OTUZ YIL ÖNCE BU KADAR HASTALIK YOKTU

Yavuz Dizdar 13 Mayıs 2025, Salı
Sağlık, son yıllarda tıbbi bir mesele olmaktan çıkıp, toplumsal ve bireysel bir bilinç meselesine dönüştü. İnsanlar artık yalnızca hastalıklarını tedavi ettirmenin değil, fiziksel ve psikolojik olarak mutlak bir iyilik hali içinde olmanın peşinde. Diğer taraftan modern tıbba duyulan güvenin giderek sarsılması ve ilaç endüstrisinin yönlendirdiği sağlık sistemine dair zihinlerde oluşan şüpheler insanları takviye gıdalara ve alternatif tıp yöntemlerine itiyor. Pandemi süreciyle birlikte daha da alevlenen bu tartışmalar, aşılardan ilaçlı tarıma, takviye gıdalardan kanserin kökenine kadar pek çok konu etrafında dönüyor. Ana akım tıbbın dışındaki yorumlarıyla ve doktorluk mesleğine içeriden getirdiği eleştirilerle dikkat çeken Yavuz Dizdar’a modern tıbbın içinde bulunduğu krizi, sağlığın nasıl bir pazara dönüştüğünü ve insanların kendi bedenlerine karşı giderek artan sorumluluk duygusunu sorduk. “Artık hastalıkların nedenini ortadan kaldırmaya odaklanmamız gerekiyor” diyen Dizdar, tıp anlayışının değişmeye mahkum olduğunu vurguluyor.

Hastalık hastalığı gibi tanımlamalar eskiden beri var ama bugünlerde bu tanımlar değişiyor gibi. Artık bir "sağlık hastalığı"ndan bahsedebilir miyiz?
Yaşlılarda olduğu gibi gençlerde de var bu takıntı. Çok gençlerde varsa bunun patolojik olduğu söylenebilir ama makul düzeylerde ortaya çıkışı 30'lu yaşlardan itibaren başlıyor, 40'lar 50'ler gibi doruğa ulaşabiliyor. Hastalık hastalığını ortaya çıkaran bazı koşullar var; bunlardan biri kişinin ekonomik beklentisinin çok yüksek olması. Diğer ve daha kesin bir koşul ise kişinin ortalama toplumdan ve ortalama hayattan uzak yaşaması. İnsan olayların
içindeyse, günlük hayatın merkezinde yaşıyorsa kendisiyle alakalı takıntıları azalır. Aksine kişi sokaktan ne kadar uzaklaşırsa kendi sağlığına o kadar fazla düşebiliyor. Bu durumda sık sık doktora gider, istenen tetkiklerin hepsini yerine getirir, çıkan sonuçlardan tatmin olmaz ve endişesi bir türlü
bitmez. Bazı durumlarda daha patolojik bir hal alabilir; eğer kişinin ekonomik olarak bir sorunu yoksa bütün seçenekleri denemeye başlar. Hem hastaneye gider hem de akupunkturcuya. Onunla da yetinmez, enerji terapistine gider. Son zamanlarda artan vitamin, mineral ve takviye merakı da bu kaygının daha küçük düzeyde bir tezahürü bence.

