Güven Adıgüzel: Estetik bir kaos ya da varoluşun çığlığı: Afrika'nın müziği

Estetik bir kaos ya da varoluşun çığlığı: Afrikanın müziği
Giriş Tarihi: 17.6.2019 14:48 Son Güncelleme: 17.6.2019 14:48
Afrika’da müziğin işlevi, doğum ile ölüm arasındaki hayat yolunu anlamlandıran başat bir unsur olarak temayüz eder.

Afrika'nın ruhu, bir kültürel dinamizm biçimi olarak günlük hayatı da içine alan kadim sözlü kültür geleneğini içeren bir anlamdır. Tarihsel bağlamda varoluşunu bu temsil üzerinden okuyabileceğimiz "kara kıta"nın iletişim refleksleri, kültürel yaşantıyı sürükleyen ritim duygusuyla birlikte düşünülmelidir. Ritim, Afrika'nın doğasıdır, bu duyguyla büyütülür bebekler ve "hayatın müziği" çok erken yaşlarda kulaklarına dolarak kalplerini yeşertir, ruhlarını emzirir.

Bazı kabilelerde görülen, doğan her çocuğun kendisine ait bir şarkısının olması geleneği, yani dünyaya gelmeden önce annesi tarafından mucizevi bir şekilde duyulan (bestelenen-hissedilen) bu şarkıyla dünyayı selamlama meselesi, bütün bir ömrü kuşatan müzikal iletişimin kodlarını da içerir. Tarlada çalışırken, arkadaşına seslenirken, avlanmaya giderken hatta bir cenazeyi kaldırırken bile ritim asla dışarda bırakılmaz. Afrika'da müzik içten dışa doğru uzanan bir söz köprüsüdür.

Dans, ritim ve müzikle örülmüş bir hayatın varlığı, tam anlamıyla Afrika'yı tasvir eden nihai bir konumlandırmadır. Yaşamın merkezinde her daim var olan ritim, dinî, siyasi, sosyal ve kültürel olgular arasında bir düzenleyici olarak göze çarpar. Yani kısaca hayata değil müziğe ayak uydurursun burada, şüphesiz yine aynı sonucu verir. Söylemek ve hareket etmek ise yekpare eylemlerdir, özdeş bir düzlemi işaret eder. Bu sebeple dans ve müziğin zihnen ayrı bir bağlamda düşünülmesi dahi mümkün değildir.

Afrika'da müziğin işlevi, doğum ile ölüm arasındaki hayat yolunu anlamlandıran başat bir unsur olarak temayüz eder. Kötü ruhları kovmak, ölülere saygı göstermek, evli çiftleri kutlamak, baharı karşılamak, zaferi ululamak, ataları selamlamak, doğumları duyurmak ve cenazeleri uğurlamak gibi sosyo-kültürel yaşantının bütün önemli anlarında müzik/ ritim devreye girer. Geleneksel Afrika müziğinin etkinlik alanı bütün hayatı kapsayan kuvvetli bir rüzgardır aslında, her an yüzünüzde hissedebileceğiniz türde serin ve sürekli bir rüzgâr.

Değişen sosyolojiden etkilenen müzik

Afrika kıtasının oldukça zengin bir gelenekle birlikte, derinlemesine bir kültürel birikim ve çeşitliliğin içinden doğan otantik müziği, ortak bir hafızanın oluşması, tarihin/tabiatın varlığına şahitlik edilmesi ve sosyal süreklilik için hareket alanı sağlaması gibi hayati anlamları olan varoluşsal bir temsiliyet ve en nihayetinde toplumsal bir bellektir. Bu bağlamda kıtadaki cari müziğin tarihsel serüveni, krizler, virajlar ve engebeli yollarla birlikte anılır ve anlaşılır.

Müziğin rolü, farklı dönemlerde (sömürgecilik öncesi, sömürgecilik, bağımsızlık) etkileşim ve dönüşümlere bağlı olarak halkın gösterdiği reflekslerle biçimlenmiştir. Sözgelimi geleneksel Afrika müziğinin sömürge öncesinde, dönemin bütün sosyolojik hususiyetlerini üstünde taşıdığını söyleyebiliriz. Krallıklar ve imparatorluklar çağında müzik; kültürel dinamizmi yüksek, yerel olanın en saf hâliyle temerküz ettiği, dış etkilere kapalı, daha otantik, ayinsel ve son derece rafine bir ruh hâliyle karşımızdadır. Kabileciliğin, kentleşmenin tam karşısında durduğu, yalın, keskin, içe dönük yıllar.

