Ekrem Demirli: Müslüman dünyada evrensel başarı sorunu ve entelektüel savrulmalar

Müslüman dünyada evrensel başarı sorunu ve entelektüel savrulmalar
Giriş Tarihi: 15.12.2020 12:50 Son Güncelleme: 15.12.2020 12:50
Konu veya alan ne olursa olsun evrensel başarı listesine girebilecek isimlerden yoksunluk Müslüman toplumları asrın dışına iteliyor. Herhangi bir alanda “evrensel” isimler çıkarmadaki başarısızlıklar kaderimiz olduğu sürece “fobik” görüleceğimiz kesindir.

Büyük trajedilerin izlerini taşıyan konular ve kavramlar üzerinde yazı yazmak zor! Sorun aşağı yukarı belli, söylenebilecek sözler tükenmiş, hepsinden önemlisi çözüm hakkında umutsuzluk hâkim. Böyle durumlarda insanın aklına "çözümünü bilmediğimiz bir şey sorun olmaktan çıkar ve kadere döner" deyiminden başkası da gelmiyor.

Üstelik sorunun temelde yaşanmadığı bir ülkede büyük bir sorunu yazmak meselenin başka bir güçlüğü... Sorun bir yerde ortaya çıkar da başka bir zeminde tartışılırsa, eskilerin deyimiyle "kalem küheylanı" istikametini kaybederek iştahla koşabileceği sorumsuzluğun engin meydanlarında hamaset yapabilir.

İslam'ın bir "fobi" (korku) müslümanların ise "fobik" varlıklar şeklinde telakkisi yeni bir olgu değil. Müslümanlık, yeryüzüne yayılmaya başladığı zamandan itibaren dünyanın tadını kaçırmış görünüyor. Haddizatında dinin tabiatı biraz öyledir; din insanın tadını az veya çok kaçırır, her insanda belirli bir "istikrah" duygusu yaşatabilir. Üstelik bu durum sadece Müslümanlara karşı yaşanan bir hissiyat da değildir; Müslümanlar da birçok kimseye veya geleneğe karşı "kekremsi" bir tat hissetmişlerdir.

İnsan olmak ötekini büyük bir sevgiyle kucaklamayı iktiza etmiyor her zaman. "Öteki insan' bazen rakibimizdir, elimizdekini alacağını vehmederiz; bazen düşmanımızdır, canımıza ve güvenliğimize kast edeceğini zannederiz; bazen hiçbir şeyimiz değildir, o zaman vakit ayırmaya bile gerek duymayız. Her halükarda "öteki insan" bizi tehdit ettiği ölçüde "fobik" olarak görülür.

Dar aristokratik gelenekleri içinde gününü gün eden belagat düşkünü şair Arap toplumu için yeni Müslümanlar "fobik" sayılmıştı. İnsanın insana denkliğini, hepsinin ise Allah'ın karşısında kulluğunu savunan din, aristokratik gelenek için "düşman" ve "fobik" idi.

Hindistan ile Akdeniz arasında kurulan ticaret yollarının ortasına yerleşerek yeni bir dünya inşa eden İslam, İranlılar için, Mısırlılar için ve öteki dünya için fobik idi. İran fethedildiğinde İranlı seçkinleri "Arap çobanları mı bizi istila edecekti?" diye ağlaşırken İslam fobik idi. Hristiyanlar için İslam hep fobik olmuştu: İslam'ın varlığı Hristiyanlığın bir din olarak reddedilmesi demekti ki bunun sebepleri Müslümanların büyük kısmınca doğru anlaşılamıyor.

"Hakiki din karşıtı disiplinsiz bir bedevi hareketi"

Hristiyanlığın İslam'ı "inançsızlık" olarak görmesinin nedeni, peygamberlik ve kitap geleneği üzerine değil, Tanrı'nın bedenlenmesi üzerine kurulu bir din olmasıdır. Müslümanlığın Hristiyanlara samimi ve sıcak yaklaşımı olguyu değiştirmedi; gerçekte Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında teessüs eden yakınlık, siyasal ve sosyal alanlar üzerinden gerçekleşmiş, din üzerinden gerçek bir yakınlık hiçbir zaman kurulmamıştır. Hristiyan teolojisine göre Hz. İsa'yı peygamber saymak, Tanrı'nın inkârıyla eş değer inançsızlıktır.

Bu nedenle İslam Hristiyanlık ile yakın ilişki kurmaya mütemayil olsa bile, Hristiyanlık İslam'ı hep "oyun bozucu" ve bu ölçüde de "fobik" olarak görmüştü. İlk karşılaşmalar dâhilinde Hristiyanlar İslam'ı hakiki din karşıtı disiplinsiz bir bedevi hareketi şeklinde görmüş, Avrupa tarihinde ne kadar muhteva değiştirmiş olsa bile ötekine bakış açısı temelde hiç değişmemiştir. Dante'nin İlahi Komedya'sından başka birçok yazara ve esere kadar İslam "hakiki dinin düşmanı" şeklinde yorumlandı ve Avrupalı zihni bu yorum besledi.

