Yunus Arslan: Tek kişilik edebiyat mektebi: Mehmet Kaplan

Tek kişilik edebiyat mektebi: Mehmet Kaplan
Giriş Tarihi: 28.11.2019 17:41 Son Güncelleme: 28.11.2019 17:41
Kaplan'ı başka araştırmacılardan ayıran, edebiyatı daima önde tutması, öteki bilim alanlarının ayrıntılarına gömülerek edebî eseri ihmal etmemesidir.

''Bir milletin ya da insanın dünyaya bakış tarzını değiştirmek mi istiyorsunuz? Ona okumasını öğretin ve okunacak kitaplar verin... Bir ülkeyi yalnız orduları değil, fikir adamları, şairleri, ressamları da korur.''

Türk edebiyat araştırmacılığının şüphesiz en önemli isimlerinden biriydi Mehmet Kaplan. Edebiyatın sadece araştırmacısı değil, felsefe, sosyoloji ve tarih gibi çeşitli alanlardan beslenen büyük bir eleştirmeniydi. Düşünmenin zorluğunu bilir, çevresine ve öğrencilerine daima "yazarak düşünmeyi" tavsiye ederdi. Kaplan, 71 yıllık ömrünün neredeyse tamamını yazarak ve düşünerek geçirdi. Düşünce ve çalışma alanının odağında ise dil bulunuyordu. Dili bir milletin ortak hazinesi kabul eden Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın entelektüel hayatını ve çalışmalarını öğrencisi, çalışma arkadaşı, takipçisi Prof. Dr. İnci Enginün ile konuştuk.

Cumhuriyetin ilk yıllarında yetişmiş bir edebiyatçı ve eğitimci olan Mehmet Kaplan'ın yetiştiği ortamdan ve karakterinden bahsederek başlayalım isterseniz?
Merhum hocamız Prof. Dr. Mehmet Kaplan her şeyden önce bir Anadolu çocuğuydu. Babası uzun yıllar askerlik yaptığı için onu ilk defa ancak yedi, sekiz yaşlarındayken görebilmiş. O yaşa kadar annesinin terbiyesinde yetişmiş. Eskiden Sivrihisar'dan geçen yolun değişmesinden sonra sıkıntıya düşen aile Eskişehir'e taşınmış. Orada da çok sıkıntı çekmişler. Küçük çocuk tren garında ekmek, simit satarak aileye bir nebze katkıda bulunmaya çalışmış. Bazen bir açıkgözün bir ekmeği veya simidi alıp parayı vermemesi yüzünden o günkü emeği boşa gidermiş.

Onu kimsesizlik duygusundan kurtaran ve sıcak bir yuva sunan Eskişehir'deki halk kütüphanesi olmuş. Bir yazısında "Beyaz Mabet" diye andığı bu kütüphane soğuktan üşüyen çocuğu, sıcak bir mekân sağlamanın dışında dünyanın başka yerlerinde yaşayan insanları tanımasına yol açan kitaplarla da tanıştırmış. Okumayı çok seven çocuk, orada yöneticilerin teşvikiyle bir de Goethe üzerinde konuşma yapmış. Onu dış dünyanın bütün sıkıntılarından kurtaran da işte bu kütüphane olmuş. Yüksek eğitim için İstanbul'a geldiğinde ürkek ve kendisini büyük şehirde kaybolmuş hissetmiş fakat bu şehrin büyüsüne de kapılmış. Asıl arzusu felsefe bölümüne gitmekse de bu bölüm Yüksek Öğretmen Okulu'nda bulunmadığı için Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü seçmiş. Çocukluğundan itibaren kazandığı okuma ihtirasını bundan sonra da devam ettirmiş.

