Nagihan Haliloğlu: Fransız sinemasından bir komün denemesi

Fransız sinemasından bir komün denemesi
Giriş Tarihi: 1.11.2016 17:26 Son Güncelleme: 16.11.2016 14:44
Nagihan Haliloğlu SAYI:29Kasım 2016
Laiklik komünde eşitliği getireceğine inanılan sihirli kelimelerdendir.

2000 yılı yapımı Fransız filmi La Commune 1871 Paris Komünü'nü bir stüdyoda canlandıran, seyirci ve oyunculardan katılım bekleyen altı saatlik bir 'evenement'.

Sallanan bir el kamerası ilk önce bize setteki yapım ekibini gösterir, ondan sonra da tedirgin bakışlarıyla ayaklanmanın ön saflarından daha yeni ayrılmış gibi tedirgin görünen biri kadın biri erkek iki 'televizyon muhabirine' odaklanır. "Bu film" der erkek muhabir: "Paris Komünü'nün ve medyanın geçmiş ve günümüzde toplumda oynadığı rol hakkındadır." Kadın muhabir de oynadığı karakterin naifliğini yansıtmanın, özellikle de komünün nasıl kanlı bir şekilde sonuçlandığını bildiğinden dolayı, zor olduğundan dem vurur. Sonra bu iki 'muhabir'in eşliğinde altı saat geçireceğimiz 11'inci Arrondissement barikatlarının mahalle tarafını gezeriz: "Burası bizim üç haftadır çalıştığımız yer" der muhabir. "Hükümet askerlerinin kurşunladığı halk az önce burada yatıyordu" diye ekler. Bu sette az önce bir şeyler yaşandığını söylerken bir yandan da günümüz Paris'ini işaret etmektedir. Bizi seti dolu bir şekilde hayal etmeye davet ettiği gibi aslında 'günlük hayatımızda' Paris'te dolaşırken de komünde yaşananları hayal etmeye çağırmaktadır. Bir bakıma bu bir 'Hatırla!' uyarısıdır. Sonra 'aksiyon' başlar ve biz de La Commune filmini izleyen sinemaseverlerden Paris'te yaşanan ayaklanmayı izleyen televizyon izleyicilerine dönüşüveririz. La Commune tarih, film, aktör ve seyirci arasında çok organik bir sözleşme önerir.

'Eğer televizyon 20'nci yüzyıldan önce yaşanmış olaylara tanıklık etse nasıl olurdu?' sorusunu ilk soran film değil La Commune. 1964 yapımı Culloden adlı belgesel/film televizyon kameralarını daha da eskiye, 1700'lere götürür. Culloden film boyunca seyirciden sadece bu anakronizmi kabul etmesinden başka bir şey istemezken La Commune yolu yarıladığında 1871 komünüyle günümüzde yaşananlar arasında bir bağlantı kurmamızı bekler. Aktörler 'oynamayı' bırakıp, yine dönem kıyafetleri içinde, 200 yıl önce yaşamış devrimcileri oynamanın nasıl bir his olduğunu anlatıp, Fransa'nın 2000 senesindeki sosyal problemlerini tartışmaya başlar. Filmin ilk yarısında Komün hakkında tarihi bilgiler veren ekran yazıları da, günümüz Fransa'sındaki problemler ve eşitsizliklere yorum getirmeye başlar. Eşitsizliklerin hüküm sürdüğü alanlardan biri de film yapımıdır; belirli aralıklarla ekranda çıkan açıklayıcı metin gitgide uzar ve bize filmin yapım aşamasındaki zorlukları anlatır.