Bununla birlikte günümüzde yaşanan hadise ile geçmişten gelen arasındaki farkları da tespit etmek lazım. Günümüzde İslam toplumu özellikle gelişmiş toplumlar tarafından dünyaya bir yük ve Orta Çağ'dan çıkamamış gelişmemiş bir toplum kabul ediliyor. Böyle bir değerlendirmenin "şeref" sayılabilecek kısımları var: Her şeyden önce Allah'a güçlü iman, ahlak ve temel insani değerler gibi alanlarda dinden besleniyor olmak lütuf kabul edilebilir.

Fakat bununla birlikte İslam toplumlarında öteki insanlara veya bizzat kendi insanlarına garip gelen her hadise İslam'dan kaynaklanmıyor. Başta toplumsal geleneklerden kaynaklanan ve insan zihninin gelişmesine engel teşkil eden yapılar, insan ilişkileri vs. hesaba katılmalıdır. İslam Afrika'dan Asya'ya birçok bölgede o bölgelerin kültürleriyle ilişki kurmuş, o kültürlerin izlerini bir şekilde din içinde yaşatmıştır.

Günümüzde bu kültürel alanlardan kaynaklanan sorunlar, özellikle insan hakları (en azından yaşama hakkı, düşünce özgürlüğü, mal güvenliği gibi dinin temelde savunduğu haklarda) alanında ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bu durumda "fobik" olan alanları teşhis ederek, İslam'dan kaynaklanan kısımlar ile gelenekler ve toplumsal yapılardan kaynaklanan kısımları farklı değerlendirmek lazımdır. Bu itibarla kültürel ve coğrafi sorunları hesaba katarsak, Müslüman toplumların gördüğü her tepkiyi ve her eleştiriyi İslam'a yüklemek doğru değildir.

Evrensel başarı üreten insan yetiştirememek

Birkaç sene öncesinde Alanya'da bir grup üniversiteliyle bir çalışmada bir araya gelmiştik. Konu modern dünyada İslam düşüncesini anlamanın sorunları olarak belirlenmişti. Tema "modern dünya" olarak belirlenince, ister istemez konuşma aralarında Avrupa'da yaşamanın yol açtığı sorunlar da konuşuldu. Herkes tarihin üzerlerine bıraktığı ağır yükle yaşamanın güçlüğüne dikkat çekiyor, "50 kilo yükle koşan atlet" benzetmesini yapıyordu. Hemen herkesin ittifak ettiği nokta hak ettikleri yerlere gelememiş olma nedeninin -bireysel başarısızlıklardan daha çok- tarihsel olduğu idi.

Bunun üzerine konuya başka bir bakış açısı getirelim diye, Avusturyalı ünlü yazar Stefan Zweig'in biyografisinden bir bölüm okudum: Zweig 19'uncu asır Viyana'sını anlattığı eserinde mühim bir tespitte bulunur: "Dünyada bilim ve sanata en düşkün olan insanlar Yahudilerdir. Bir Yahudi bilim veya sanat adamı olamamışsa, evlilik yoluyla veya başka bir yolla bilimle irtibat kurmak ister. Bazı insanlar Yahudilerin para canlısı olduklarını söyler, fakat bu durum, daha çok Doğu Yahudileri için böyledir." Ardından Yahudilerin bilim ve sanata olan destekleriyle bulundukları toplumlarda kazandıkları itibarın ilişkisine değinir.

Bu tespitler üzerinden günümüz Müslüman dünyasında dikkatimizi çekmemiz gereken noktaya işaret ettim: Müslüman toplumların en önemli sorunlarından biri evrensel başarı alanındaki yetimliktir. Konu veya alan ne olursa olsun "evrensel başarı" listesine girebilecek isimlerden yoksunluk Müslüman toplumları asrın dışına iteliyor. Bu durum hemen her alanda görülebilir: Bilim adamı, sanatçı, iş adamı, müzisyen vs. Herhangi bir alanda "evrensel" isimler çıkarmadaki başarısızlıklar kaderimiz olduğu sürece "fobik" görüleceğimiz kesindir.

Bunun nedenleri üzerinde durmaya gerek yok, en azından dıştaki engelleri konuşarak vakit kaybetmeye gerek yok. Avrupa'daki tecrübeden bunun nedenlerini anlayabilecek verilere hemen ulaşabiliriz. İslam dünyasının farklı bölgelerinden gelişmiş ülkelere giden insanlar bulundukları yerlere umut bağlamadılar; her biri belirli bir refaha ulaştıktan sonra köyüne dönmenin hayalini kurmuş olmalı. Bu nedenle yatırımlarını geleceklerine ve çocuklarının eğitimine değil, köylerine, kasabalarına yaparak oradaki varlık imkânlarını tükettiler. Bu tercih onların görece varlık alanlarını daraltarak zamanla merkezden daha uzağa itilmelerine yol açtı.