Dürüst, saygılı ve sevgi dolu bir insandı. İlk görünüşte insanı ürküten sert bir görünüşü vardı ancak gülümsediği zaman o sertlik kaybolurdu. Ben de diğer öğrencilerinin çoğu gibi ondan çok çekinmiştim, derslerde ciddi ve zaman zaman çok sertti. Hâlâ hatırladığım bir sözü şuydu: "Biraz daha fazla çalışıp öğrenin ki on yıl sonra bize kendiniz gibi öğrenciler göndermeyin." Bu sözü sarf etmesinin sebebi, yaptığı bir yazılı yoklamada bir öğrencinin bir iki imla yanlışı yapmış olmasıydı. Ancak yıllar sonra hocamızın bu ikazının aslında ne kadar doğru olduğunu bizzat gördük.

27 yaşında doktor, 31 yaşında doçent, 37 yaşında profesör oldu. Mehmet Kaplan ismi edebiyat, eğitim, edebiyat araştırmaları ve kültürümüz açısından ne ifade ediyor, neleri temsil ediyor?
Mehmet Kaplan akademik payeleri çok genç yaşta kazanmış. Çok kuvvetli hocaları var; bu gencin kabiliyetini onlar fark etmişler. Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat onun dil alanında çalışmasını umarak kendisine Almanya'da bir süre geçirmesini mümkün kılan bir burs bulmuş. Bu onun Türkiye dışıyla ilk karşılaşmasıdır. Prof. Fuad Köprülü hocasıdır, keza Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan da. Onun dil alanında saygıyla adını andığı bir hoca da Prof. Dr. Ragıp Hulusi'dir. Fuad Köprülü'nün Lanson'dan aldığı "eser yazar ve çevrenin ürünüdür" görüşünü yansıtan metodunu Mehmet Kaplan da benimsemiştir. Ancak Ali Nihad Tarlan'ın eseri, yazarı ve çevresiyle açıklamaktan çok, "edebiyat tarihi edebî eserlerin tarihi olmalıdır" görüşünü kendisine daha yakın bulmuştur.

O yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde ders veren yabancı hocalardan Erich Auerbach ve Leo Spitzer'in derslerine katılmıştır. Onun dünyası aydınlatan ve genişleten bir etkinin de Prof. Dr. Sabri Esat Siyavuşgil'den geldiğini sanıyorum. Fuad Köprülü siyasete atılıp üniversiteden ayrılınca bir süre o da doktora tezini hazırlarken Sabri Esat'ın danışmanlığında kaldı.

Yabancı bir dil öğrenmeden araştırma yapılamayacağını anladığı için Fransızcasını geliştirmeye çalıştı. Bu çalışmaları ise onu Alain ile tanıştırdı. Felsefeye olan ilgisi dolayısıyla da bu Fransız düşünürünün eserlerini okumuş hatta bir kısmını da Türkçeye çevirerek neşretmiştir. Alain'den çok sık alıntılar yapar, onun önemli cümlelerini tekrarlar ve "Beni kötümserlikten kurtaran Alain olmuştur" derdi. Bize de onun "yazarak düşünün" sözünü sık sık tekrarlamıştır ve biz öğrencileri de hiçbir derse ve konferansa elimizde yazılı metin olmadan çıkmamışızdır.

Onun Türk edebiyatı metinlerine yeni bir bakış getirdiği şüphesizdir. Bunlar bugünün başka yöntemleri açısından eskimiş bulunabilir fakat onlar da devirlerinin en yeni hareketleridir. Günümüzde en önemli yöntem olan metin odaklı çalışmaların onunla başladığını söylemek yanlış değildir. Hepimizi de bu yönden teşvik etmiştir.

Eğitimci olarak da temayüz eden Mehmet Kaplan öğrencilerine dünyalarını genişletmelerini, kendisinden daha iyi çalışmalar yapmalarını tavsiye eden bir bilim adamıydı. Siz de öğrencisiydiniz, öğrencileri ile ilişkisi nasıldı, onlardan neler bekliyordu?
Mehmet Kaplan öğrencilerinin mutlaka bir yabancı dili bilmelerini, çeviri yapmalarını ve Batı dillerinden kendi çalışmaları için gerekli malzeme ve yöntemleri bulmalarını beklerdi. Seçtikleri alanda ciddi olarak çalışmalarını isterdi ancak onun dikkatimi çeken en önemli yönlerinden biri, öğrencilerine tanıdığı hürriyetti. Bize doktora öğrencileri olarak konularımızı kendisi verirken, başka bir konu üzerinde çalışmak isteyip istemediğimizi de sormuştu. Çalışma şeklimize de karışmazdı. Herkesin mizacına ve tercihlerine saygı gösterirdi. Bu yönüne çok saygı duyduğumu belirtmeliyim.

