Ayşe Eyyüpkoca Atila: Annelik de bir ürün hâline geldi

Annelik de bir ürün hâline geldi
Giriş Tarihi: 20.1.2020 12:22 Son Güncelleme: 20.1.2020 12:27
Ninemin dolabı, evvelden bildiğimiz, onunla büyüdüğümüz ama artık unuttuğumuz tüketim alışkanlıklarını hatırlatmayı hedefliyor.

NERGİZ ERBAY

Size, yörüngesini kalıpların dışında sürdürme yeteneğine ve kararlılığına sahip birinden, Nergiz Erbay'dan bahsedeceğim. Onun hikâyesini bütünüyle okumak için tersinden başlamak gerekiyor bana kalırsa. Çünkü kalıpların dışında bir meselesi ve anlam arayışı var. Kendine özgü bir giyim markasının sahibi olmanın dışında kısa ve uzun metrajlı film senaryoları yazıyor. Esnaf, sıkı bir entelektüel ve anne… Tüm bunların dışında insan olmak, kadın olmak ve anne olmakla ilgili tanıdığım en komplekssiz insanlardan biri olduğunu söyleyebilirim. "Hayatım başarısızlıklarla dolu ama trend olur diye anlatmıyorum," diyor. Ben de "Keşke anlatsan Nergiz", diyorum kendisine. Yeterince iyi bir insan olmanın sırrı alışılmış başarı kriterlerimizin dışında bir şey çünkü. Başarmak, farklı alanlarda, farklı hızlarda gelişen veya zayıflayan bir olgu… Hele de kaygı düzeylerimizin yüksek oranlarda çağın belası olan başarmak trendiyle ilişkili olduğunu düşündüğümde çok daha kıymetli ve sahici bir hikâyeye dönüşüyor Nergiz'inki. Özellikle sosyal ağların kullanım oranlarının bu kadar yüksek olduğu bir zaman diliminde, Ninemin Dolabı ile çok kıymetli bir amacı moda denen sektörün içine oturtmuş olması oldukça önemli. Bizleri ninelerimizin tüketim duyarlılıklarına çağırıyor. Ve bunu o kadar iddiasız bir strateji içerisinde yapıyor ki, bu da onu doğru hedef kitlesine ulaştırıyor.

Nergiz Erbay kimdir? Bize onun yürüdüğü yoldan bahsedebilir misin?
89 yılında Ayvalık'ın bir köyünde doğdum. Üç kız kardeşin en büyüğüyüm. Alt katımızda ninem ve dedem otururdu, onlarla büyüdüm. Ve komşularla. Sessiz bir çocuktum hatta epey içime kapanıktım. 14 yaşında öğretmen lisesini kazanarak Savaştepe'de yatılı okumaya başladım. Öğretmen olmak istiyordum. Savaştepe Öğretmen Lisesi Türkiye'deki ilk köy enstitülerinden biri... Son verilmiş bir sistem olsa da okul bizi bu gelenek üzerine yetiştirmeye çalıştı desem yalan olmaz. 16 Mart köy enstitülerinin kuruluş yıl dönümü okulda bayram tadında geçerdi. Eski mezunlar gelir ve tüm gün okula bizimle kalır eski günleri yâd ederlerdi.
Tüm bu idealist söylemlerin içinde büyüdüm. Ama yatılı okulun bana kattığı her şey tüm hayatımı şekillendirdi diyebilirim. Sonrasında Galatasaray Üniversitesi İletişim Bölümü'nü kazanarak İstanbul'a geldim. Son anda yani sınava bir ay kala falan, öğretmen olmak için yeterli sabrımın olmadığını fark ederek bu alana yöneldim. İlk başta İstanbul'da devlet yurdunda kaldım. Burslarım vardı. Sonrasında eve çıktım. Hem okudum hem çalıştım. Hep çalıştım. Üç işte birden çalıştığım dönemler oldu. Galatasaray dışarıdan bakıldığında çok parlatılan bir kurum. Bu bana kompleks gibi geliyor. İçinde olduğunuzda dışardakilerin yükledikleri gibi bir değeri yok bence. Kendi sosyal ve ekonomik sınıfımın dışındaki insanlarla ilk kez orada karşılaştım. Hiçbir ortak yanımın olmadığı insanlarla. Ama bunu kafamda büyütmedim. Başka mücadelelerin içindeydim üniversite yılları boyunca. Okuldan çıkıp köftecide çalışmaya giderdim. Ya da sokakta anket yapmaya. Sonrasında da TV kanallarında, dizi setlerinde ve reklam ajanslarında çalıştım. Çok fazla insan tanıdım. Bir süre sonra herkes aynı geliyor. İnsanlar aynı, kurumlar aynı geliyor. Okulu dondurdum, beş yıl oldu evleneli.