Wellness, biohacking gibi sağlık akımları giderek mevzi kazanıyor. Sizce insanlar neden fiziksel ve psikolojik olarak mükemmel hissetmeleri gerektiğine inanıyorlar?
"Kendini tam bir iyilik halinde hissetme" diye bir şey bence yok. Dünya Sağlık Örgütü sağlıklı olma halini "kişinin fiziksel, psikolojik ve sosyolojik olarak iyi hissetmesi" olarak tanımlıyor. Ama bana sorarsan, sağlıklı hissetme hali aralıktır yani iki hastalığın arasında geçen süredir. Kendini mutlak bir iyilik içinde hissetmek isteyenler hem fiziken hem de ruhen mükemmel olarak duyumsayacaklarını zannediyorlarsa ağır bir yanılgı içindeler. Çünkü insanın neşesi ve üzüntüsü geçici olduğu gibi sağlıklı olma hali de geçicidir. İnsanın kendini sağlıklı hissetmemesi için hasta olmasına da gerek yok; bazen uykunu yeterince alamazsın ve gün boyu enerjin yeterli olmaz. Dolayısıyla sağlıklı hissetmek kesin kriterlere bağlı bir kavram değil. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki günlük rutindeki hayat gailesinden ne kadar uzaklaşırsan o kadar fazla sağlığını, konforunu ve psikolojini düşünmeye başlarsın ve ters orantılı bir şekilde sağlığın, konforun ve psikolojin bozulur.
Mutlak iyilik peşinde koşanlar hayat gailesinden kaynaklanan fiziksel ve psikolojik aktivite boşluğunu pilates, yoga gibi yalancı etkinliklerle doldurmaya çalışıyorlar. Bir örnek vereyim; bir yazar arkadaşım beni bir zikir meclisine davet etti. Gitmek istemedim ama ısrarlarına dayanamayıp, "Tamam, gelirim ama bir köşede otururum" dedim. Taksim'de meydana çok yakın bir yere gittik. Grubun başında bir hanımefendi vardı. Gelen kişilere kısa bir göz attığınızda yoga matından kalkıp geldikleri her hallerinden belliydi. Sabah meditasyonla başlayıp gündüz falanca terapiye giden, akşamı da zikir meclisinde geçiren insanlar bunlar. Bu işlerin sonu yoktur ve sebebi de kişinin hayatta amacını bulamamasıdır.

Ana akım tıpla aranız ne zaman bozuldu?
Bundan on beş yıl önce gazetede bir köşe yazısı okudum. Bu yazının peşine düştükten sonra Türkiye'de beslenme sisteminin ciddi bir şekilde bozulduğunu fark ettim. Beslenme sisteminin bozulmasından kastım hazır ve paketli gıdalarla beslenme alışkanlığının çoğalması değil. Bize özgü olan tarım ve hayvancılık ürünlerinin üretim teknolojisi değişmişti. Ben bundan hareketle, sebebini anlayamadığımız ve giderek yayılan bazı hastalıkların beslenme alışkanlıklarından kaynaklandığını düşünmeye başladım. Çünkü otuz yıl önce bu kadar fazla hastalık yoktu. İlginçtir, otuz sene önce hayat gailesi olmayan insan sayısı bugüne kıyasla çok daha azdı ama bu başka bir mesele… Kanser gibi sebebi net olarak açıklanamayan hastalıkları yiyip içtiğimiz ürünlerin üretim sistemiyle ilişkilendirdiğim düşüncelerimi üç ayrı bildiri haline getirdim ve Ulusal Kanser Kongresi'ne gönderdim. Üçünü de reddettiler. Hâlbuki kongrenin en azından poster olarak bildirileri tartışmaya açmalarını bekliyordum. Ben fikirlerimi çeşitli platformlarda paylaşmaya devam ettim ve zamanla camiada bana karşı bir reaksiyon da oluşmaya başladı.


Bu bildirilerde anlattıklarınızı özetler misiniz?
Hazır yoğurtların bu kadar bozulmasının vücudumuzun bağışıklık sistemini baştan değiştirebileceğini; beyaz et üretiminde kullanılan antibiyotik miktarının çok fazla olması sebebiyle böbrek yetmezliğinden tut kansere kadar pek çok hastalık için açıklama olabileceğini söylüyordum ve bu hususların en azından tartışılmaya açılmasını istiyordum. Çünkü kongrelerin amacı budur, doğruya hep birlikte varmaya çalışırsınız. Kongreler gala
değildir, moda gösterisi değildir. Bu kongrelerin masraflarını biz doktorlar kendi cebimizden karşılamıyoruz. Üç gece-dört gün süren bir kongrenin kişi başı masrafı 1200 Euro civarında. Kim ödüyor bunları? Tamamını sponsorlar yani ilaç firmaları karşılıyor. İlaç firmalarının sponsor olduğu bir organizasyonda benim bunları anlattığım bildirileri reddetmeleri de aslında şaşılacak bir şey değil.