Doktora döneminde öğrencileriyle yakından ilgilenir, hatta o konudaki okumalarına dair notlar alırdı. Bu tür okumalarında üç-dört tanesini bana vermişti. Ben birini neşretmiştim. Bir kitabı okurken ondan hangi çalışmalarda yararlanılabilir, o araştırmaların benzerleri Türk edebiyatında yapılabilir mi, bunları örnekleriyle zikrederdi. Öğrencilerini daima teşvik ederdi. Sadece sözlü olarak değil, mektuplarıyla da onlara daima yol gösterirdi. Öğrencilerinin kendisiyle ele aldıkları konularda tartışmasını da isterdi. Bunlardan birini hiç unutamıyorum. Bir eser üzerinde tartışmıştık. Hoca eseri pek önemsememişti, hâlbuki ben o eserin yapı bakımından yenilik getirdiğine kaniydim. Tartışmamızdan sonra hoca o kitabı yeniden okumuş ve hakkında bir yazı yazmıştı. Daktilo etmem için bana verdiğinde şaşırmıştım. Ama okuyunca hocanın belki ilk okuyuşta sadece göz gezdirmekle yetindiğini anlamıştım. Böylesine olgunluğa sahip hocaların sayısı pek azdır.

Türk edebiyatını bir bütün olarak alırdı, onun dünya edebiyatındaki yeri üzerinde de düşünürdü. Ben geniş bir okuma alışkanlığına sahibim. Okuduklarımı kendisine anlatırdım. Bazen o kitapları birlikte okumak ihtiyacını duyardı. Ortak kitap çalışmalarımızda hepimiz kendisinden çok şey öğrendik. Serbest düşünmeyi, tartışmayı, tartışmalarda durmamız gereken yeri hep yıllar süren o ortak çalışmalar sayesinde tanıdık.

Türk edebiyat araştırmacılığının köşe taşlarındandı. Onun edebiyatımıza bakış açısını nasıl tarif edersiniz?
Evet, Mehmet Kaplan Türk edebiyat araştırmalarına yepyeni boyutlar kattı. Her şeyden önce o Oğuz Kağan'dan itibaren Türk edebiyatını bir bütün olarak görmüştür. Elbette bu geniş alanın hepsini kapsaması imkânsızdı. Bu eserlere yeni bakış açıları kazandırdıkça ne kadar mutlu olduğu arkadaşı Âli Ölmezoğlu'na yazdığı mektuplarda açıkça görülür. Yetiştirdiği öğrencilerine verdiği doktora konularının çeşitliliği de onun ülkemizde edebiyat eserlerine nasıl bakılması gerektiğini gösterir. Bu tür incelemelerin az olması dolayısıyla o önce biyografik çalışmalara ağırlık vermiş, Türk edebiyatı ve kültür hayatında yeri olan kişileri inceletmiştir. Mizancı Murat, Sami Paşazade Sezai, Hüseyin Cahit bunlardandır.

"Romanlarımızda Kadının Yeri", "Alafranga Tipler" gibi tematik çalışmalar yaptırmıştır. Eski, yeni ve halk edebiyatı diye ayırdığımız yollarındaki halk edebiyatının yeni Türk edebiyatına sağladığı zenginliği ortaya koyan incelemelerin dışında müstakil olarak halk edebiyatı verimlerinin toplanması ve incelenmesi de ülkemizde birçok değerli meslektaşımızı kazandırmıştır. Son olarak da yeni Türk edebiyatının Batı'dan aldıklarını ele alan tezler yaptırmıştır. Her yeni alanda o da öğrencileriyle birlikte kitaplar okumuş ve onlara gerekli tavsiyelerde bulunmuştur.

