toplumun tamamının yaratılmasına katkıda bulunduğu bir şeydir. 'Toplumun kendi kendine totalitarizmidir'; kendimi korkakça ideolojik sloganlara teslim ettiğim, kendimi aynı anda boyun eğmeye teşvik ettiğim diğer insanlara iyi görünmek için kendimi teslim ettiğim olgudur. Sosyal medya şimdi böyle bir karşılıklı gözetim ve sindirme sistemini yeniden yaratıyor ve iptal kültürünün rıza gösteren kurbanları da bu sistemin birincil bekçi köpekleridir. Kendini totaliter bir mekanizma olarak tanımlayan bu mekanizmayı kolektif korkaklık yönetir, ancak bireysel cesaretin bir kum tanesi bile onu durdurabilir."

Farklı bir bakış: "Bu kültüre haksızlık etmeyelim"

Linç kuşkusuz korkunç bir beyin tutulması, ikiyüzlülük ve vahşet ancak orijinali "cancel culture" (iptal kültürü) olan eğilimi sadece linç ile özdeşleştirmek yanlış. Zira bu hareket içinde salt linç barındırmıyor; daha büyük ölçüde protesto, tepki, meydan okuma, hak arayışı, sorgulamayı da içeriyor. Bu nedenle linç kültürü denilen şey ile iptal, itiraz, protesto kültürünü aynı kefede değerlendirmek büyük bir haksızlık olur. Özellikle kitlesel haksızlıklar söz konusu olduğu zaman. California Üniversitesi'nde tarihçi öğretim üyesi olan Laure Murat iptal/linç kültürü hakkında, bahsettiğimiz açıdan, onu onaylar nitelikte farklı bir görüşe sahip. 2022'de yazdığı Qui Annule Quoi (Kim Neyi İptal Ediyor?) adlı kitabında da bu perspektifini ortaya koyuyor ve "iptal kültürü" de denilen şeyin temsilcilerine yöneltilen olağan suçlamaları çürüterek, "protesto kültürü" terimini tercih ediyor. Tarihçi Murat, kitabında "iptal kültürü"nün pek çok olumlu yönünü ele alıyor ve bu hareketin "azınlıkların ifade özgürlüklerini kullanmalarının kritik bir aracı ve iktidar alanlarına yönelik halk baskısının" uygulanması olduğunu düşünüyor. Murat'a göre bizim linç kültürü de dediğimiz iptal kültürü teriminin tamamen olumsuz ve vahşice bir şey olarak damgalanmasının altında "Amerikan sağının ilerici talepleri itibarsızlaştırmak için uydurduğu bir ifade" olması yatıyor. Tarihçi buna karşılık "sorumluluk kültürü"nden bahsetmenin daha uygun olacağına inanıyor. Kitabının arka kapağındaki şu ibareler de son derece manidar: "Ya iptal/linç kültürü, artık gücünü yitirmekte olan ve günümüzde hoşgörüsüzleşen bir demokrasinin mantıki ve kaçınılmaz bir tezahürüyse? Kendi düşüncesizliklerine kör, kölelik ve sömürgeciliğin suçlarını ve sayısız sonuçlarını fark edemeyen sözde evrenselci bir toplumda Batı düşüncesinin ve dizginlerini koparmış kapitalizmin doğal olarak doğurduğu bir evlatsa… İptal kültürünün şiddetini, gücün vahşetinden başka hiçbir yerde aramayın. İşte tehlike de çıkmaz da burada."

"Linç ya da iptal kültürünün en büyük mağdurları Filistin'in hakkını savunanlar"

