SIHHATLE İLGİLİ ŞEHİR EFANELERİ NE KADAR SAĞLIKLI?
DAMAR DAMAR ÜSTÜNE BİNMESİ: BÖYLE BİR ŞEY YOK AMA AĞRI, KRAMP, KULUNÇ VAR.
Vücutta meydana gelen bazı ağrıları tarif etmek üzere en çok kullanılan deyimlerden biri "damar damar üstüne bindi" sözüdür. Ancak halk ağzında kendine çok güçlü bir yer edinmiş olan bu tabir maalesef gerçek durumu anlatmıyor çünkü bir damarın diğerinin üzerine binmesi gibi bir durum söz konusu değil. Çoğunlukla el ve ayaklardaki kas, eklem ya da tendon ağrılarını, krampları ya da kuluncun neden olduğu sızıları tarif etmek üzere kullanılan "damar damar üstüne bindi" tabiri tıp mensupları tarafından benimsenmiyor. Tıp doktorlarına göre bir damarın diğerinin üzerine binmek gibi bir yeteneği söz konu değil, dolayısıyla bu tabir birtakım ağrıları ifade etmek üzere kullanılan bir galat-ı meşhur. Bu yanlış yerleşik bilginin nereden kaynaklandığı bilinmiyor ama yanlış da olsa neticede ağrılı bir semptomu işaret ettiği için en azından meram anlatma babından bir faydası da yok değil.
HER GÜN 10 BİN ADIM ATMAK: ASIL OLAN DÜZENLİ BEDENSEL AKTİVİTE
Her gün yürü
HER GÜN 1 ASPİRİN ALMAK: FAYDALI BİR İLAÇ AMA DÜZENLİ KULLANIMI RİSKLİ
Aspirin neredeyse artık ilaç kabul edilemeyecek kadar gündelik hayata girmiş ve leblebi gibi kolay alınan bir ilaçtır. Bu son derece sıradanlaşmış ilacın
faydaları hakkında birçok söylenti dillere pelesenk olmuştur. Kanı sulandıran Aspirin'den her gün bir adet kullanmanın genel sağlık ve kalp ve damarlar için çok faydalı olduğu şeklindeki söylenti de bunların başlıcasıdır. Doktorlar tarafından reçete edilirken faydası ve zararı hesaplanılarak verilen bu ilacın kan sulandırmak gibi bir özelliği ve birçok faydası olsa da bundan her gün bir adet almanın sağlığı koruduğu iddiası kesinlikle asılsız. Hatta son dönemlerde İngiltere'de King's College'da yapılan bir araştırma özellikle orta yaş ve sonrası için böyle bir kullanımın zararlı olduğunu ortaya koydu. 50-80 yaş aralığındaki 164 bin birey üzerinde yapılan bu araştırmaya göre düzenli Aspirin kullanımı yüzde 43 gibi yüksek bir oranda tehlikeli kanamalara yol açabiliyor.
TUZ TÜKETİMİNİ SIFIRLAMAK: FAZLASI DA AZI DA ZARAR
Beslenme rejimi uygulayanların olukça aşina olduğu "yemeklerde hiç tuz yememek ya da çok azaltmak" formülü hepimizin malumudur. Özellikle tansiyon ve damarlara olumsuz etki ettiği fikrinden yola çıkılarak, tuz tüketilmemesi ya da tüketiminin çok azaltılması önerilir. Ancak hekimler, bu tavsiyenin tansiyon gibi bazı hastalıklara düçar olanlar için geçerli olduğunu ve umumu kapsamadığını düşünüyorlar. Tuzun insan vücudunun iyi çalışması için oldukça gerekli bir elektrolit olduğunu ve zorunlu bir durum bulunmadıkça uzak durulmasının ve bedende büyük ölçüde azalmasının sağlık sorunlarına yol açacağı konusunda uyarıyorlar. Dolayısıyla fazlası zararlı olan tuzu tüketmemek de sadece istisnai durumlar için gerekli. Diyetlerinden tuzu kaldırmak isteyenlerinse önce mutlaka uzman bir hekime danışması şart.