Toplumsal değişimlerle birlikte farklılaşmaya başlayan geleneksel kültürel doku, işgalci güçlerin kıtayı tahakküm altına almalarıyla iyiden iyiye çözülerek dönüşür. Sömürge döneminde değişen sosyoloji, müziği de etkileyecektir. Sağlıksız kentleşme, mecburi göç, işgalci güçlerin koloni faaliyetleri ve planlı şekilde damarlara zerk edilen "kendi kültüründen utanmak" duygusu, yeni bir değişimi, ya da daha doğru bir ifadeyle 'kritik kopuş'u getirecektir beraberinde. Otantik Afrika müziği, dönüşen şehirli nüfus, kolonizasyon ve işgalcilerin dayattığı kültürün benimsenmesiyle gücünü yitirmeye ve gittikçe zayıflamaya başlamıştır artık.

Sömürgecilerin getirdikleri farklı enstrümanlara ve yeni müzik türlerine karşı gösterilen iradi ilgi, Afrikalı müzisyenlerin bütünüyle cellatlarını taklit ederek var olmaya çalıştıkları travmatik bir dönemi resmeder. Taklit ettikçe takdir gören ve böylelikle daha iyi taklit etmelerini sağlayacak bir döngünün ortasında kalan müzisyenler… Kültürel biçimlendirmenin müzik üzerinden tüm kıtayı taarruz altına aldığı bu taklit-takdir ikileminde; yeni bir müzik türü olan Palm Wine ve doğal olarak bu müziğin icracısı gitar, kıtanın özellikle batı kıyılarında büyük bir popülerlik yakalamıştı. Gana-Nijerya civarında yine gitar merkezli Highlife, Fransız kolonilerinde ise Latin menşeli türler hüküm sürüyordu. Highlife, Ganalı işçiler aracılığıyla Liberya ve Gambiya'ya yayılarak etki alanını arttırmıştı. Afrika dört koldan ithal müziklerin kuşatması altındaydı artık.

Taklit yerine sentez

1960'larla birlikte gelen bağımsızlık, sömürgecilik sonrası döneminin bütün krizlerini üzerinde taşıyordu. Hayal kurmak ile hayal kırıklığına uğramak ardışık güzelliklerden sayılırdı yine de. Umut ve endişe aynı renkteydi. Afrikalı müzisyenler, işgalcilerin topraklarından kısmen kovulduğu bu onurlu yılları, kimlik duyguları baskın ve özgürlük alanları biraz daha genişlemiş şekilde karşıladılar. Takdir edilmek gibi bir ölçüye ihtiyaçları kalmamıştı artık, taklit etmenin doğasından da uzaklaşmışlardı. Geleneksel melodilerin yeniden hatırlandığı bu dönem, aynı zamanda yerel enstrümanlara geri dönüşün ve kendi dilinde şarkı söylemenin gururunu keşfetmenin de adıydı. Politik eksende hayat bulan direniş hareketlerinin ateşi, müziğin dönüşümünü tetikleyerek bu alana taptaze bir soluk getirmişti.

Bağımsızlık uyanışının müzikle birlikte okunması, geleneksel olana yeniden sarılan çağdaş müzisyenlerin ruh hâllerini anlamamıza da yardımcı olacaktır. Sömürge yıllarında kolonyalist güçlerin kültürel hâkimiyet ve tahakküm kurma girişimlerine, kendi kimlik ve aidiyetlerine sırtlarını dönerek onay veren, yani bir bakıma cellatlarına cesaret aşılayan müzisyenlerin, çıkmaz bir sokakta kaybolduklarını anlamaları epey uzun sürmüştü.

Politik uyanış, tür ve enstrüman zenginliğiyle yıllar içinde oluşan müzikal çeşitliliğin 'taklit yerine sentez' imkanını hatırlatmasına vesile olmuştu aslında. Afrika ritimlerini batı melodileriyle harmanlayan müzisyenlerin 'African music' tarzının temellerini atmaya başladıkları bu dönem, müzik endüstrisinin yüzünü Afrika'ya çevirmeye başladığı yıllara tekabül eder. Kıtanın ilk müzik yıldızları olarak bilinen Ali Farka Toure, Salif Keita, Fela Kuti, Mory Kante, Youssou N'dour ve Toumani Diabeté gibi isimler büyük bir şöhret kazanarak, seslerini tüm dünyaya duyurmayı başarmışlardı.