Doktorların gereğinden fazla kazandıklarını çeşitli vesilelerle vurguluyorsunuz. Bu durum meslektaşlarınızla aranızda bir soğumaya sebep oldu mu?
Vicdan Hayat Kurtarır ismiyle bir nehir söyleşim yayımlandı. Bu kitapta, doktorların çok fazla para kazandıklarını ve bu konforu terk edemediklerini söyledim. Üstelik kazanmanın ötesinde o kadar bir büyüklenme hali içindeler ki, "Ne demek efendim, bu paralar bizim sonuna kadar hakkımız" diyorlar.

Bu anlayış bizim öğrencilerimizin bile zehirlenmelerine sebep oldu. Benim babam da doktordu, biz iki yığma evin üzerinde beşinci kattaki kırk metrekarelik sobalı bir evde büyüdük. Bizim profesör hocalarımız da öyleydi, üniversiteye dolmuşla ya da otobüsle gelir giderlerdi. Üstelik bu
bahsettiğim hocalar, parmaklarını şıklatsa dünyaları önüne serdirebilecek, Türkiye'nin en saygın doktorlarıydı. Bugün doktorların altında şoförlü lüks arabalar var, bu nasıl oluyor? Olmayan statülerini şoförlü araba gibi lükslerle kapatmaya çalışıyorlar. Statü dediğiniz şeyi kendiniz kazanırsınız ama başkaları size atfeder, kendi kendinize statü atfedemezsiniz. Siz hem çok para kazanacaksınız hem kimseye bir faydanız dokunmayacak hem öğrencilerinize bir katma değer sunamayacaksınız hem memlekete söyleyecek bir sözünüz olmayacak hem de statü peşine düşeceksiniz!
Sizin gördüğünüz eksikleri diğerleri neden göremiyor? Görmelerine mani olan bir sistem mi olduğunu düşünüyorsunuz?


Mantık yürütünce doğru söylüyorsun ama pratikte insanların görememeleri için inan sisteme bile gerek yok. "Bu böyle gelmiş böyle gider" zihniyeti aslında bunlar. Binlerce yıl dünyanın düz olduğu zannedilmedi mi? Otorite çıktı ve dedi ki, dünya düzdür ve tartışmaya kapalıdır. Arada aykırı tipler çıkıp, "Hayır efendim, dünya yuvarlaktır" dese bile ana akım düşünceyi yıkmaya güç yetiremedi. Bir fikir bütün dünya tarafından kabul edildikten sonra
onu değiştirmek artık çok zordur ve ana akıma katılmak en kolayı ve çıkara uygun olanıdır. Benim sadece kabullenemediğim şey, dünya düzlükten yuvarlaklığa bile geçebiliyorken bugünkü köhne tıp anlayışı neden ısrarla değişmiyor? Herkesin rahatça anlayabilmesi için şöyle söyleyeyim: Tıp, yüzde 99'u betimlemelere dayalı bir ilgi alanıdır; bilim bile değildir. Tıbbın bilim olabilmesi için ilim olması gerekiyor. İnsana bütüncül bir bakış atabildiğinizde, işin felsefesine ve sosyolojisine kafa yorduğunuzda tıpta bazı şeyler yerli yerine oturur. Bunu yapmayı kimse istemiyor çünkü bu çok
zor, çünkü kafalar artık durmuş. Bu kafalar akşam yemekleriyle, kongrecilik oyunlarıyla durdu.

İnsanlarda tıbba iman derecesinde bir saygı vardı eskiden ama şimdilerde güven giderek sarsılıyor gibi. Bunu neye bağlıyorsunuz?