BÜTÜN HASTALIKLARIN ALTINDA PSİKOLOJİK SEBEPLER YATAR: İSPATA MUHTAÇ VE İŞLEVSELLİĞİ ZAYIF BİR TEORİ
Özellikle psikolojiye değin bazı doktrinler ya da ruhsal yaklaşımlar her türlü hastalığın kökeninde insan psikolojisine, zihnine ya da bilinçaltına tesir eden duygusal sebepler ararlar. Bunların iddialarına göre insanda olumsuz bir etki oluşturan bir duygu ya da deneyimi zamanla hastalıkları tetiklemektedir. Hatta bazı New Age mistik yaklaşımlar duyguları ve travmaları da aşarak her hastalığın temelinde metapsişik etkenler olduğunu ileri sürerler. Örneğin diyabeti hayal kırıklığı ve baskı altında kalmakla, kanseri içe atılan acılar ve nefretle ilişkilendirirler. Bu yaklaşımlara göre derinlerde
bir yerde hastalığa yol açan bu duygusal, zihinsel ya da metapsişik sebep ortadan kaldırılmadığı sürece iyileşme sağlanamayacaktır. Kulağa hoş gelen bu iddianın tutarlı yönleri olmakla birlikte bu tez deneylerle ispatlanabilmiş değildir ve büyük ölçüde faraziyelere dayanmaktadır. Ancak bu tez, işlemesi çok dolaylı olmak kaydıyla göz önüne alınabilir. Zira bu denli deruni ve dolaylı bir yapıda hastalıkların duygusal ya da metapsişik sebeplerine
hangi uzmanın nasıl ulaşabileceği oldukça tartışmalı olduğu gibi özellikle ruhsal yaklaşımlar söz konusu olduğunda suistimale de oldukça açık bir meseledir. Bu tür anlayışın olumsuz bir başka neticesi de insanları hastalıklarının sözde psişik sebeplerine odaklayarak gerçek tıbbi tedaviyi ihmale sevk etmesidir.
ELMA SİRKESİNİN MUCİZELERİ: OLDUKÇA FAYDALI AMA LÜTFEN ABARTMAYALIM!
Sirke kullanımının ve bilhassa elma sirkesinin faydaları çoktur ve bu hemen hemen herkesin malumu olmuş çok eski bir meseledir. Elma sirkesi yağ yaktığı, zararlı bakterileri saf dışı bıraktığı, kolesterol ve kan basıncını dengelediği, kalbe iyi geldiği, bağırsakları düzenlediği, vücuttan toksinleri attığı, şekere iyi geldiği gibi pek çok faydası ile anılır ve sık sık tavsiye edilir. Diğer sirkeler gibi elma sirkesinin de düzenli olarak kullanımının faydalı olduğunu söylemek için uzman olmaya gerek yoktur. Sirkenin ne kadar faydalı olduğu hadis-i şeriflerde zikredilir ve tıbb-ı nebevide önemli bir yeri vardır. Açıkçası sirkenin sağlık için faydalı olduğuna dair asırlar öncesinden gelen bir inanç söz konusudur ancak elma sirkesinin her ya da birçok hastalığın ilacı olarak abartılması bu inancın sömürüsünden başka bir şey değildir. Bazı hastalıklara doğrudan iyi gelebildiği gibi esas olarak genel beslenme rejiminde düzenli olarak tüketildiği takdirde koruyucu hekimlik bakımdan yararlı olacağı açıktır. Bununla beraber ciddi hastalıklara, hele hastalık geldikten sonra, ilaç olmasını beklemek fazla abartılı olacaktır.
HER GÜN BİR ELMA YEMEK: DOĞAL BİR İLAÇ
Sirkesi kadar elmanın kendisi de çok faydalı, kerameti yüksek bir meyve. Sağlıkla bağlantılı olarak sayılacak pek çok özelliğe sahip. Lezzetli, vitamin deposu, mineral dolu, şekeri ve kalorisi düşük, glisemik endeksteki yeri çok olumlu, besleyici ama düşük kalorili, folk asit-potasyum-kalsiyum madeni,
birçok antioksidanı barındırıyor, kuersetin bakımından zengin, kolesterolü düşürüyor ve daha bir sürü şey… Üstelik hakkında yapılan bilimsel araştırmalara göre sağlığa faydaları açısından pırıl pırıl bir sicile sahip bir meyve elma. Düzenli ve sürekli tüketildiği takdirde pek çok hastalığa karşı doğal bir koruma sağladığı hekimlerce onaylanıyor. Kanserden reflüye, kolesterolden karaciğer yağlanmasına, hazımdan bağırsak sağlığına kadar
birçok rahatsızlığın gelişmesinde engelleyici olarak katkısının büyük olduğu söyleniyor. Kısacası bu doğal, yan etkisiz ve lezzetli ilacın faydalarını inkar etmek mümkün değil. Ancak şu da var ki; ciddi rahatsızlığa yakalandıktan sonra değil, hastalanmadan önce düzenli alınması gereken bir meyve. Şunu da unutmamak gerekiyor: Hiçbir şey tek başına tüm hastalıklara deva olmuyor.
