Birol Biçer: Akdeniz'i anlama kılavuzu

Akdenizi anlama kılavuzu
Giriş Tarihi: 11.12.2020 14:16 Son Güncelleme: 11.12.2020 14:16

Dünyanın en büyük iç denizi Akdeniz son zamanlarda gezegenin en gerilimli bölgesine dönüşmüş durumda. Akbabaların leşe üşüşmesi gibi neredeyse tüm "avcı" devletler Akdeniz'de, özellikle doğusunda bir hâkimiyet alanı kurma ve muhtemel enerji kaynaklarından pay kapma savaşında. İşin ilginci bölgeye ne kıyısı ne de bağı bulunan devletler kurdukları ittifaklarla Doğu Akdeniz'e çöreklenmenin peşinde. Üstelik kıyı devletleriyle kurdukları ittifaklar ve komplolarla Akdeniz'de en uzun kıyıya sahip olan Türkiye'yi devre dışı bırakarak Anadolu'ya hapsetmenin hesaplarını yapıyorlar. Türkiye çıkması muhtemel enerji kaynaklarının adaletli paylaşımı konusunda ne kadar ısrar etse de, en doğal egemenlik hakları yapay ittifakların diplomasi oyunlarıyla göz göre göre kısıtlanmak isteniyor. Binlerce kilometre uzaklardaki ülkelerin konuşlandığı bölgenin en büyük ve güçlü kıyıdaş ülkesi Türkiye'ye adeta dış kapının mandalı muamelesi yapılmaya cüret ediliyor. Kısacası tarihinde sıkça olduğu gibi Akdeniz'in mavi suları şu günlerde bir kez daha çokuluslu kirli diplomasi ve strateji oyunları ile bulandırılmak isteniyor. Bölgede neler olduğunu daha geniş bir perspektiften bilmek içinse Akdeniz'i anlamak gerekiyor.

BATI İLE DOĞU'NUN BAŞLADIĞI YER

"Mediterrannee" olarak bilinen Akdeniz'in adı aslında kendi hâlinden, karaların çevrelediği, neredeyse göl mesabesinde bir iç deniz olma hâlinden geliyor; Latince "toprakların arasındaki" anlamına gelen "mediterraneus" tan. Bu isme ilk defa M.S. 7'nci yüzyılda Sevilla'lı Isidore'un bir eserinde rastlanıyor. Daha önceleri ise Kitab-ı Mukaddes'te sadece "deniz" ya da doğu denizi olarak adlandırılan Ölü Deniz'e zıt yönde oluşu nedeniyle "batı denizi" olarak zikrediliyor. Dünya Doğu ve Batı olarak bu denizin etrafında bölündü ve Doğu ile Batı bu deniz üzerinden etkileşimde bulundu. Aslında Doğu ve Batı tanımlamasını doğuran ve tarihi şekillendiren bu ikisi arasındaki ilişkileri belirleyen bakış açısını buradan yakalamak hiç de tesadüfi olmadığı gibi hayli manidar. Açıkçası bir yön ifade etmenin çok ötesinde dünyayı bölen iki medeniyet ve hayata bakış açısı ifade eden Doğu ve Batı ayrımının doğduğu yer Akdeniz havzası olduğu gibi bu ayrımın coğrafi ifadesi de tam olarak Doğu Akdeniz. Doğu Akdeniz'in bir yanı Doğu, bir yanı ise Batı'yı tanımlıyor.

