76 YAŞINDA BİR ÇİFTÇİNİN TOPRAKLA OLAN YOLCULUĞU “ÇİFTLİK YAŞARSA BABAM DA YAŞAR DÜŞÜNCESİYLE ÇİFTÇİ OLDUM”

Ayten Çöl 27 Ekim 2025, Pazartesi

Babamı kaybettikten sonra onu yaşatmanın bir yolunu ararken kendimi toprağın içinde, tohumların arasında buldum. Bunun sonucunda da henüz 16 yaşındayken tarıma dair hiçbir şey bilmeden Amasya'daki çiftliğimizin başına geçmeye karar verdim. Aslında bizde çiftçilik soydan gelen bir şey. Dedelerimiz Amasya'da valilik yaptığından dolayı devlet onlara bu bölgeyi tımar olarak vermiş ve bu işi devam ettirmişler. Ta ki babama kadar. Babam Ankara'ya taşınınca Amasya'dan uzakta, biz de şehirde büyüdük. Ankara'da yaşadığımız dönemde Amasya'ya, köyümüze ait hiçbir şey bilmeden yetiştik.

Benim çiftçiliğe başlamam 60'lı yıllarda, ortaokul talebesiyken babamın vefatından sonra oldu. Onun vefatını psikolojik olarak kabul edemediğim için hep şunu düşünüyordum: "Benim kafamda babam nasıl yaşayabilir?" Böyle bir dönemden geçerken kendi kendime dedim ki "Eğer bu çiftlik yaşarsa babam da yaşar." Fakat ben hayatımda hiç çiftliğe gitmemiştim. O kadar bilmiyordum ki bana gösterseler, deseler ki hangisi arpa, hangisi buğday, anlamazdım. Babam "Biriniz çiftliğe benimle gelin" derdi ama hiçbirimiz oralı olmazdık. Kimsenin ciddiye almadığı bir şeydi. Böylece hiçbir şey bilmeden bu işe adım attım.

Babamın vefatı sonrası yıllar geçti. Malların sayımıydı, şuydu, buydu derken çiftliği paylaşmamız yedi seneyi buldu. Ben de bu süreçte üniversite talebesi oldum. Okula giderken Ankara'daki ziraat fakültesinin hocalarından "Benim böyle bir işim var. Derslerinize girebilir miyim?" diye bir ricada
bulundum. Onlar da çok sempatik karşıladılar. O vakitler hafta sonları da okul vardı. Cumartesi günü biniyordum otobüse. Pazar günü gecesi dönüyordum. Amasya- Ankara arası yol yapıyordum ama şimdiki gibi 4 saat değildi yol, 7- 8 saat sürüyordu.

Kendimi denek olarak kullandım
Amasya'ya gittiğimde ise yabancı olduğumu anladım. Şehir bana yabancı, ben şehre yabancıyım. Hiçbir tanıdığım yok. Küçük bir örnek vereyim: Adama kamyona gübre koyduruyorum. Adam iki çuval koyuyor, "yoruldum" diyor sigara içiyor. "Allah Allah" diyorum, "Bu çok mu ağır bir şey acaba ki bu kadar yoruluyor." Ben de kendimi bu süreçte denek olarak kullandım. O, gübreleri kamyona yüklerken ben de yükledim mesela. Baktım taşıyabiliyorum, yani 20 taneyi taşıyorum, yorulmuyorum. Demek ki adam beni kandırıyor. İşçi çapa yaparken girip işçiyle beraber çapa yaptığım da çok oldu.

Bunun gibi her işte kendimi denek olarak kullandım ve bu sayede işi öğrendim, doğrulara vardım. Zaman içinde şunu anladım ki onlar bir biliyorsa benim çok kısa zamanda beş bilmem lazım. Ancak bu o kadar kolay bir şey değildi. Bu açığı kapatmanın yollarını aramaya başladım. Bir yandan fakültenin derslerine gidiyordum ama bunun yeterli olması mümkün değildi. Orada her şey çok kitaba dayalıydı. Öbür tarafta adam pratikten bir manevrayla seni yüz defa tuş ediyor. Her şeyi kendim deneyerek, yanına çok fazla okuyarak, doğru insanların bilgilerine müracaat ederek bu açığı kapatmanın yollarını aradım.