Zaman içinde seçenek çok fazla arttı. Üstelik yeni tedavi yöntemlerinin, klasik ilaçların dışında yeni geliştirilmiş ilaçların ve klasik aşıların dışında yeni tip aşıların yan etkileri gözlemlenmeye başlayınca iman hali sekteye uğradı. Siz bir hastaya yeni bir ilaç denediğiniz zaman, o ilacın yan etkilerini ancak 1 yıl sonra gözlemlemeye başlarsınız. Bu süreçte de hastayla sürekli iletişim içinde olmanız gerekir. İlaç firmaları bir ilacı piyasaya sürdükten sonra, siz onun yan etkilerini tespit edemeden yeni bir versiyonunu çıkarıyorlar. İtiraz edince de ilaçların, FTA (ABD Gıda ve İlaç Dairesi) onaylı olduğunu söylüyor. Onaylamış olabilir tabii ki ama o Amerika'nın ilacı. Ayrıca Amerika ürettiği veya onayladığı bazı ilaçları kendi vatandaşlarına
vermiyor, bize satmak için onaylıyor veya üretiyor.
Yakın dönemde yaşadığımız Covid-19 pandemisi dolayısıyla üretilen aşıların ve yapılan tedavilerin, son zamanlarda artan kalp krizi vakalarının bu güven azalmasında payı var sanırım…
Son yıllarda genç yaşta kalp krizi geçirenlerin sayısında ciddi bir artış var, bunu hepimiz kendi çevremizden gözlemliyoruz ve inkâr etmek mümkün değil. Ama bunun bilimsel karşılığını bulayım derseniz bulamazsınız çünkü açıklamanın dayanacağı bilimsel sistemi kuranlar bu pandemiyi icat ettiler. Siz kameranın önünde kalıyorsunuz, ben zaman zaman arkasını da gördüm. Bir gazetede köşe yazarlığı yaptığım yıllarda, 2008-2009 yıllarında beni aldılar, Mısır'a, aşı konferansına götürdüler. Gidince fark ettim ki Türkiye'den götürülen tek kişi benim. Sadece Orta Doğu coğrafyasından gazeteciler vardı toplantıda. Çok ciddi güvenlik önlemleri altında konferanslar, sunumlar yapıldı. Bizden sonra da toplantı devletler nezdinde devam etmiş. O toplantıda, bütün dünyayı etkileyecek pandemilerin çıkabileceği söylendi. Birkaç yıl sonra kuş gribi patlak verdi, arkasından domuz gribi çıktı. Domuz gribinin yaygınlaştığı zamanlar, "Acaba bahsedilen pandemi bu mu" diye düşündüm. Çok sevdiğimiz bir mikrobiyolog hocamızla görüştüm; hastanelerin dolup taştığını, gelen hastaların hemen hemen tamamının pozitif çıktığını ama ölüm olmadığını söyledi. O zaman, domuz gribinin beklenen pandemi olmadığını anladık.

Bu küçük pandemiler, insanları panik havasına sokmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Son pandemide ise asıl büyük küresel deneme yapıldı ve küresel sistem bunu merkezden kontrol etti. Ben artık şunu net bir şekilde söyleyebiliyorum ki son pandemide virüs laboratuvar ortamında
geliştirildi. Salınma ya da kaçma yoluyla insanlara bulaştı, neticede bu işi planlayanlar da insanlara bulaşmasını istiyordu. Hayat alışkanlıklarımızda ve fizyolojimizde büyük bir değişiklik yapmak istediler. Belki de Covid-19 pandemisi büyük çaptaki ilk denemeydi ama şunu bilin ki bundan sonraki salgınlar artık böyle olmayacak. Çünkü mRNA aşılarıyla çok şey değişti. Çünkü bu yeni geliştirilen aşının hedeflediği molekül, solunum ve dolaşım sistemimizde çok önemli görevleri olan, insan vücudunun merkezi molekülüydü.
Aşılar ilk çıktığı tarihlerde biz insanları uyarmıştık, bu aşıların nasıl bir sonuç doğuracağını bilmediğimizi, güvenmemeleri gerektiğini söylemiştik. Ana akım ise sürekli Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler'in arkasına sığınarak aşıyı savundu. Hâlbuki Dünya Sağlık Örgütü bir paramiliter organizasyona dönüşmüş durumda. Neticede, hiçbir zaman olmadığı kadar, özellikle de genç erkeklerde kalp krizleri müthiş derecede arttı. Bütün bu olanlardan sonra kimin modern tıbba güveni sarsılmaz?