Kölelerin çığlıkları

Portekizlilerin 15'inci yüzyıl ortalarında Batı Afrika sahillerine gelmesiyle başlayan köle ticareti, yurtlarından koparılan milyonlarca Afrikalının, Avrupa, Karayipler ve Amerika'ya götürülmesine yol açan utanç verici büyük bir kötücüllük örneği olarak kayıtlara geçmişti. Ruhlarını yani müzik aletlerini yanlarına almalarına izin verilmeyen köleleri, gittikleri yerlerde hayatta tutan şey; en ağır şartlar altında çalıştırıldıkları pamuk ve şeker kamışı tarlalarında -sırtlarını yakan kırbaçlar eşliğinde- söyledikleri hüzünlü özgürlük şarkıları olmuştu.

Yurt duyguları zedelenmiş Afrikalı kölelerin bu çığlıkları, ilerleyen yıllarda modern blues ve cazın temellerini oluşturan ezgiler bütünü olarak tüm kıtaları dolaşarak büyük fırtınalar estirecekti, Afrika dâhil. Şurası kesin; siyahi köleler idam edilip, kırbaçlanabilirdi, dünya onlara dar edilebilirdi ama çığlıkları asla susturulamazdı. Gemilere balık istifi doldurulurken müzik aletlerini almalarına izin verilmeyen köleler ve onlar tarafından yeni dünyaya armağan edilen jazz... Bu müzikal anlayışın ilk dönem enstrümanları arasında trompet ve klarnet gibi çalgıların (saksafon ve piyano daha sonra) baskın olma gerekçesinin, iç savaş zamanındaki krize bağlı olarak köleler tarafından bandodan çok ucuza alınmalarıyla ilgili bir mesele olduğu söylenmektedir. Yoksulluğun belirlediği bir hayat ritmi ve elbette jazz.

Kaplumbağa Adası'nda (Amerika) jazz/blues olan çığlık, Jamaika'da, Maroon adıyla bilinen Ganalı savaşçı kölelerin dağlarda İngilizlere karşı yaktığı isyan ateşiyle birlikte, bir kuşak sonra Bob Marley adıyla anılacaktır. Siyah çığlıklar, Afrika kıtasının dışında oldukça geniş bir ses evrenini temsil etmişlerdir. İsyan ve ritim hiç bitmeyen bir şarkı gibi kölelerin ruhunda dünyayı dolaşacaktır. Brezilya topraklarına ayak basan sömürgeciler, çalıştırmak üzere yanlarında getirdikleri kölelerin isyan ederek Amazon ormanlarına kaçmalarına engel olamamışlardır.

Ormanlarda saklanan kölelerin, katillerinden korunmak için geliştirdikleri ölüm dansı Capoeira'nın doğuşu mesela, müzik ve dans bağlamında baktığımızda Afrika'nın kıtaları aşan büyük hikâyesinin özeti gibidir adeta. Dans ya da müzik; kölelerin en büyük silahı… Bu silahı alıp emperyalistlere doğrultan Bob Marley, Afrikan tarzın uzak kıtalardan yankılanan yoldaş sesleri arasına girmiştir. "Zimbabwe" isimli şarkısıyla bunu herkese ispat etmiştir zaten. Marley'le anılan reggae türü, özellikle Güney Afrika, Fildişi Sahili ve Nijerya'da yerel tınılarla harmanlanarak yeniden hayat bulmuş, kabul görmüştür.

Çölün şarkısı ve öteki meseleler

Afrika kıtasından bahsettiğimiz zaman -kuzeydeki baskın Arap-Berberi etkisinden dolayı- kültürel kimlik üzerinden bakarak sahra altı bölgesinden bahsetmiş oluyoruz aslında. Ama kuzeydeki müzikal anlayışlar da Afrika'ya dâhil. Sözgelimi Sufi-Berberilere özgü, kendi içinde kuralları olan bir ibadet şekli olarak bilinen Gnawa müziği, kıtadaki müzikal arasındadır. Yine çölün mavi adamları Tuaregler'in çölde yaşaçeşitliliğin önemli yapı taşları malarının anlamına tekabül eden binlerce yıllık müzik gelenekleriyle hatırı sayılır bir ağırlıkları vardır. Tinde adı verilen davullarının sesi, çölün müziğine karışarak yatağını bulmuştur.