İKİ ANA KUTBUN DEVİNİM POTASI

Doğu ve Batı çağlar boyunca insanları, dilleri ve dinleri kimi zaman karmaşık, kimi zaman bir silsile içinde ileri geri yaymış iki coğrafi ve kültürel kutup. Son birkaç bin yıllık tarihe hâkim olmuş bu iki kutup zaviyesinden coğrafi açıdan bakıldığında kabaca iki farklı Akdeniz mevcut; biri Doğulu diğeri Batılı Akdeniz… Sicilya'dan Tunus'a uzanan jeolojik bir hatla ayrılan biri batı diğeri doğu olmak üzere iki Akdeniz… M.S. 4'üncü yüzyıl sonunda, Roma İmparatorluğu'nun siyasi ve bölgesel bölünmesine karşılık gelen doğu ve batı arasındaki bu coğrafi bölünme aynı zamanda medeniyet, kültür ve hayata bakış açısından ayrılarak birbirine antitez oluşturan Doğu ve Batı dediğimiz iki dünya arasındaki sınırı ve birleşme potasını da belirler. Ancak Akdeniz açısından bu ayrım salt doğu-batı yönleriyle sınırlı değil; işin bir de kuzey-güney ciheti mevcut. Bu açıdan bakıldığında Akdeniz'in Kuzey yarısı Hristiyan-Latin, güney yarısı ise Müslüman-Arap etkisiyle birbirinden ayrılıyor. Kuzey'de Hint-Avrupa dilleri, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca ve Türkçeye karşılık güneyde Arapça, Berberice, İbranice gibi bir dil çeşitliliğine sahip. Böyle bir çeşitlilik içinde iki ana kutup arasında sürekli bir devinim potası Akdeniz. Bu devinimi en iyi açıklayanlardan biri ise Edgar Morin: "Aslında Akdeniz'i anlamak için ondaki birliği, çeşitliliği ve zıtlığı birlikte kavramalıyız; doğrusal olmayan, hem tamamlayıcılıkları hem de karşıtlıkları yakalayan bir düşünceye ihtiyacımız var. Evet, Akdeniz iletişim ve çatışma denizidir, çoktanrıcılık ve tektanrıcılık denizi, fanatizm ve hoşgörü denizidir. Ve hayret edilecek şey; 5'inci yüzyıl Atina'sı ile birlikte ihtilafın nihayet demokratik tartışma ve felsefi tartışmaya dönüşerek medeni hâle geldiği denizdir. birlikte ihtilafın nihayet demokratik tartışma ve felsefi tartışmaya dönüşerek medeni hâle geldiği denizdir.

AKDENİZ İNSANI DİYE BİR ŞEY VAR

Akdeniz'i anlamak için Akdenizli karakterini anlamak gerek. İspanyol, İtalyan, Fransız, Yunanlı, Türk, Arap, Mısırlı, Kıpti, Berber ya da İbrani de olsa… Müslüman, Hristiyan, Yahudi ya da animist de olsa… Birbirinden ne kadar farklı niteliklere ve karaktere sahip olursa olsun binlerce yıldır Akdeniz'i paylaşmaktan ileri gelen ortak bir üst karakter var; buna Akdenizlilik deniliyor. Bu insanın özellikleri: Yaşadığı sıcak iklimden ve güneşe çok maruz kaldığından olsa gerek sıcakkanlı, cana yakın, insani ilişkileri ve bağları kuvvetli, hayatı daha az ciddiye alan, dost canlısı, konuşkan, hareketli sosyal yaşamı seven, açık havaya müptela, keyfine de düşkün, esnek, sohbete, eğlenmeye, sanata yatkın, kuzeylilere göre biraz tembel, biraz ihmalkâr, ekvatoral kuşağa göre ise daha çalışkan, daha ciddi… Belki de denizle fazlaca haşir neşir olduğundan gelgitli psikolojiye sahip, mantığından ziyade duygularıyla hareket eden, çabuk sinirlenip çabuk yatışan bir tip Akdenizli… Ve olmazsa olmazı; denize daha doğrusu Akdeniz'e düşkün… Bir kuzeyli gibi soğuk, katı kuralcı, mesafeli, disiplinli, dakik, mantıkçı ve mühendis kafalı değil. Bir ekvatoral kuşak insanı gibi fazla rahat, gevşek, eğlence meraklısı ve kaderci de değil. Bir nevi coğrafyaya göre insan tiplerinin ortalaması, Akdeniz insanı.