Modern tıbbın karşısında alternatif tıbbın yükseldiğini gözlemlemek mümkün fakat burası da tehlikeli bir alan değil mi? Yağmurdan kaçarken doluya tutulmayalım?
E, biraz öyle oluyor zaten. Bu tür alternatif uygulamalarla uğraşanların bazıları gerçekten iyi niyetli. Ama bazıları uygulamaları bizzat kendileri yaparak ciddi paralar talep ediyorlar. Sadece tavsiye ve uygulamayla yetinenlere de razıyım, e-ticaret siteleri açıp kendi adına ürettikleri markalarla ürün satışı yapanlar var. Biz modern tıbbın büyük bir sektöre dönüşmesini eleştirirken ters yönlü bu kazanç döngüsünü de eleştirmek durumundayız. İçi boşaltılan modern tıp sistemine güvenin azalmasıyla insanların alternatif arayışlara girmesini anlayabiliyorum ama gittikleri yerleri de iyi araştırmaları lazım. Çünkü kadim tıp dediğimiz bilgi sistemi bir zamanlar gerçekten varmış ama bu bilgilerin büyük bir kısmının kaybolduğunu düşünüyorum ben. Yazıya aktarılmayan bilgiler kuşaktan kuşağa geçerken bence yok oldu. Yakın tarihteki iki büyük dünya savaşı bile bilginin aktarılma noktasında büyük bir kırılmadır. Özellikle ikinci dünya savaşı, Amerikan düşünce ve bilim sisteminin hâkimiyetini doğurdu ve büyük bir kavşak etkisi yarattı.
Masamda duran cilt cilt kitapları görüyorsunuz; bunlar 2005 yılına kadar haftalık olarak ABD merkezli yayımlanan indeksler. Bunların içinde, kendi kabul ettikleri bilimsel dergilerde yayımlanan makalelerin başlıkları vardı. Sizin makaleniz o dergilerde yayımlanmıyorsa ve bu indekse giremiyorsa hiçbir kıymeti harbiyesi yoktu. Bunu şunun için söylüyorum: Kadim bilgilerin bir kısmı da, ABD tıbbı kendi yörüngesi içine soktuktan sonra uçtu gitti. Bütün bunları bir araya getirdiğimiz zaman, kadim ve alternatif tıbbi yaklaşımları tamamen reddedemiyorum ama nereye konumlandıracağımız
konusu bence muğlak.


Vitaminler, takviyeler, süper gıdalar da küresel ticari sistemin bir parçası mı?
Bence öyle. Bugün bırakın normal bir insanı, üst sınıflardaki bir tıp öğrencisi bile bağışıklık sisteminin ne olduğunu tam bilemez. Bilemediğin sistemin açığını ve eksiğini nasıl bileceksin de ona göre takviye alacaksın? Bağışıklık sistemi bir savaş senaryosu değildir, insan vücudunun kendi içinde
uzlaşmasını sağlayan bir barış senaryosudur aslında. Siz bunu eğer bilinçsiz bir şekilde takviyelerle beslemeye çalışırsanız kendi ayağınıza sıkma ihtimaliniz var. Çünkü bağışıklıkta önemli olan uyumdur, karşıdakini yok etmek değildir. Bu sağlandığında sağlıklı bir yaşam elde edersiniz. Bağışıklığı güçlendirme iddiasıyla satılan ürünleri çok büyük şirketler üretiyor ve artık bu alan büyük bir pazara dönüştü. Çinko ve magnezyum takviyelerinden alkali suyuna kadar, şifalı taşlardan evdeki tuz lambasına kadar geniş bir ürün yelpazesi oluştu. Konuşmamızın başında geçen, "İyi hissetmeliyim" dayatması bu ticareti güçlendiriyor tabii. Reklamlarda fit vücutlu, çok enerjik ve mutlu insanlar da fiziksel ve psikolojik iyiliklerini bu ürünlere borçlu olduklarını söylüyorlar.