Modern dönemde çölde blues yapan Tinariwen (çöller) ve Etran Finatawa (geleneğin yıldızları) gibi önemli göçebe Tuareg grupları ortaya çıkmıştır. Cezayir'in Oran bölgesinde yeşeren muhalif Rai müziği (rai, rey, görüş) Cheb Mami, Khaled ve Rachid Taha'nın albümleriyle geniş kitlelere ulaşarak kuzeyin daha Arap esintili havasını Fransa'ya taşıyan bir tür olarak dikkat çekmiştir. Osmanlı hinterlandı içinde kalan Sudan'dan Hamza Ed-Din de başarılı müzisyenler arasındadır. Zenci Musa'yı bilmek kadar Hamza Ed-Din'i de tanımak mühim.

Sahra altı bölgesinde ise güney ve batı kıyılarının dış etkilere göre farklılık gösteren müzikal renklere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Freddy Mercury'nin memleketi Tanzanya/Zanzibar'da Arap-Hint esintili sentez bir African tür sayılan Taarab müziğini, kaç yaşında olduğu bilinmeyen, bu türün en iyi icracısı olarak kabul edilen "küçük ninemiz" lakaplı Bi Kidude'den dinlemek gerekir. Lompoul Çölü'nde düzenlenen Sahel Müzik Festivali'yle kum tepelerinin üzerinden dünyaya seslenen Senegal, meşhur müzisyeni Baaba Maal'ın ilgi çekici tarzıyla hatırlanıyor. Maal'ın Dakar Moon şarkısının Afrika'nın ruhunda gezinen bir güzelliği vardır mesela.

Yine başka bir Senegalli, ülkesindeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sürpriz adayı Youssou N'Dour da uluslararası üne sahip müzisyenlerden. Özellikle "Sama Gueut Gui" isimli şarkısının içinde derin bir keder saklıdır sanki. Mali, müzikal anlamda kıtanın en bereketli havzası olarak biliniyor. Bu havzayı besleyen halk ozanlarının (Griot) dilinde, yüzlerce yıllık bir kültürü şarkı/hikâye/dua ve şiir harcıyla ayakta tutmanın çabası vardır aslında. Başarılı sentezleriyle seslerini dünyaya duyurmayı başarmış Malili müzisyenler, bu çabaya ortak olarak Griot şarkılarının mirasını sırtlanmış ve modern griotlar olarak yollarına devam etmişlerdir.

Uçsuz-bucaksız bir ses evreni

Irkçı beyazların yüzünde tokat gibi patlayan şarkılarıyla dikkat çeken Güney Afrika ve bu ülkenin kalbinde icra edilen müzik, doğası gereği daha protest bir dile sahiptir. Müzikal anlamda belki de batıyla ilk tanışan Afrika ülkesi olarak Güney Afrika adını zikretmemizde bir sakınca yok. Çünkü Paul Simon'un bu ülkedeki müzisyenlerle kaydettiği 1986 tarihli "Graceland" albümü -her ne kadar politik tavırdan uzak, dertsiz şarkılardan oluştuğu iddiasıyla eleştirilecekse de- bir milat kabul edilir. Güney Afrika müziğinin vuvuzeladan öncesi/ ötesi de var yani.

Afrika müzikal bir gökkuşağı olarak, uçsuz-bucaksız ve bitimsiz bir ses evreni. Müziğin anavatanı, bütün renkleri ruhunda taşıyan bir ritim deryası. Ritim hayatın ta kendisidir. Afrika müziğinin karakteristiği ise, doğası gereği poliritimdir. Daha anlaşılır bir dille; çoklu ritim. Farklı ölçülerdeki ritmik yapıların üst üste çalınmasıyla ortaya çıkan bu 'çok seslilik' etnomüzikolog A. M. Jones'e göre "ritimlerin çarpışıp zıtlaşması" anlamına da geliyor. "Karmaşık'ın estetiği" ya da "birlikte ama yalnız" gibi isimlendirmeler yapmak da mümkün.

Afrika'da icra edilen müziğin en ayırt edici özelliği olarak görülen ve farklılıkların birliğini hedefleyen poliritim, ortak paydası olmayan ritimleri aynı anda çaldığımızda karşımıza çıkan dönüştürücü toplamın adıdır. Zengin bir döngü, estetik bir kaos, pası silinmiş bir kulak yani özetle. Afrika'nın müziğinden bahsedildiğinde aklımıza ilk olarak tam-tamların gelmesi halledilebilir bir sorun olarak karşımızda duruyor. Afrika özelinde, djembe, gün batımı, vahşi hayat, sefalet ve safariden ötesine giriş yapabilmek için sosyolojik açıdan müzik gerçekten çok iyi bir seçenek. Şarkı bitse de, müzik devam ediyor çünkü. Afrika dâhil.

BİZE ULAŞIN