İki kızım var. Uzun ve kısa metraj film senaryoları yazıyorum.

Ninemin Dolabı, kesinlikle felsefesi olan bir girişim ve marka. Nedir hikayesi?

Şehirli muhafazakâr bir kökenim yok. 25 yaşında örtündüm. Normalleşmiş saçmalıklar, dışardan işin içine girdiğinde daha da göze batıyor. Kıyafet alışverişine çıktığımda şok oldum. Fiyatlar, gösterişli ürünler, polyesterli içerikler vs. Alacak bir şey bulamadım. İlk örtündüğümde Ninemin Dolabı diye bir blog açmıştım. Kendi hâlimde yazıyordum. Bazen de moda içerikleri üretiyordum. Sonra üretim yapmaya karar verdik. İki arkadaşım daha vardı. Cebimizdeki parayla, ne kadar varsa artık koyduk ve kumaş aldık. İlk üretimi yaptık. Fiyatları kırmak için pazarlardan toplamıştık kumaşları. İçeriğine dikkat ediyorduk. Çok basit bir tunik yaptık. Hâlâ o modeli üretiyorum çünkü hedefimiz zamansız, doğal, ergonomik ürünler yapmaktı. Beklediğimizden fazla bir taleple karşılaştık. Şirket açıp devam ettik. Bir süre sonra tek başıma devam etme kararı aldım. Ama Ninemin Dolabı müşterilerle birlikte büyüyen bir marka. Bir ara kapattım hatta. Sonra ısrarlara dayanamadım ve yeniden açtım.

İsminden dolayı sadece basma, pazenlerle nine elbiseleri ürettiğimiz zannedilmesin. Ninemin Dolabı'nın ismi benimsediği felsefeye dayanıyor. Evvelden bildiğimiz, onunla büyüdüğümüz ama artık unuttuğumuz tüketim alışkanlıklarını hatırlatmayı hedefliyor. Bazen bir ürün çıkıyor, hemen tükeniyor. Bana yazanlar oluyor: "Çok üzüldüm alamadım diye." Cevabım "Bu bir bez parçası sonuçta, üzülmeyin" diyorum. Kumaşı aldığım yeri söylüyorum. Mahalle terzilerine gidebileceklerini hatta daha güzeli, kendileri dikebileceklerini hatırlatıyorum. Hamilelere, emziren annelere kolaylıklar sağlayan ürünler yapmaya çalışıyoruz. Ben tasarımcı değilim. Çoğu ürünü hangisi daha çok işinize yarar diye Instagram'da anket yapıp üretiyorum hatta. Ayrıca Ninemin Dolabı'nda ürün çekimi yaparken de fotoğraflarda kadının temsiline hassasiyet gösteriyorum. Yıllardır yerleşmiş bir algı var bunu kırmak istiyoruz. Çoğu zaman cansız mankenle ya da illa model olacaksa takındığı tavırdan, bakışına onu metalaştırmadan görselleştirmek istiyoruz. Bunlar aslında olması gerekenler. İçini boşaltıp pazarlama stratejisi olmaması adına çok açıklama yapma gereği bile duymuyorum.

Dijital pazarlama sistemi içinde özellikle Instagram çok önemli bir yere sahip artık. Üreten ve tüketen ilişkisi iç içe. Kendini markalama ile bir şirket için bir ürün markalayanların nasıl bir algoritmaları var?

Sosyal medyada korkunç bir çark var. Ben bunu Ninemin Dolabı sayesinde deneyimledim ama kullandığım terimleri ve isimleri değiştirip her alanı aynı şekilde özetleyebiliriz. Fenomenler, influencerlar var. Tüm akış sonu gelmeyen bir reklam gibi. Eskiden reklam çıktığında kanalı değiştirirdik ya da tuvalete giderdik. Şimdi reklam arası yok, her şey reklam. O yüzden bilinçli tüketici olmak lazım. Tüm tekstil markaları ürünlerini fenomenlere giydiriyor ve karşılığında inanılmaz ücretler ödüyorlar. Tüm ünlüler tatilleriyle, yedikleri yemeklerle, hatta kullandıkları çarşaflarla bir paket. O pakete sahip olmak için en görünürde olan şey giydiği pantolon belki. O yüzden herhangi birisi mağazaya girdiğinde bilmem kimin pantolonundan almak istiyorum diyor. O pantolonu giydiğinde o hayata sahip oluyor bir bakıma. İnfluencarlar daha büyük çıkmazda. İnsanların tüketmesi için sürekli içerik üretmekten neyi sevdiklerini, aslında nasıl giyindiklerini çoktan unuttular bence. Bir insanın psikolojisinin kaldıramayacağı bir şey bu.

Anneliğinin anahtar kelimeleri nelerdir? Ya iyi bir anne olamazsam şeklinde kuruntular beslediğin oluyor mu?