Çiftliğin geçmişinde tohumculuk var
Zaman geçtikçe herkesin yaptığı sıradan şeyleri yaparak bir yere gelinmeyeceğini düşündüm. Bu süreçte de "Ne yapabilirim, ne yapabilirim, ne yapabilirim" diye düşünürken babamın tohumculuk yaptığını öğrendim. Hatta pancar tohumculuğuna yeni girmiş. Bunu öğrendikten sonra onun başladığı yere müracaat ettim hemen. Tabii onlar beni çocuk buldular ve benimle çalışmaya çok cesaret edemediler. Beni bir iki sene kadar oyaladılar ancak ben sabırla bekledim. Sürekli kapılarına gittim. En sonunda içlerinden biri "Tamam" dedi, "Siz de ekin." Artık ne literatür varsa, nerede bir bilgi varsa ve bilenlerin paçalarına yapışarak tohumculuğu öğrenmeye çalıştım.

Her yaptığım işlemi not ettim. O gün pancar tohumu için ne iş yapıyorum, tarihiyle beraber yaptığım işlemi, onun 3-5 gün sonraki sonucunu, yorumlarımı yazdım, adeta nüfus kâğıdı gibi. Bilgileri not etmem bana müthiş yardımcı oldu ve önümü açtı diyebilirim. Hâlâ bir ürünle ilgili işlem yapacaksam o defterleri önüme koyarım. Geçmiş yılları karıştırırım. Bakarım o tarihlerde bir şey yapmış mıyım? Ne yapmışım? Ya da tarlada olumlu, olumsuz ne olmuş, ne olmamış? Bunları hep kontrol ederim.

Bir zaman sonra farkına vardım ki ben su zengini bir bölgedeyim ve benim kendime ait özel tapulu Türkiye'de ilk, tek ve son tapulu barajım var. Baraj babamın döneminde yapılmış. Hatta o zamanlar devlet su işleri de yok. Böylesine su zengini bir bölgedeyim fakat buna rağmen farkına vardım ki çevremde susuzluk var. Bunun üzerine koca baraja rağmen kalktım, kuyu açtırdım. Bana herkes "Beceriksiz, bilgisiz, cahil. Ne işi var kuyuyla bunca suyun içinde" dedi. Bu tarz konuşmaların içine düştüm ancak 1973'te bir kuraklık meydana geldi ve ırmak kurudu. Açtırdığım o kuyu o kadar işime yaradı ki. İşte o zaman insanların dikkatini çektim. "Bizim küçümsediğimize bak görüyor musun? Kuyusu var, hemen suyu alıyor" dediler. Ancak ben kendi tarlalarımı sulamaktan öte bir de suyu çevremdeki komşularıma da dağıttım. Bu durum, sonrası yavaş yavaş bana güvenmeye başladılar ve dostane ilişkiler kurmaya başladık. Ama çok zor imtihanlardan geçtim. Her şey o kadar basit olmadı ve bir de kız çocuğusun. Her an bir hataya düşmeni dört gözle bekliyorlar ki dalga geçsinler. Ben de onlara o fırsatı vermemek için ne mümkünse yaptım.

Yenilikçilik arayışım yeni tohumları keşfetmemi sağladı

Sürekli "Nasıl yenilik yapabilirim, daha başka ne yapabilirim?" diye düşünüyordum. Hep alışılmışta kalmamak gerekir çünkü. Bu arayışlarım sonucu yıllar sonra pancar tohumculuğunun yanı sıra mısır tohumculuğunu keşfettim. Ya da bölgemde soğan ekimi hiç yapılmıyordu. Hâlbuki bizim bölgemizin suyu ve toprağı çok daha iyiydi buna rağmen kimse soğancılık bilmiyordu. Ben de minicik bir alanda soğan denemesi yaptım. 300 dönüm buğdaydan kazanamayacağım parayı iki dönüm soğandan kazandım.

Bunun üzerine işi o tarafa çevirdim. Şeker pancarı ve pancar tohumu da ektiğim için aynı tarlaya aynı ürün dört sene sonra gelecek şekilde ekim yapıyordum. Bir de o vakitler bütün Türkiye'de ortakçılık dediğimiz köydeki insanların masrafları ve emeği müşterek olmak kaydıyla ekim yaptıkları bir sistem vardı. Ben de işi büyütmek için böyle bir düzene girdim. Ayrıca, yakın çevremdeki köylüler de mallarını satamıyorlardı. Antakya'dan alıcılar geliyordu. Onları, oralara da gönderiyordum. Bu nedenle bölge insanıyla ilişkilerim daha da arttı ve yıllarca kendi tarlamda, pazar kuran kişi konumuna geldim.

