Ali Eren: İstanbul'da bir muamma, bir karanlık 'Berber'

İstanbulda bir muamma, bir karanlık Berber
Giriş Tarihi: 6.12.2016 12:07 Son Güncelleme: 6.12.2016 12:07
Ali Eren SAYI:30Aralık 2016
Tayfun Pirselimoğlu ismini çektiği filmleriyle duymuştum.

Roman yazdığını da biliyordum ama itiraf edeyim ki bu zamana kadar herhangi bir kitabını okumak nasip olmamıştı. Pirselimoğlu okumaya Berber (İletişim, 2016) romanından başlamam ise tamamen bir tesadüf ürünü oldu diyebilirim. Çünkü müktesebatına güvendiğim bir dostum kitaptan bir sayfayı Instagram'dan paylaşınca, o sayfada yazılanlar çok hoşuma gitti ve en yakın kitapçıya giderek Berber'i aldım. Ve yine bir itirafta bulunarak belirteyim ki, Pirselimoğlu'nun romanlarını neden bu zamana kadar okumadım ki diye de biraz biraz hayıflandım kendi kendime.

Tayfun Pirselimoğlu'nun Berber'i bir 'kara roman.' Karşımızda iç karartan bir İstanbul var. Mevsim kış ve havalar da fena halde garip. Sürekli kar yağıyor şehre ve inanın ki karın sarı yağdığı bile oluyor. Bunca karamsarlık arasında umut ışığına dair hiç emare yok.

"Bu ağır hava memleketin üzerini bir şal gibi saran bulaşıcı, yapışkan, azar azar artarak kendini hissettiren sanki müebbet bir yeisle gelmişti. Bu kış bildiğimiz kışlardan değildi; başka bir şeydi. İnsanlar tuhaflaşmıştı; korkuyordu ve neyin neden olduğunu bir türlü kestiremiyorlardı. Bu idraksizlik halleri; soru soramamaları, sorsalar bile cevaplarla ilgilenmemeleri, makul olanla deliliği, doğruyla yanlışı ayıramamaları bir fıtrat meselesi olmaktan çok bu kışla ilgiliydi."

İşte bu 'Kafkaesk ortamda' berber olarak çalışan kahramanımız (bir tür anti-kahraman) aynı zamanda bir seri katil. Fakat o bildiğimiz seri katillerden değil. Ya da şöyle söyleyelim, kahramanımızın neden cinayetler işlediğine dair elimizde kesin bilgiler yok. Paraya duyulan ihtiyaç mı, içindeki bastırılamaz öldürme tutkusu mu… Tüm bunlara dair kesin cevaplardan yola çıkmıyor romancı. Doğuya özgü bir seri katil çünkü o. Ha evet birilerini öldürdüğünde bunu en rahat, en teskin edici şekilde yapıyor tabii ve başlarda da içi rahat. İşinde usta olduğunu kendi kendine itiraf ediyor yer yer. Yine de Kafka'nın Dava romanındaki o sonsuz adliye koridorları gibi bu anti kahramanımızın da içinde boğulduğu koridorlar var. Adını bilmediğimiz bir kurumun, M. kod adlı bir memurundan iş alıyor. İş dediysem bir resim ve bir mektup. Memurla buluşup detayları konuşuyorlar ara sıra ve kahramanımız cinayeti işliyor. Öldürdüğü isimlerin hangi şartlar altında seçildiğine dair bir fikri yok. Müthiş can sıkıcı bir rutin içinde yaşıyor adamımız. Babasından kalma berber dükkânını işletmeye devam ediyor. Dükkândan çıkıp evine gidiyor. Komşularının çoğunu tanımıyor. Aynı pastaneye, aynı banka şubesine gidiyor sürekli.

Bir de başında kavak yelleri esiyor kahramanımızın. Hep aynı pastanede buluştukları bir sevdiceği var. Onunla da karamsar bir ilişkisi var ama yine de ufak bir umut pervanesi döndürüyor anti kahramanımızın başında bu aşk. Hayata bir taraftan tutunmasını sağlıyor. Az da olsa hayata dair parıltılı anlar yaşatıyor. Edip Cansever'in "Aşk iyidir bak, duyumunu artırır insanın" dediği halleri yerleştiriyor adamımızın gönlünün içine. Ama aşkta da yollar hep açmazda. Ne zamanki olaylar kördüğüme dönüyor ve Meryem bir gün sakat kalıyor, işte o zaman Meryem'e dair aklındaki sorular ve sorunlar azalıyor, tuzla buz oluyor. Meryem'in vücudundan bir yerin kopması, anti kahramanımızın da hayatındaki bazı karanlık bölgelerin aydınlanmasına yol açıyor. Aklındaki soru işaretleri kalkıyor ve yerini daha aydınlık bir bölgeye bırakıyor. Ancak tüm trajedilerde olduğu gibi bunun da uzun sürmeyeceğinin farkında adamımız.

Tüm bunlar olup dururken adamımızın iş aldığı o memur ölüyor ve son işini başarıyla gerçekleştiremiyor. Evet, başarısına düşkün bir seri katille karşı karşıyayız çünkü. Giderek bu karmaşık hayat içinde o başarıyı da nefes almasını sağlayan rutinlerinin içine eklemeyi başarmış kahramanımız. Tamam, bundan sonrasını anlatmayayım artık, bu kadar spoiler yeter kitaba dair. Çünkü romanın en can alıcı yerleri de bu sayfalardan sonra başlıyor desem yeridir. Ucu handiyse bir kıyamet sahnesine kadar ilerleyen Berber romanı aslında bir tür 'kara Türkiye' romanı. Gündeme dair göndermeleri, geriye, ileriye doğru yaptığı geri dönüşler ve ileri tahminlerle sıkı bir politik eleştiri. İçinde barındırdığı trajik unsurlarla günümüz insanına dönük bir yergi, bir muamma…

BİZE ULAŞIN