KOLESTEROL ZARARLIDIR: HEM DOĞRU HEM YANLIŞ
Kolesterol üzerinde en çok tartışma dönen maddelerden biri. Kalp ve damar rahatsızlıklarıyla ilişkilendiriliyor ve zararlı olduğu söyleniyor. Bu doğru ama kısmen. Tıp mensuplarının büyük çoğunluğuna göre vücudun çok önemli bir yapı taşı olan kolesterol son derece faydalı ama her şey gibi onun da fazlası zarara yol açabiliyor. Büyük kısmı vücudun kendisi tarafından üretiliyor. Aslında hücreler için vaz geçilemez öneme sahip bir madde olan
kolesterol abartılı şekilde artması halinde damar duvarlarını tıkayan ve damar hastalıkları, kalp krizi ya da felç gibi sonuçlara yol açan bir engele dönüşebiliyor. Kendi içinde iki gruba ayrılan koleterolün LDL adı verilen türü "kötü kolesterol", HDL adı verilen türü ise "iyi kolesterol" olarak nitelendiriliyor. Normal bir bünyede LDL 100 mg'ı, HDL 40-50 mg'ı aşmadıkça zararlı olmuyor. Dolayısıyla iyi ya da kötü olarak anılsın kolesterol normal kabul edilen birimleri aşmadıkça vücut için son derece faydalı bir element olarak kabul ediliyor.
EKŞİ MEYVELER DİYABETE İYİ GELİR: DERLERSE DE İNANMA!
Şeker hastalığı olanların ekşi meyve yemesi gerektiğine dair her daim tedavülde olan anlayış hekimlerin çoğuna göre bir şehir efsanesinden ibaret zira bu tür ekşi meyvelerin diyabete iyi geldiğini doğrulayan herhangi, bir araştırma bulunmuyor. Genellikle ekşi elma, greyfurt, karayemiş gibi
meyveler yenmesi tavsiye edilir ancak bir meyvenin daha az tatlı olması onun daha az meyve şekeri (fruktoz) içerdiği anlamına gelmiyor zira ekşi elma da tatlı elma da yakın oranlarda şeker içeriyor. İşin kötü tarafı ise bu tavsiyeyi ciddiye alanların ekşi meyveleri bol yemeye yönelerek daha fazla şeker almaları riski bulunuyor.
HER GÜN YUMURTA YEMEK ZARARLI MI YARARLI MI?: MAKUL OLDUĞU SÜRECE ZARARLI DEĞİL
Bana kalsa aynı şeyi her gün yemek fikri bile son derece zararlı ve sıkıcı ama uzmanlarına bakacak olursak bazı gıdaların makul miktarlarda her gün yenilmesi vücut ve sağlık açısından oldukça faydalı olabiliyor. Bu gıdaların başında da yumurta geliyor. Yüksek bir besin değerine sahip olan,
protein, yağ, vitamin ve mineraller, karbonhidrat içeren yumurta düşük kalorili olmakla birlikte beslenme uzmanlarınca vücudun temel ihtiyaçlarını gidermek adına takdir edilen bir gıda. Bunun içinse her gün bir adet yenilmesi yeterli kabul ediliyor. Fazlaya kaçmamak şartıyla günde bir yumurta
yemenin vücuda gerekli mikro ve makro besinleri kazandırmanın yanında başlıca faydalarını şöyle sıralamak mümkün: Bağışıklık sistemini destekler, kasları geliştirir ve güçlendirir, göz sağlığını korur, kalbe iyi gelir, cildi ve saçları güzelleştirir, acıkmayı geciktirir, beyin işlevlerini destekler. Buna karşılık abartılı ölçülerde yumurta yemenin kolesterolün artmasına yol açtığı belirtilir. Buradan çıkan sonuç, günde bir yumurtanın makul ve faydalı olduğu şeklinde anlaşılabilir.