Edebiyatı ve şiiri bilim olarak teorileştiren Kaplan hocanın özellikle şiir alanında derinleştiği söylenir. Şiirle ilişkisi nasıldı? Edebiyat ile diğer alanların ilişkisini nasıl kurardı?
Şiir Mehmet Kaplan'ın en sevdiği türdü. Kendisi de gençliğinde şiirler yazmış, sonra daha iyi şairlerle karşılaştıkça bu hevesinden biraz uzaklaşmıştı. "Biraz uzaklaşmıştı" diyorum çünkü ölene kadar ortaya çıkarmadığı şiir yazma faaliyetine devam ettiğini biliyoruz. Dergilerdeki yeni şairleri okur, kitaplarını hemen alırdı. Değerli bulduklarını çevresindekilere tavsiye ederdi. Şiir kısa olduğu için yeni edebiyat kuramlarını uygulamaya daha elverişli geliyordu.

Ömrü boyunca yapısalcılığa kadar bütün kuramlardan yararlandığını biliyoruz. İncelemelerinde birçok dallardan yararlanırdı çünkü o, edebî eserin yegâneliğine inandığı gibi, onların bir milletin ortak değerlerini ve yaşam şartlarını da içinde barındırdığına kaniydi. Şiir Tahlilleri ve Hikâye Tahlilleri eser odaklı, Tip Tahlilleri ise Türk milletinin ortak değerlerini ortaya koyan incelemelerdir. Tarih, sosyoloji, psikoloji, din ve siyaset yararlandığı bilim alanlarıydı. Onu başka araştırıcılardan ayıran, edebiyatı daima önde tutması, öteki bilim alanlarının ayrıntılarına gömülerek, edebî eseri ihmal etmemesidir.

Çalışma alanları arasında bulunan kültür, medeniyet ve dil konuları hakkında onun bakış açısını ve farkını nasıl özetlemek gerekir?
Kültür ve medeniyet birbirinden ayrı değildir. Bu konuda Ziya Gökalp'ın kesin ayırımcılığını bir noktaya kadar kabul eder fakat ikisi birbirinin içine geçmiştir, ayrılamaz. Dil ise bir milletin ortak hazinesidir. Onu aklımıza geldiği gibi dağıtamayız. Bu konuda Türkçeyi sadece öz Türkçeye indirmek isteyenlerle mücadelesi sürekli olmuştur. Kültür ve Dil bu konudaki yazılarından küçük bir kısmını içine alır. Onun bir özelliği de deneme türüne verdiği önemdir. Her sabah erken uyanan ve mutlaka yazarak aklındaki bir konuyu düşünen merhum hocamız bu alışkanlığıyla iyi bir denemeci de olmuştur.

Hocanız Mehmet Kaplan'la ilgili hatırınızda kalan, kayda değer bir hatıranızı anlatmanızı isteyebilir miyim?
O kadar çok ki… Yirmi küsur yıl yan yana odalarda oturduk. İlgimizi çeken her şeyi birbirimizle paylaştık. 1979 yılı sonbaharında Amerika'ya gitmiştim. Babam ben gittikten bir hafta sonra öldü. Türkiye'ye de dönemedim. Çok hazin ve kötü bir ayrılık olmuştu. Mehmet Kaplan Bey çok muntazam mektup yazan bir insandı. Ben de öyle. Bir gün yazdığım mektubu posta kutusuna atarken üzerinde Prof. Dr. Mehmet Enginün yazmış olduğumu fark ettim Hemen yeni bir zarf alıp yeniden yazdım.