Anneliğimin anahtar kelimesi güven bence. Kızlarımın, hayatta başlarına ne gelirse gelsin sorgulamadan onların arkasında olduğumu bilmelerini isterim. Endişelerim illa var ama kuruntularım yok. Mükemmel değiliz sonuçta hepimiz insanız, kuluz. Müslüman birisinin her şeyi kontrol etme, mükemmel olma çabası bana çok kibirli geliyor. Rahat birisiyim.

Kızlarımı dinlemeyi seviyorum diğer yandan. Ne istediklerini gerçekten anlamaya çalışıyorum.

Çocuğuna karşı duyduğun sevgi ilahi bir şey. Mucize gibi. Bu beni çok heyecanlandırıyor. Ama sevgim ne kadar ilahiyse anneliğim de o kadar kusurlu ve insani. Bunu kafaya takmıyorum. Kendime ekstra yükler yüklemek ve altında ezilmek istemiyorum. Benim annelik deneyimim biricik ve günden güne değişen bir süreç. O yüzden bunu kapsayıcı ve genelleyici bir formül olarak kimseye sunamam.

Clarissa P. Estés, feminist edebiyatın başyapıtı olan Kurtlarla Koşan Kadınlar'da: "Vahşi Kadını yeniden çağırmak istiyorsanız, tutsak olmayı reddedin. İçgüdüleriniz dengeye ayarlanmış olsun –beğendiğiniz yere atlayın, dilediğinizce havlayın, var olanı alın, etrafınızdaki her şeyi keşfedin, bırakın gözleriniz duygularınızı göstersin, her şeye baksın, görebileceklerinizi görsün" der. Bu dil, ideolojik bir promosyonun ürünü değil mi?

Bu kitapların başucu kaynağı olma sebebini anlayamıyorum. Bizim başvuracağımız kaynak belli. Çocuğumuzu nasıl büyüteceğimizle ilgili bir şey kafamıza takılsa Peygamber Efendimizin çocuklarını nasıl büyüttüğüne bakabiliriz anında. Müslüman bir kadının başucu kitabı da belli. Allah'ın bize verdiği haklar için savaşabiliriz. Bunu yaparken de kullanacağımız argümanların en güçlüsü zaten Allah'ın sözleri. Ama burada bir sektör var. Fıtrat pedagojisi, İslam soslu montessori, tasavvufi yoga vs. gibi birçok saçma sapan melez sistemler ortaya çıktı son zamanlarda. Bizimle alakası olmayan bir sistemi alıp içine biraz din sosu ilave edip piyasaya sürüyorlar.

Feminizm de öyle. Virginia Woolf, Sylvia Plath vs. okuyoruz. Bazı açılardan da derdimize merhem oluyor. Ama bu kadınlar bizi kapsayamaz. Ben birisini seveceksem ve onu idol yapacaksam kendime hep şöyle bir denklem kuruyorum: Benim onu sevdiğim gibi o da beni sever mi? Piyasada herkesin var gücüyle sarıldığı, bağrına bastığı tüm bu karakterler eminim bizden nefret eder. Zaten tüm bu hayranlık, kapsayıcılık LGBT meselesinde düğümlendi. Bu konuya nasıl açıklık getirecek acaba bu akımların peşinde koşanlar. Ayrıca alıntı yaptığınız metindeki "beğendiğiniz yere atlayın", "dilediğinizce havlayın" gibi sözler Müslüman bir kadın için çok rahatsız edici.

Sosyal medya aracılığı ile ailenin ve mahremiyetinin pazarlama ve strateji unsuru hâline gelmiş olmasını nasıl yorumluyorsun?

Kimse ihtiyacının tam anlamıyla ne olduğunu düşünmekle vakit kaybetmek istemiyor. Herkes hemen sonuca odaklı… O yüzden hayatla ilgili her şeyin bir paketi var. Her şey bir ürün… Hikâye satıyor. Çark böyle dönüyor. Belli insanlar kimliklerini sahip oldukları üzerinden pazarlıyor. Çocuklarını yetiştirme tarzı, evini döşeme şekli, giydiği gelinlik vs. hepsi ürün. Annelik de bir ürün hâline geldi. Modadaki gibi trendler sürekli değişiyor. Oyuncu annelik moda oluyor herkes çocuğuyla abidik gubidik evin içinde oyunlar oynamaya çalışıyor. Başka türlü akımlar çıkıyor ve hepsinin söylemleri balon. Hepsi iki üç günlük projeler. Kendisi yaptığı şeyi sindiremeden başkalarıyla paylaşıyor. Anadolu kadınının kadim annelik, kadınlık bilgisi gibi değil tabii ki. Şehirli kadınlar çaresiz. Köyde çocuk büyütme dediğin şey bile imece usulü. Burada dört duvar arasında çocuğu eylemek için yazılan senaryo, yapılan dekor çok suni. Zaman geçmiyor. Bu çaresizliğe de sosyal medyadaki figürler sürekli değişen annelik paketleri pazarlıyor. Alıcısı çok. Mahrem dediğimiz alanın sınırları çok muğlak artık hatta yok. Çünkü kimse nerede duracağını bilmiyor.