KÜRESELLEŞMENİN KULUÇKA ODASI

Son 40 yılın en popüler kavramlarından küreselleşmenin Atlantik Okyanusu'nun Avrupalılar tarafından ilk defa geçilmesiyle başladığı ya da 1980'lerde ABD tarafından başlatıldığı söylenir. Oysa küreselleşme ile kastedilen şey küreselleşme lafı daha ortalarda bile yokken Akdeniz'de yaşanıyordu. En azından kabul edilmelidir ki modern toplumların içinden geçmekte olduğu küreselleşme tarihteki ilk küreselleşme değildir. Filolarla ticaret, malların ve işgücünün serbest dolaşımı, büyük şehirlerin ticaret ağıyla birbirine bağlanması, kültürler arası maddi-manevi değişimlerin, etkileşimlerin beşik devresi Akdeniz'de milattan 3 bin yıl öncelerine dek uzanır. Finikelilerin Akdeniz'i ticaret filolarıyla arşınlamasıyla başladıkları günlerden Romalılara kadar uzanan süreçte Akdeniz'de gelişen faaliyetler küreselleşmenin kuluçka dönemi sayılabilir. Bir anlamda eski dünya olarak Akdeniz dünya tarihinin ve küreselleşme sürecinin de laboratuvarını teşkil eder.

Roma İmparatorluğu'ndan itibarense bu denizin etrafında küreselleşme olarak adlandırılan şeyin ilk örneği kurulur. Coğrafi keşiflerin başlaması, yeni deniz yollarının bulunması, kanalların açılması ve dünyayı oluşturan diğer kıta ve toplumlar arasında bağlantının kurulmasıyla Akdeniz'de başlayan bu ilk küreselleşme eski dünyanın uhdesinden çıkarak "kapitalizmin gezegen sathına hızla yayılması süreci"ne dönüşmesiyle daha geniş ve daha yeni bir dünyaya yayılır.

KAPALI BİR DENİZDE DÜNYANIN EN YOĞUN İKİNCİ DENİZ TRAFİĞİ

Filistin de dâhil edilirse etrafını tam 25 devletin çevrelediği Akdeniz dünyanın en büyük iç denizi ve neredeyse kapalı bir deniz. Ancak bu kapalı deniz, bir geçiş ve iletişim aracı olarak ekonomik açıdan hayati bir önemi haiz. Bir ticaret yolu olarak bu kapalı deniz dünyanın en hareketli deniz trafiklerinden birine sahip… Her gün 100 tonun üzerinde 2 bin gemi seyrediyor ve yıllık 200 bin sefer gerçekleşiyor üzerinde. Bu Akdeniz'i Manche Denizi'nden sonra dünyanın en yoğun ikinci deniz ulaşım bölgesi yapıyor. Bir deniz nakliye yolu olarak Akdeniz'in en fazla işlev gördüğü alan ise enerji kaynaklarının güvenliği ve taşınması… Örneğin sadece bu denizden Avrupa'ya yapılan sıvı yakıt nakliyesi küresel nakliyenin yüzde 30'una tekabül ediyor. Akdeniz üzerinde tüm petrol ve yan ürünleri nakliyesi yıllık toplam 800 dev tankerle taşınan 400 milyon tonluk bir rakama tekabül ediyor. Hâliyle böyle bir iç deniz üzerinde gerçekleşen bu denli yüksek kapasiteli bir trafik stratejik açıdan büyük önem arz ettiği gibi kayda değer ekolojik bir riski de barındırıyor.

PEKİ, "MAVİ VATAN" NEDİR, NERESİDİR?

