Sabiha Çimen: Başkalarının acısına bakabilmek

Başkalarının acısına bakabilmek
Giriş Tarihi: 31.10.2014 14:22 Son Güncelleme: 31.12.2014 16:36
Sabiha Çimen SAYI:07Kasım 2014
Rawan’la sohbet hep aynı izlek üzerinden devam ediyordu. Bazen Türk kahvesi ile Suriye kahvesi arasındaki farkı konuşurken, konunun nasıl birden bir dehşet anına vardığını anımsayamıyorum. Ya da gülerek Eminönü’nde nasıl kaybolduğunu anlatırken, konuşma bir anda Suriye’de günler süren açlık ve ölümlere geliyordu… Elinizdeki derginin orta sayfasında yer alan fotoğraf 'Kent Mültecileri' sergim için fotoğrafladığım Suriyeli Rawan ve ailesine ait… Rawan ayrıca, benim henüz yayınlamadığım belgesel projemin de karakteri, bu sebeple uzunca bir müddettir konuşuyoruz aslında birbirimizle. Şimdi bu 'konuşmaları' kâğıda dökmek ve Rawan'ı anlatmaya bir yerden başlamak aslında çok güç olacak. Aslında anlatacağım bütün hikâye, eğitimli, evlat sahibi ve her şeyini kaybetmiş bir kadın için İstanbul'da yeni baştan bir hayat kurmanın ne anlama geldiğinin hikâyesi olacak.
Rawan Alalawe, 2012 yılında Suriye'nin Şam kentinden İstanbul'a dört oğluyla -İbrahim (16), Abdurrahman (11), Muhammed (9), Sarya (7)- göç eden genç bir anne. Rawan, cilt doktoru. Eşi ise iç savaş öncesi Suriye'de havaalanı müdürüymüş. Evleri, arabaları, okulları bombalanmış… Sahip oldukları her şeyi kaybeden Rawan, Allah kendisine bolluk verdiğinde "Neden ben?" demediğini ve şimdi sınadığında da "Niçin ben?" demeyeceğini söylüyor…

Çocuklarının eğitimlerine devam edebilmesi için önce kendisiyle aynı kaderi paylaşan ailelerle Suriye okuluna gönderen Rawan, bu yıl çocuklarının kaydını İstanbul'daki bir İmam Hatip'e aldırdı. Artık bir ucundan Türkçe öğrenmeye başlamaları gerektiğini düşünüyor. Çocuklar okula gitmeden önce Türkçe konuşamayacakları için strese giriyorlar, eve geldiklerindeyse derslerde hiçbir şey anlamadıkları için haykırarak ağlıyor ve gitgide içlerine kapanıyorlar. Bu nedenle, söylemek istediklerini Suriye'de kalan ressam teyzeleri gibi çizerek anlatmaya çalışıyorlar. Resimler, ülkelerin Suriye muhacirlerine yönelik uyguladığı politikalardan İstanbul'un tarihi mirasına, savaş uçakları ve kan gölü olmuş hastane tasvirlerinden Eminönü otobüsünde yolculuk yapan renkli karakterlere kadar geniş bir anlatıma sahip. Rawan, geceleri hâlâ yataklarından kâbuslarla uyanan çocuklarının zihinlerinde debelenip duran o dehşet anlarını unutturmak için çok çabalıyor. Ancak ansızın kutlamaları başlayan bir açılıştaki havai fişek patlamaları çocukların uyumaya yüz tutmuş kâbuslarını şahlandırabiliyor. Biri masanın altına kaçıyor, diğeri korkudan altına kaçırıyor, öbürü içine kapanıyor… Yani savaş bilinçaltında, atılan her adımda, çizilen resimlerde devam ediyor.

Bu süreçte fark ettim ki, Rawan'la sohbet hep aynı izlek üzerinden devam ediyordu. Bazen Türk kahvesi ile Suriye kahvesi arasındaki farkı konuşurken, konunun nasıl birden bir dehşet anına vardığını anımsayamıyorum. Ya da gülerek Eminönü'nde nasıl kaybolduğunu anlatırken, konuşma Suriye'de günler süren açlık ve ölümlere geliyordu… Örneğin Rawan'ın ağzından bir dehşet anını kaç kere dinlediğimi hatırlayamıyorum… Bir gün bir telefon gelmiş, arayan bir cihat eriymiş ve savaşçıların semtlerine girdiğini, bu gece katliam gerçekleştireceklerini, dikkatli olmaları gerektiğini telkin etmiş. Rawan, "Dikkatli olmak mı?" demiş, "ama nasıl?" Genç; "Çocuk, yaşlı ve bebek varsa çatı yahut bodrum katına saklayın, genç oğlunuz varsa bu bir fırsattır, kapı önüne çıksın ve cihat etsin, genç kızınız varsa üç kat pantolon giysin, siz de kendinizi savunacak bir alet alın ve aynı şekilde onu kitlediğiniz kapının önünde bekleyin" demiş ve Rawan'ın konuşmasına fırsat bırakmadan telefonu kapatmış, sanırım daha arayacağı birçok ev varmış.

Naif, sivil halleriyle kapılarına gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı türlü stratejiler geliştirmişlerdi.