İnsanların şunu sorgulaması lazım: Binlerce yıldır insanlar bu takviyeleri almadan sağlıklı yaşayabilmişler. Nasıl yapmışlar bunu? Güneş görmüşler ve iyi beslenmişler. İyi beslenmişler derken özel peynirlerle, avokadoyla, tropikal meyvelerle özel birtakım tarifler hazırlamışlar, demiyorum. Mesela kıta Avrupası patates ve lahanayla beslenmiş. Et bulmakta zorlansa bile lahanadan o etkiyi almış. Salça gibi güneşle sentezlenen gıdaları bulamamışlar ama onun yerine havuç kullanmışlar. Böyle bir yahni de sağlıklı kalmak için yeterli. Biz bugün bu ürünleri üretirken kullandığımız tarım ilaçlarıyla ürünün içeriğini sıfıra indirdiğimiz gibi zehir bulaştırıyoruz. Şili gibi, Arjantin gibi çok uzak yerlerden gelen ürünleri de o kadar fazla ilaçlıyorlar ki artık o
ürünü yemesen daha iyi. Bozulmalarını engellemek için biyolojik süreçleri değiştiren bir yığın teknoloji geliştirmişler. Neticede ne oluyor, bu ilaçlar insandaki doğurganlığı azaltıyor ve soluğu tüp bebek merkezlerinde alıyoruz. Gördüğünüz gibi sistem kendi içinde çok tutarlı ve kusursuz. Bu sistemin farkında olan bazı meslektaşlarımız, ihtiyaç duyulan alanlarda kendi üretim tesislerini kurdular, çiftlik açtılar.

Az önce bir yahni tarifi verdiniz. Eski insanların bizim bugünkü biyoloji bilgimizle gıdaların besin değerlerini düşünmüş olmaları çok zor. Onlar, beslenme ve sağlık konusunda içgüdüsel bir bilgiye mi sahipti?


Bu bilginin içgüdüsel olduğuna pek katılamıyorum. İnsan bazı şeylerin yenip yenemeyeceğini hayvanların eylemlerine bakarak anlayabiliyor. Bir keçi gidip lahana yiyorsa o yenebilirdir. İçgüdüsel bilgi hayvanlarda var, insan hayvanlara bakarak bilgiye ulaşıyor. Bazı bilgiler kutsal metinler tarafından verilmiş tabii, o ayrı. Bugün insanlığın tükettiği çok çeşitli besin koleksiyonunu bugüne kadar kadim bilgi getirdi. Şunu aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor tabii: Kadim bilginin bugüne kadar getirdiği bilgiler olmakla beraber, o insanların yediği bitkisel ve hayvani gıdalarla bizim bugün yediklerimiz çok farklı. Bir kere biz rahata alışmış İstanbulluların market dışında manav alışverişi yapma imkanımız pek yok ve marketten markete
ürünün kalitesi pek değişmiyor. Az önce anlattığımız tohum ve ilaç endüstrisi bu ürünlerin morfolojisini çoktan değiştirdi. Onları yiyen insan bedeni de buna bağlı olarak değişti tabii. Bugün artık hastalıkların temel sebeplerinden birinin gıdalardan aldığımız zehir olduğunu çok net bir şekilde söyleyebiliyoruz. Dolayısıyla rahatımıza biraz ara verip ilaçsız ve temiz tarım ürünlerine ulaşmaya gayret etmemiz lazım.

Akademik tıpta bir anlayış değişikliği olabileceğini düşünüyor musunuz?


Tıp total olarak değişecek. Değişmesi lazım demiyorum, mecburen değişecek diyorum. Tıp köklü bir değişikliğin arifesinde. Bir kere kendi alanımla ilgili şunu söyleyebilirim: Kanser tedavilerinin bir kısmı tamamen ortadan kalkacak, bazıları hiç tedavi edilmeyecek. Artık bu hastalıkların nedenini ortadan kaldırmaya odaklanmamız gerekiyor. Zaten başta konuştuğumuz gibi, insanların hastanelere ve modern tıbba güveni artık azalıyor. Farkındaysanız tabip odalarının sesi artık pek çıkmıyor. Doktorlar dâhil kimse kale almıyor artık onları. Çünkü onlar halkın yanında değiller, DSÖ'nün yanındalar, akademik tıbbın yanındalar ve bunu bilim adına yapıyorlar. İnsanlar da bunu görüyor.

Benzer Haberler

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.