Kaplan Bey cevabî mektubuna şöyle başlamıştı: "Dün iki mektubun geldi. Birinin üzerinde, adres benimdi ama Mehmet Enginün yazılıydı. Buna hem üzüldüm, hem sevindim. Kendimi sana gerçekten baban kadar yakın hissediyorum. Senin de gayrişuuri olarak böyle hissetmen hoşuma gitti. Öyle ya, saat ile hesap edersek, belki babandan çok konuştuk seninle ve bu beni daima mesut etti." Rahmetli hoca böylesinenazik ve duyguluydu. Önce babamın sonra hocanın ölümleri beni gerçekten çok yalnız bıraktı. Onların hayatımda bıraktıkları boşluk inanılmayacak kadar derindi. Artık okuduklarımı, onlara anlatamayacaktım. Belki de bu yüzden ben de tanımadığım okuyucularıma sevdiğim kitapları tanıtma yolunu tuttum.

Onu, niteliklerini ve önemini daha iyi tanımak isteyenlere ne gibi eserler önerirsiniz?
Mehmet Kaplan'ın eserleri Dergâh Yayınları tarafından çıkarılıyor. Yine onun için yayınlanan Mehmet Kaplan kitabıyla Mehmet Kaplan'a Armağan kitabı onun çeşitli cephelerini ortaya koyar. Kültür Bakanlığının neşrettiği Mehmet Kaplan kitabı ise, diyebilirim ki onun bütün yönlerini ele almaktadır. Hem bir eğitici olarak öğrencilerinin anlattıkları hem de onun yöntemini, Türk edebiyatına ve kültürüne bakış tarzı, kullandığı yöntemleri bu kitapta bulmak mümkündür.

Onu tanımak için de en iyi yol bize bıraktığı kitapları okumaktır. Gençlerin onlarda kendilerini bulacaklarından ve zaman zaman duydukları çaresizliği aşma yollarını da sezeceklerinden eminim. Ne fakirlik ne kimsesizlik çalışma azmini kırabilir ve bu azim kişiyi arzuladığı noktaya ulaştırır. Kaplan Bey'in ölümünün üzerinden kırk küsur yıl geçti fakat hâlâ ondan söz etmek ihtiyacını duyuyor, kitaplarından da vazgeçemiyoruz. Ruhu şad olsun.

Mehmet Kaplan Kimdir?
Edebiyat tarihçisi, akademisyen, eleştirmen gibi birçok vasfı haiz Mehmet Kaplan, 18 Mart 1915 yılında Eskişehir'de dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girmek üzere İstanbul'a gitti ve Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde devam etti. Eğitimi süresince felsefe, psikoloji ve sosyoloji derslerine devam etti. 1936 yılında bir burs ile Almanya'ya giderek Almanca öğrendi. Lise yıllarında başladığı Fransızcasını da ilerletmek için çeviriler yaptı. Türkiye'de Ali Nihat Tarlan'dan sonra "edebiyat doktoru" unvanını alan ikinci isim oldu. Üniversitelerde çeşitli yöneticilik görevlerine bulunan Kaplan, 1984 yılı başında emekli oldu, vefat edene kadar Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde dersler verdi.

Araştırma-İnceleme:
Nesillerin Ruhu (1967), Büyük Türkiye Rüyası (1969), Edebiyatımızın İçinden (1978), Kültür ve Dil (1982)

Araştırma-İnceleme:
Tevfik Fikret ve Şiir

Antoloji-Derleme:
Köroğlu Destanı (Mehmet Akalın ve Muhan Bali ile, 1973), Cumhuriyet Devri Türk Şiiri (1973, yeni bas. 1990), Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi I-IV (İ. Enginin, B. Emil, Z. Kerman ile, 1974-1989), Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal (İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci, A. Uçman ile, I-II, 1982), Atatürk Devri Türk Edebiyatı (İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman ile, I-II, 1982), Cenab Şahabeddin'in Bütün Şiirleri (İ. Enginün, B. Emil, N. Birinci ve A. Uçman ile, 1984), Mehmet Kaplan'dan Seçmeler (2 cilt, 1988), Âli'ye Mektuplar (haz. Z. Kerman- İnci Enginün, 1992)

BİZE ULAŞIN