Kendi alanında iş bulmak için uzun süre mücadele eden Rawan, formasyonu dışındaki işlere yönelmek zorunda kalıyor. Kuaför dükkânında çalışan birinin beş vakit namaz kılamayacağı gerekçesiyle ve 'Araplar başımıza yeni yeni icatlar…' şeklinde devam eden bir değerlendirmeyle kapı dışı edilebiliyor. Bir anda işten çıkarılmanın çok yaygın olduğunu söyleyen Rawan, İstanbul'da Suriyeli kadınlar olarak aşina oldukları tek gerçeğin 'muğlaklık' olduğunu söylüyor. Ev sahibi sırf mizacına uymadığı için evden, iş sahibi estetik zevki incindiği gerekçesiyle işten çıkarabiliyor. Yahut aynı apartmanda yaşadığı Suriyeli kadınları 'kocasının meyledebileceği bir tehdit unsuru' oldukları için çeşitli kumpaslarla attıran kadınlara rastlanabiliyor. Dahası, aniden vuku bulan bir linç girişiminin öznesi haline de gelebiliyorlar. Rawan, bu ve benzeri toplumsal gerçekleri "Tam da yavaş yavaş yaralarımızı sarıyoruz, tutunmaya başlıyoruz dediğimiz anda ortaya çıkan ve tüm çabalarımıza ket vuran olaylar" şeklinde yorumluyor.

İş ve ev sahiplerinin ötekileştirici tavırlarının yanı sıra markette alış veriş yaparken ya da durakta otobüs beklerken, içinde sayısız 'Arap' kelimesi geçen cümleler ve tiksinti ile bakan yüz ifadeleri ile kendisi ya da onun üzerinden Suriyeliler hakkında konuşulduğunu rahatlıkla anlayabildiğini söylüyor. Yükselen her sesin ve tüm olumsuzlukların faturasının Suriyelilere kesildiğini de ekliyor. Örneğin Arap yarımadasının diğer ülkelerinden ya da Kuzey Afrika ülkelerinden Türkiye'ye turistik veya ticari amaçlarla gelen insanlar kısa süreli periyotlarla Fatih, Levent, Taksim gibi semtlerde konaklıyorlar. Turist veya yabancı tüccarların Türkiye'de bulunma nedenleriyle örtüşen, gezmek, alışveriş yapmak, yemek içmek gibi edimler, tüm diğer turistler için olağanken, Türkiye'deki Arap turist ya da tüccarlar içinse olağan dışı görülebiliyor. Mesela, kendi kültürlerine uygun tavır ve tarz içinde kafede oturup nargile içtikleri için başta bütün Araplar, ardından tüm Suriyeliler; Türkiyeli teyzeler, amcalar ya da gençlerin eleştirilerine maruz kalabiliyor.

Rawan, Suriyelilere kesilen her faturanın altında yatan nedeni bildiğini ve anlamaya çalıştığını söylüyor. Halkın kendi iç sorunlarını bırakıp Suriyelilere sabretmesinin başka bir bilinç ve olgunluk düzeyi gerektirdiğini ilave ediyor. Çeşitli semtlere yayılan Suriyeli popülasyonunun halihazırda var olan iş, sağlık, güvenlik gibi çeşitli sorunların bir parçası ve muhtemel iş fırsatını paylaşacakları bir kitle olmasından dolayı, İstanbullular açısından Suriyelileri anlamanın, empati kurmanın zor olduğunu da kabul ediyor.

Biz bu konuşmaları yaparken aklıma İngiliz fotoğrafçı Paul Lowe geldi. Lowe Saraybosna'da yaşanan çatışmayı bir yılı aşkın süreyle kayıt altına almış ve bir sanat galerisinde Somali'de kaydettiği görüntülerle birlikte sergilemişti. Ancak Saraybosnalılar sergiye Somalililerin dahil edilmesine çok kızmışlardı. İnsanlar kendi yaşadıkları sorunları biricikleştirmede mahirdi, başkalarının yaşadıkları 'olaylarla' kendi gerçek 'ıstırapları' karşılaştırılamazdı. Öyle ya, Saraybosna'da yaşanan vahşet ile Afrika'nın ne alakası vardı? Rawan'ın hikâyesinden genel izleğe bakacak olursak, öfkeye ırkçı gölgelerin düştüğünü söylemek zor değil.

Onu rahatsız eden bir başka konu da henüz adlarının konulmamış olması. Mesela mülteci kelimesinin olumsuz anlamlar taşıdığının altını çiziyor. Rawan, geçici misafir de olmadıklarını vurguluyor. Çünkü misafir mekana yayılmaz, fazla yerleşmez, talep etmez, ne varsa onu yer, şayet uzun kalacaksa işin ucundan tutar, mutfağa girer ve evi temizler. Rawan, "Misafirlik, halk nazarında devletin sağladığı bir ayrıcalık gibi görülüyor, bu yüzden tanım çok anlaşılır değil. Bu sebeple Suriyeliler ucuz iş gücü olarak değerlendiriliyor, üzerimizden vergisiz ticaret yapılıyor, derme çatma bir göz ev için milyarlar istenebiliyor. Bizse sunulan şartlar buyken bir şey yapamıyoruz" diyor.

Rawan, ailesi ve tüm kendi toprakları dışında tutunmaya çalışan Suriyelilerin -yaşamlarını en az diğerleri kadar kolaylaştırmak ve diğerleriyle eşitlemek adına- içinde bulundukları durumun insan onuruna yaraşır bir adı olması gerekir. Bunun siyasi ve pratik birtakım zorluklar doğuracağı muhakkak. Ancak ne siyaset, ne de bireysel çabalar tek başına yeterli değil. Konuya ilişkin toplumsal bir bilinç düzeyinin ve empatinin oluşması öncelikli. Çünkü Suriyeliler gelmezden önce de Türkiye'de sorunlar vardı, onlar buradayken de var, bir gün ülkelerine dönerlerse de olacak. Tek başlarına hiçbir derdimizin sebebi değiller.
BİZE ULAŞIN