Kendi annen ile kurduğun bağ için geçmişine döndüğünde aklına gelen en çarpıcı imge ne oluyor?

Annem 17 yaşında beni dünyaya getirmiş. Zor süreçlerden geçerek. Yaş farkımız çok az. Çok ciddi ve soğukkanlıdır ama aynı zamanda tanıdığım en komik insan. Çok titiz, düzenli ve ev işlerinde mükemmeldir. Her öğün yemek için çok uğraşır, beş çeşit yemek yapar neredeyse. Bende ise onun mükemmel ev hanımlığının zerresi yok. Ama annem beni hiç zorlamadı, kendi formuna sokmaya çalışmadı. Çok özgür bıraktı. Çok küçük yaşta birey olduğumu anlıyorum geçmişe döndüğümde ki küçük bir yerde büyüdüm. Toplumun, herkesin kız çocuğundan doğumundan ölümüne kadar beklentileri vardır. Herkesin söz hakkı varmış gibi gizli bir anlaşma vardır ya. Annem ve tabii ki babam buna izin vermediler. Ve canım ninem. Ninemi anmazsam olmaz ve dedemi. Çünkü biz büyük bir aileydik. Hepsine çok minnettarım. Annem bize hep şunu da hatırlattı. Bana güvenip çocuk sahibi olmayın. Beş günden fazlalık tatile bana güvenip çıkmayın. Hastalık ölüm gibi zamanlar dışında sorumluluklarınızı almam. Benim de bir hayatım var cümlesinin hep altını çizdi. İyi ki de çizmiş. Annelerinin buzluklarını doldurduğu, mobilyasını, mesleğini hatta evleneceği adamı seçtiği kızlardan biri olmadım.

Modern zamanlarda değişen babalık rolleri üzerine konuşmak istiyorum biraz da seninle. Değişen dünyada erkeklik, babalık rollerinin sorunları nelerdir sence?

Babalık rolleri de konuşulmaya başlandı. Annelik didik didik edilirken hep pas geçiliyordu çünkü. Gerçi doğru olan konuşulmaması ama. Anneliği yüceltmeyi doğru bulmuyorum çünkü ama maalesef bu ezilmişlikten ötürü böyle bir parlatılmaya ihtiyaç duyuluyor. Bana göre ebeveynlik rolleri vardır. Babalık, annelik değil. Sadece anne süt verir ve çocuğun cinsiyetine göre özel ihtiyaçlar karşılanırken görev ayrımına gidilir. Onun dışında aynı şeydir aslında anne ya da baba olmak. Ben şu cümleden rahatsız oluyorum: "Sağ olsun kocam bana çocuk bakımında yardım edebiliyor da ben de falanca işimi yapabiliyorum" gibi. Yardım değil ki onun adı. Zaten onun üstüne düşen vazife bu. Yapması gereken bir şeyi yaptığı için kimseye teşekkür etmeyi doğru bulmuyorum. Eşim Enes, üstüne düşen her şeyi yapan bir eştir. Cömert, dengeli, sakin ve sabırlı… Birbirimize destek oluyoruz. Birimiz yorulduğunda diğeri devralıyor ama hayat böyle zaten. Kelimeler büyü gibi. Kullanırken bıraktığımız mirasa dikkat etmeliyiz. "Kadın yönetmen ödül aldı" ya da "Başörtülü sanatçı yeni sergisini açtı" vs. gibi cümlelerde kompleks var. Yani kadından yönetmen olmaz ön kabulüyle başlıyorsunuz zaten o cümleyi kurarken ve kendinizi kabul ettirmeye çalışıyorsunuz. Çalışan anne de böyle bir kavram. Zaten her kadın kendi hâline bırakılırsa üretir. Her kadın üç beş işi aynı anda yapabilir. Bunlar efsane değil ki. Yeniden köklerimize dönersek, Allah'ın bize verdiği içgüdülerle hareket edersek bu saçma trendlere karşı korunuruz diye düşünüyorum.

NERGİZ ERBAY KİMDİR?
Nergiz Erbay, 1989 yılında Ulubeyler Köyü'nde (Ayvalık civarı) doğdu. Mezun olmaya yakın Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'ndeki eğitimini dondurdu. Senaryo yazıyor ve esnaflık yapıyor. Instagram'da başlayan ve özgün bir giyim markasına dönüşen Ninemin Dolabı'nın kurucusu. Evli ve iki çocuk annesi.

BİZE ULAŞIN