Müslümanların günümüzde takip etmesi gereken yol, Zweig'ın birkaç asır öncesini anlatırken söylediği yoldur: Bilime, sanata, düşünceye yatırım yaparak "evrensel başarı" çıtasında ürünler ve isimler yetiştirebilmek. İslam dünyası bunu başaramadığı sürece "itibarlı" bir toplum hâline gelemeyecek, bunun sıkıntılarını ise her bir fert kendi hayatında az veya çok hissedecektir.

Entelektüel bölünme ve savrulan zihinler

Herhangi bir sorun belli bir zaman dâhilinde çözülemezse karakter hâline gelerek yapıları tahrip eder. Günümüz Müslüman dünyasının uzun zamandır yaşanan ciddi sorunlarından biri "sorun çözme kabiliyeti" gösterememiş olmasıdır. Konu her ne olursa olsun sorunlar çözülmüyor, sürekli tartışılıyor veya öyle olduğunu sanıyoruz, onlarca yıl aynı sorun aynı kalıplarla konuşulmaya devam ediyor. Müslümanların yeryüzünde sempati ile karşılanmaması konusu da böyle oldu. Sorun bir türlü çözülemeyince geçmişteki büyük sorunlara eklenerek daha derinlere kök saldı.

Müslüman toplumlar yeryüzündeki başarısızlığını tespit ettikleri dönemlerden itibaren entelektüel alanda ciddi bölünmeler yaşadılar. Birçok entelektüel için başarısızlığın temel nedeni gelenekler ve kısmen de din nedeniyle "muasır" olamamaktı. Müslüman dünyada güçlü temsilcileri olan bu yaklaşım birçok yerde iktidar hâline gelmiş olsa bile sorunlar yine de çözülmedi.

Entelektüellerin bir kısmı ise başarısızlığın nedenlerini hakiki Müslümanlıktan uzaklaşmada buldu. Bununla birlikte bunun nasıl olduğunu ve gerçek Müslüman olmak ile başarılı olmanın ilişkisinin ne olduğunu açıklamadılar. Muhammed İkbal'den ve Akif'ten başlayarak Müslüman toplumlarda çok şiddetli bir üslupla Müslümanların eleştirildiğine şahit olduk. İnsanları başarısız bulmak bir yere kadar anlaşılabilirdi ama onları bir de "kötü Müslüman" olarak görmek işi daha çıkılmaz hâle getirdi: "Hem başarısızlar hem de kötü Müslümanlar!" Müslüman entelektüellerin kendi cemaatleri hakkındaki en yaygın kanaati budur.

Sonradan gelen entelektüeller bu eleştiride saf tuttular. Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Seyyid Kutup, Ali Şeriatı vs. farklı gerekçeler gösterseler bile hepsi aynı kanaati paylaşır neredeyse. Birçok entelektüel, modern dünyanın eleştirilerini başka bir gerekçe ile kabul etmiştir. Aradaki fark şudur: Modernizmin dine ve inanca yüklediği sorunları entelektüeller yaşayan Müslümanlara yükleyerek İslam'ı kurtarmak istemişlerdir. Bir çoğundaki hâkim kanaat, İslam'ı nezih göstermek maksadıyla, bütün iyi Müslümanları "gökyüzünde aramak" şeklindedir.

İslam'ın "fobik" zamanlarında bu yaklaşım daha güçlendi: Bugün İslam dünyasında ciddi sorunlardan biri İslamofobinin içeride yol açtığı iç çatışma ve derinleşen bölünmelerdir. Artık genç nesiller, büyük bir baskının ve yaygın imajın etkisi altında, tarihin ve Müslüman toplumun yükünü taşımada güçlük çekmektedirler. Gerçekten de akıl ve bilgi eşliğinde soğukkanlı düşünmeye ihtiyaç vardır. Müslümanlar tarihlerine olan güvenlerini, yaşayan insanlara olan saygılarını yitiriyorlar.

Genç entelektüeller İslam düşüncesine, onun ürettiği kavramlara, sunduğu dünya görüşüne umutla bakmıyor. Bu nedenle İslamofobi meselesi artık dünyanın müreffeh ülkelerinde yaşayan Müslümanların karşılaştığı sorun olmaktan çıkarak Müslüman entelektüelleri bölen ve zihinleri savuran büyük bir baskı aracına dönmüştür. Şimdi odaklanmamız gereken asıl sorun budur.

BİZE ULAŞIN