"Cancel Culture" ya da bizdeki deyişle linç kültürü ABD ve diğer Batılı ülkelerde kendini en yoğun ve kurumsal biçimde 7 Eylül hadiselerinden sonra
İsrail'in Gazze'ye yönelik ayrımsız ve acımasız saldırılarından sonra gösterdi. İsrail'in insanlık dışı katliamlarını eleştiren ve Filistinlilerin hakkını savunan üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri ve gazeteciler resmi kurumlar, üniversiteler ve medya tarafından sistemli, kurumsal ve şiddetli bir lince uğratıldılar. Bunlardan biri de Britanyalı- Amerikalı gazeteci-tv programcısı Mehdi Hasan oldu. Hasan bağımsız gazeteciliği ve dobralığıyla biliniyordu. Ancak bu yaklaşımı özellikle Trump Amerika'sında pahalıya patladı. 7 Ekim 2023 hadiselerinin ardından başlayan İsrail'in Gazze'ye vahşice saldırılarından sonra Filistinlileri savunan yaklaşımı nedeniyle MSNBC'deki iki programı yayından kaldırıldı. Kendisine "aptalın teki" diyen Trump'ın yardımcısı J. D. Vance başta olmak üzere medyatik linç mağduru oldu. Hasan'ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir söyleşisinde sarfettiği sözler oldukça manidar: "Özellikle ABD medya kuruluşlarının, ama genel olarak medya kuruluşlarının, ırkçılık, faşizmin yükselişi, Gazze'deki soykırım gibi günümüzün büyük sorunlarına karşı tavır alma şeklinden bıkmıştım, Zeteo'yu kurmanın bütün amacı bağımsız olmaktı." Kendisi de sosyal medya linci mağduru olan Mehdi Hasan özellikle ABD ve Batı'daki en büyük linç kültürü mağdurlarını şu sözlerle değerlendiriyor: "7 Ekim'den sonra, İsrail'in bazı destekçileri arasında tuhaf, şiddet yanlısı bir çizgi yükseliyor. Şu anda içinde yaşadığımız bağlam bu. Ama ben bunu daha geniş bir perspektife oturtmak istiyorum. Batı medyasındaysanız, olası bir medya linciyle karşı karşıyasınız demektir. Sağcıların linç kültüründen bahsetmesi komik zira linç kültürünün en büyük kurbanları, ister kampüste ister medyada olsun, her zaman Filistin davasının destekçileri olmuştur."

Bir adalet kültürü olsaydı…

Bizim linç kültürü ve iptal kültürü olarak ikiye ayırma ihtiyacı hissettiğimiz akımı ele aldığı bir yazısında Amerikalı siyaset yazarı Amanda Marcot şöyle bir soru soruyor: "Bir adalet kültürümüz olsaydı, iptal (ya da linç) kültürü konusunda endişelenmemiz gerekir miydi?" Hadise linç boyutuna varmayıp, itiraz ve protesto boyutunda kaldığı zaman iptal kültürünün cinsiyetçilik, ırkçılık, yolsuzluk ve her türlü tacizle mücadelede son derece etkili bir yol olduğunu yakın tarihte defalarca gördük. ABD'de başlayarak dünyaya yayılan MeToo hareketi ile birçok cinsel taciz ve suiistimal vakasının ortaya dökülmesi, birçok ünlü ve siyasetçinin gerçek yüzünün ortaya çıkması gibi… Meseleyi linç boyutundan değil de iptal boyutundan ele alırsak suç işleyenleri, ırkçıları, tecavüzcüleri, yolsuzluk yapanları cezalandırma konusunda bir adalet sistemine güvenemediklerinde insanlar iptale de lince de yönlenebiliyorlar. Amerikalı ünlü Hollywood yapımcısı Harvey Weinstein vakası bunu gayet güzel gösterdi mesela. Weinstein 2018 yılında birkaç kadın tarafından taciz ve tecavüzle suçlandı. Ancak bu durum yargı ve emniyet tarafından ısrarla görmezden gelindi, zira suçlanan itibarlı, zengin,
ünlü ve Yahudi bir Hollywood yapımcısıydı, yüksek mevkilerde çok iyi dostları vardı. Ancak iddialar sosyal medyada #MeToo hareketine ve bu hareket de büyük bir toplum baskısına dönüşünce emniyet de yargı da harekete geçmek zorunda kaldı. İşte bu noktada iptal-itiraz-protesto kültürü zorla da olsa adalet kültürünü ya da bir adalet kültürü umudunu harekete geçirdi.