Son 5 yıldır Türkiye'nin kara dâhil deniz alanlarında da aktif ve askerî güce dayalı bir strateji oluşturmaya ve bu perspektifte harekâtlar oluşturmaya gayret ettiği gözlemleniyor. Bunu Türkiye'nin klasik strateji ve güvenlik anlayışında bir dönüşüm olarak nitelendirmek de mümkün. Bu yeni stratejik doktrinin deniz yetki alanlarına yönelik olan kısmı "Mavi Vatan" tabiriyle ifade ediliyor. Açıkçası vatan dediğimiz şey artık kara parçasından ibaret sayılmıyor. Türkiye'nin toplamda 7 bin, Ege ve Akdeniz'de ise 4bin 382 kilometreye ulaşan kıyıları ile devamındaki açık deniz suları ve karanın deniz altındaki uzantıları da bu yeni stratejik kavramla vatana dâhil ediliyor. Vatan sınırlarını karadan deniz yetki alanlarına kadar genişleten bu yeni güvenlik konsepti hâliyle vatan savunmasını da kara sınırlarının çok ötesinden, ileri hatlardan başlatıyor. Bu durumda ise yetki alanına dâhil deniz suları ve deniz altı kara uzantılarının belirlenmesi ve bu konuda komşular ve uluslararası örgütlerle uzlaşılması gereği ön plana çıkıyor. Kıyıdaş ülkelerin bu alanlar konusunda Türkiye aleyhine kurdukları ittifaklar ve aleyhte adımları ise ister istemez Mavi Vatan stratejik doktrinini diplomasiden önce askerî açıdan güçlülüğe dayandırıyor. Aksi takdirde deniz altı enerji kaynaklarını çıkarmak için tüm kıyıdaş ülkelerle birlikte Fransız, ABD'li, İngiliz, BAE'li hatta Güney Koreli enerji firmalarının cirit attığı bir bölgede Türkiye'nin bin 577 kilometre kıyısına rağmen söz sahibi olamaması ve bulunmaması nasıl bir gerekçeye dayandırılabilir ki?

MAVİ VATAN ENERJİ BÖLGESİ

Akdeniz'de Türkiye'yi açıktan devre dışı bırakmaya yönelik ittifak ve komplolar son birkaç yılda iyiden iyiye ayyuka çıkar oldu. Zira üç yıl öncesine dek Türkiye fiilen neredeyse doğudan deniz enerji araştırmalarında bulunmuyor gibiydi. Türkiye'nin bu alanda resmen devreye girişi 2017 yılında Berat Albayrak'ın enerji bakanlığı döneminde gerçekleşti. Geçmişte petrol ve gaz araştırmalarını yabancı firmalarla gerçekleştiren Türkiye, Albayrak'ın bakanlığında yaptığı atılımla yurt dışından sondaj gemileri aldı. Yerli ve millî araştırma gemileri ve mühendisler devreye sokuldu. Bugünlerin işaretini ilk olarak Bakan Berat Albayrak 6 Nisan 2017'de düzenlenen Milli Enerji ve Maden Politikası Toplantısı'nda şu sözlerle veriyordu: "Biz artık büyük ve güçlü ülke Türkiye diyorsak, bu alanda da kendi mühendisimiz, gemilerimiz, arama sondaj platformlarımızla olmak zorundayız. İnşallah bunun neticesi noktasında önemli adımlar atacağız." TPAO başladı ve Türkiye'nin bölgedeki etkinliği artırıldı. Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemisi ve Fatih sondaj gemisi KKTC'nin ruhsat verdiği alanlarda doğalgaz araştırmalarına başladı. Bunlara ek olarak Yavuz sondaj, Kanuni sondaj ve Oruç Reis sismik araştırma gemileri devreye sokuldu. Araştırma faaliyetleri kısa sürede devreye girdi ve nitekim bilindiği gibi ilk meyvelerini Karadeniz'de keşfedilen doğalgaz yatağı ile verdiler. Ne var ki Türkiye'nin egemenlik hakları çerçevesinde Mavi Vatan dâhilindeki enerji arama çalışmalarının fiiliyata dökülmüş olması ve kaynakların eşit ve adaletli paylaşımı çağrıları Akeniz'de Türkiye'yi devre dışı bırakma çabasındaki ABD, AB, Yunanistan, Mısır, Rusya, Güney Kıbrıs ve Fransa'yı son derece rahatsız etti. Türkiye'yi engellemek isteyen bu ülkeler arama çalışmalarını durdurma çağrısı yaparken, Tük arama gemileri personeli için tutuklama kararları çıkartanlar bile oldu.

BİZE ULAŞIN