EN İYİ DİYET: HERKESİN BÜNYESİNE GÖRE FARKLI
Zayıflama ya da "fit" olma arayışındakilere yönelik diyet reçeteleri neredeyse başlı başına bir kütüphane teşkil edecek hale geldi. Yayıncılar başta olmak üzere pek çok kimse bu alanın bereketli bir sektör olduğunu keşfetti. Haliyle her geçen gün yeni bir diyet türü icat edilir oldu. Bu sayısız diyetin başlıca ortak özelliği ise birçoğunun en iyi ya da mükemmel diyet olduğunu iddia etmesi. Peki, işin uzmanları bu duruma ne diyor? Onlara göre her bireyin vücut kimyası ve metabolizması farklı işlediğinden mükemmel diyet diye bir şey söz konusu değil. Yani diyetin "en iyisi, harikası, mükemmeli" diye bir şey olmadığı gibi herkesi kapsayan bir diyet de yok. Bu nedenle en doğru ve sağlık açısından en ihtiyatlı yaklaşımı herkesin kendi bünyesine göre bir diyet oluşturmak ve bunun için de işin uzmanına başvurmak.
KAYA TUZU MU HİMALAYA TUZU MU?: DOĞAL OLSUN, İYOTLU OLSUN
Tuz tüketimi kalp damar hastalıkları ve yüksek tansiyon ile ilişkilendirdiği için çoğu diyetlerde üzerine bir tire çekilir. Bazıları da tuz türleri arasında ayrım yapar. Pembe renkli Himalaya tuzu ve doğal kaya tuzu bir ara diyet ve sağlıklı yaşam fenomenlerinin de etkisiyle çok popüler oldu ve vitrinleri süslemeye başladı. Rafine tuzlardansa bunları tüketmenin faydalı olduğuna dair genel bir kabul oluştu. Ancak işin uzmanları bunlar ile diğer doğal tuzlar arasında açık bir fark olmadığı görüşündeler. Peki bu işin doğrusu nedir? Uzmanlara göre ölçülü alındığı sürece tüm doğal tuz türleri sağlıklı kabul ediliyor, tiroid bezine olumlu etkilerinden dolayı iyotlu tuzlar tavsiye ediliyor, işlenmiş tuzlardan ise kaçınmak gerekiyor.
SOĞUK ALGINLIĞI SOĞUK HAVADAN KAYNAKLANIR: SUÇLU SOĞUK HAVA DEĞİL
Soğuk havanın soğuk algınlığına yol açtığı fikri daha küçük yaşlarda bilhassa annelerin etkisiyle dimağlara kazındığı için ve kulağa gayet makul geldiği için genel kabul görmüş bir inanıştır. Ama tıp dünyasına göre bu bir şehir efsanesidir. En azından soğuğun soğuk algınlığıyla ilgisinin doğrudan değil dolaylı olabileceği söylenir. Esasen soğuk algınlığı virüslerin solunum yoluyla bulaşması ile yayılır. Havadaki su damlacıklarında asılı kalan virüsler insanlara bulaşır.Dolayısıyla soğuk algınlığı başlı başına bir hastalık değil burun akıntısı, öksürük, burun tıkanıklığı, ateş ya da halsizlik gibi etkilerle ifade edilen bir üst solunum yolu enfeksiyonudur. Esasen virüs ve mikroplar soğuktan ziyade sıcak havaları severler ve bu tür havalarda daha çabuk yayılırlar. İnsanların beyinlerinin sadece yüzde 10 ya da yüzde 7'sini kullandığına dair çok genel geçer bir söz vardır. Bu söz Albert Einstein'a da atfedildiği için sorgulanmadan geçilir. Beyin üzerine yapılan bütün çalışmalara rağmen bu konuda kesin bir bilgi yoktur. Zaten beyin faaliyetlerini
gözlemlemeye imkan veren tüm görüntüleme yöntemlerine göre sağlıklı bir beynin hemen her bölgesi aktif olarak çalışmaktadır. Bu nedenle beynin yüzde 10 gibi bir kısmının çalıştığı görüşü ispatlanmış değildir. Ancak insanın zihin kapasitesi gayretine bağlı olarak değişip gelişebilmektedir
ve bunun sayısız örneği mevcuttur. Belki beynimizin değil ancak kapasitesi göz önüne alınarak zihnimizin küçük bir kısmını kullandığımızı söylemek daha tutarlı görünüyor.