Soğanın ardından da patatesi keşfettim. Önce Bolu'da tanıştığım bir aileden aldığım tohumlarla onların bölgesinde patates tohumculuğuna başladım.
Ardından "Tamam" dedim, "Kendi bölgemde bunu yapacağım." Ancak Amasya'da patates ekmeye başladığımda, çok fazla tepki aldım. "Nereden
çıkardın bunu? Bu patates neyin nesi? Mahvediyorsun arazileri" dediler. Şimdi geldiğimiz noktada ise, Amasya Geldingen Ovası, patateste ve soğanda Adana ve Hatay'dan sonra bütün Türkiye'yi besleyen bölge haline geldi. Peki, ne oldu? Hem soğan hem patatesle insanların cebine giren para artmış oldu. İnsanların yaşam kaliteleri değişti.

Dediğim gibi "Nasıl yenilik yapabilirim" düşüncesi beni sürekli yeni tohumlar denemeye itti. Bir gün de bölgeye Bulgaristan'dan bir ziraat mühendisi
geldi ve bana mısır tohumu ekmeyi teklif etti. Hiç bilmediğim bir işti, ancak öğrenmeye çalıştım ve bunun için adamın peşinden hiç ayrılmadım. Onunla çalıştıktan sonra, çok büyük alanlarda sıfır hata ve yüksek verimle, yabancı firmalara mısır tohumu yetiştirmeye başladım. Mısır yetiştirme işini 14-15 yıl boyunca, bölgemizde mısır ana ürün olana kadar sürdürdüm. Hep söylüyorum, dalga geçtikleri o kız çocuğu, üç ürünü o bölgeye yerleştirmiş oldu. Benim için en büyük kazanç bu oldu.

Tohum hem kültürümüz için hem de tarımda iyileşme için çok gerekli. Bu nedenle tohumları esas alarak yeni çeşitler yaratmak için kullanmamız gerekiyor. Peki, tohumda neye ihtiyacımız var? Daha yüksek verimle birlikte kaliteye. Buğdaysa, iyi bir protein değerine ya da iyi bir glüten değerine
sahip tohum çeşitleri gerekiyor. Yahut sapı en ufak bir rüzgârda yatmayacak kadar dirençli bir tohum çeşidine de gerek var. Bunlar çok önemli şeyler. Laboratuvarlarda bu tarz tohum çeşitlerini çalışaçalışabilmek adına bütün tohumlara ihtiyacımız var.

İklim değişikliği tarımı nasıl etkiliyor?
Tohumun ve tarımın öneminden bahsederken değinmeden geçemeyeceğimiz bir başka kritik nokta daha var. İnsanlar genellikle yaşadıkları ekonomik krizlerden çıkmak için kafasını çok fazla çalıştırıyor. "Ne yapabilirim?" diye düşünerek yeni yollar arıyor. Fakat şimdi gelecek olan kriz bambaşka bir şey. Bugün bir iklim krizi yaşıyoruz. İki sene üst üste Antarktika'da ve Güney Amerika'da buzulların hangi şiddette eriyip ne kadar içerilere doğru çekildiğine kendi gözlerimle şahit oldum. Oralarda bile kış mevsiminin artık ne kadar yetersiz geçtiğini bizzat gördüm. Tarım yaptığım Amasya bölgesinde ise, bu sene ne kış ne kar vardı. Ancak tüm Türkiye bu sene hiç olmayacak bir tarihte son derece şiddetli bir don yaşadı.

Bu olayların yaşandığı Şubat ayında Adana'da bir eğitimdeydim. Don olayının yaşandığı dallardaki bütün narenciyeler mahvoldu. Çok ağır bir don ve arkasından da onu takip eden başka başka olumsuz hava koşulları yaşandı. Anormal sıcaklıklar geldi. Tam tozlaşma döneminde, yani bitkinin verimli olmasını sağlayacak o dönemde hava 45-47 derecelere çıktı, bütün polenler yandı. Çiftçi, bu sene son derece zor şartlar altındaydı. Ektiği ürün ya dondu ya çok verimsiz hale geldi.

Bunların hepsi de iklimin getirdiği olumsuzluklardan kaynaklanıyor. Peki, bunlarla nasıl savaşılacak? İklim değişikliğiyle nasıl savaşılacak? Bu, tek başına bizim yapabileceğimiz bir şey değil. Tarımın sürdürülebilirliğinin sağlanması ve iklim değişikliğinin etkilerinin en aza indirilmesi için devletlerin bu konuda ciddi önemler alması gerekiyor.

Benzer Haberler

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.