Putlar gibi göklere çıkarıp şeytanlar gibi taşlamak

Sosyal medya ile özdeşleşmiş olan linç kültürü artık internetin olduğu, Instagram, X ya da TikTok'un revaç gördüğü hemen her ülkede toplumda az ya da çok yer edindi. Ancak bunlar içinde en acımasızı ve en zehirlisi Güney Kore'deki olsa gerek. K-pop ya da K-wave denilen Güney Kore popüler kültürü ve yıldızları dünyayı kasıp kavuruyor ancak bu abartılı parıltının ardında son derece zehirli bir kültür de yatıyor. Bu kültürde yıldızlar çoğu zaman put mertebesine yükseltiliyor ama madalyonun diğer tarafında kusurları ortaya çıktığında acımasız tepkilere maruz kalıyorlar. Bir Koreli yazarın ifadesiyle "putlar gibi göklere çıkarılıyor, şeytanlar gibi taşlanıyorlar". Güney Kore ünlü pop kültürünün bu zehirli tarafındaçoğunlukla linç kültürü, bir anda silinme ve siber zorbalık yer alıyor. Ünlülerini çok yüksek ahlaki standartlara tabi tutan bir toplumda, normdan en ufak bir sapma bile kariyerleri mahvedebilecek bir halk tepkisine yol açabiliyor. Nitekim bu durumun neden olduğu baskı birçok genç yıldızı bunalıma sürüklüyor. Güney Kore'nin eğlence sektörü son yıllarda şok edici sayıda genç ünlünün ölümüne tanık oldu ve bunların birçoğu intihar etti. Başlıca sebep ise haklarında medyada ve sosyal medyada yürütülen dedikodular, ithamlar ve psikolojik baskıydı. Birkaç örnekle anlatalım: Çevrimiçi ortamda haklarında dolaştırılan olumsuz yorumlar ve iddialarla yıpranan kız pop grubu F(x)'in solisti Sulli ve aynı grubun bir başka üyesi olan Goo Hara birkaç hafta arayla 2019'da intihar etti. Sulli eski erkek arkadaşıyla kamuoyuna yansıyan bir hukuk mücadelesine girmişti ve ruh sağlığı, kamuoyunun kişisel hayatına olan müdahaleci ilgisi nedeniyle bunalıma girmişti. 2023'te Parazit adlı dizinin yıldızı Lee Sun-gyun yasadışı uyuşturucu kullanımı iddialarıyla gündeme geldi. Birkaç gün içinde oynayacağı film projelerinden çıkarıldı, boy gösterdiği reklamlar iptal edildi, bir anda türlü türlü yorum ve ithama konu oldu. Birkaç hafta sonra intihar etti.

K-Linç kültürü: Parıltılı hayatın zehirli yüzü

Yine popüler erkek grubu Astro'nun üyesi olan Moon Bin oldukça sevilen bir figürdü. Başarısına rağmen, şöhretin ağır duygusal bedeliyle mücadele etti. Bu durum onu 2023'te intihara sürükledi. SHINee grubunun solisti Jonghyun (Kim Jong-hyun) ise Aralık 2017'de intihar etti. Depresyonla mücadele ediyordu ve ruh sağlığıyla ilgili mücadelesini anlatan yürek parçalayıcı bir not bırakmıştı. Kim Sae-ron bir zamanlar Güney Kore'nin en umut vadeden film yıldızlarından biriydi. Bu genç aktris 2022'de Seul'de alkollü araç kullanırken kaza yapıp esnafın dükkânlarına zarar verince acımasız bir sosyal medya lincine maruz kaldı. Kamuoyundan özür dilemesine ve zarara uğrattığı esnafa tazminat ödemesine rağmen, şahsına karşı yürütülen amansız kampanya bitmek bilmedi. Çevrimiçi zorbalık, beden aşağılaması ve depresyonla mücadele etmek zorunda kaldı. Sonunda psikolojisi bozuldu ve 2024'te intihar etti.

Sosyal medyadaki K-Linç kültürü onun ölümüyle son buldu sanılırken yön değiştirdi ve bu defa onun eski erkek arkadaşı olan başka bir ünlü aktöre yöneldi. Kim Soo-hyun Güney Koreli bir aktör ve modeldi. 37 yaşında Güney Kore'nin en yüksek ücretli oyuncusu olmuştu. Ancak kendisinin doğum gününde intihar eden eski sevgilisi Kim Sae-ron ile henüz reşit olmadığı dönemde ilişki yaşadığı iddiaları yayılmaya başlayınca tüm bunların doğru olmadığını iddia etse de ok yaydan fırlamıştı bir kere. Moda markası Prada, Kim Soo-hyun ile olan işbirliğini sonlandırdı. Güney Koreli kozmetik şirketi Dinto, tartışmanın ciddiyetini gerekçe göstererek onunla olan bir yıllık sözleşmesini feshetti.

Benzer Haberler

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.