Muhabirlerimiz eşliğinde barikatların gerisindeki pek çok karakterle tanışırız. Coşkulu kalabalık Prusya'ya yenilen ülkenin başına getirilen kraliyetçi Versay hükümetini yeneceklerinden emin gibidir. Amerikan büyükelçisi bile Komün'de olanları görmeye gelmiştir. Kalabalık defalarca kendiliğinden Marseillese'i söylemeye başlar. (Altı saat boyunca sürekli arka planda olan bu marşı siz de istemsiz bir şekilde bir-iki hafta mırıldanmaya devam edersiniz.) Bir şölen havasında milis gruplar organize edilir, kiliseye 'kamusal alan' olarak el konulur ve genç öğretmenlerimiz okulu laik bir şekilde tekrar düzenleyeceklerine ant içerler. Laiklik komünde eşitliği getireceğine inanılan sihirli kelimelerden biridir. Muhabirimiz dinin toplumları uyutmak için kullanılan bir araç olduğuna inanan öğretmenlerle konuşur. Bir tanesi Napolyon döneminde okulda dua edilmesi zorunluluğu olduğu için çalışmayı bırakan laik öncülerden biridir. Eğitim sisteminin ikincil problemi ise kız öğrencilere dikiş gibi 'işe yaramaz' şeylerin öğretilmesidir. Bu beyaz ve derdini sakince anlatan öğretmenin yanında bir de laikliğe çok daha fazla vurgu yapan zenci bir hoca vardır. Filmin ilerleyen bölümlerinde Versay askerleri mahalleye yaklaştıkça halk tedirginleşir, korkan öğrencilerden biri dua etmeye başlar ve filmin başından beri kahraman öğretmenleri tarafından aydınlatılmış öğrencilerden bir diğeri "Eğer Tanrı varsa neden savaşa izin veriyor" diye kızı azarlar. Versay askerlerine karşı verilen savaş belki kaybedilecektir ama Paris Komünü'nde 'kalpler ve zihinler' savaşı kazanılmıştır. Muhabirimiz pazar sabahı yapılan bir ayini dinler, sonra yan tarafta katılmayan kadınlara mikrofonu uzatır, onlar da kiliseye verip veriştirirler.

İspiyonları dinleme memuriyeti

Eski rejimin 'kalıntılarından' nefret eden halk eninde sonunda organize olabilmek için bir çeşit 'otoriteyi' tanımak zorunda kalır. Olabildiğince az 'kanun' ve 'kural'la başlayan her ütopya gibi, komün de bir müddet sonra iç çekişmeleri önlemek için 'devletimsi' bir pozisyon almak zorunda kalır. Kapalı kapılar ardında yapılan ilk oturumdan çıkan deklarasyonun ilk maddesi devlet ve kilisenin ayrılmasıdır. Versay'daki hükümet güçlerine karşı oluşturulan orduya katılmayı reddedenler hapise atılır. Kadın muhabir devrimci hükümetin binasına girdiğinde ilk konuştuğu bir 'ispiyonları dinleme memuru'dur. Toplumu tekrar, yeni bir şekilde inşa etme çabaları komünde de görüleceği gibi hep insanların ve insanlar arasındaki ilişkilerin 'fabrika ayarlarına geri dönmesiyle' sonuçlanır. Kilisenin kendilerini sürekli baskı altında tuttuğunu söyleyen kadınlar 'Özgür Ordu'ya katılmak istediklerini söylediklerinde geri çevrilirler. Coşkuyla eşitliğe kavuştuklarını düşünen ve hararetle mikrofona konuşan kadınların 1871'ten günümüze kadar kazanmak zorunda kalacakları daha bir çok hak olacaktır. Filmin ikinci yarısında da, devrimci hükümetin kurulmasını coşkuyla kutlayan yüzler bu sefer 'karakterlerinin dışında çıkan' ve cumhuriyeti tartışan aktörlerin Fransa için endişelerini yansıtır.

11'inci Arrondissement'dakiler sevinirken yan mahalleden gelen, kendilerini 'Paris'in yarısı' olarak tanıtan burjuvalar da seçimlerin meşru olmadığını iddia etmektedir. Muhabirlerin röportaj yaptığı mahalleliden biri de çamaşırcı dükkânı sahibi bir kadındır. Olaylar esnasında iş azalmış, işçilerine ödediği ücretler düşmüştür. Peki bu çamaşırcı kadınlar kimin için çalışmaktadır? Bu noktada kamera mahalleyi bırakıp bize zengin bir konağın içini gösterir. Asil bir hanımefendi, asil masasında oturmuş, Paris'te olanları anlatan bir mektup yazmaktadır. Arada bir kafasını kaldırıp bize bakar, bizi süzer, gördüğünden pek hoşnut olmamış bir şekilde, ne istediğini bilmeyen halk tabakalarının ayaklanmasının kendi mahallesine nasıl yansıdığını anlattığı mektubunu yazmaya devam eder.

Cumhuriyeti ilan eden devrimciler okudukları deklarasyonda Fransa'nın dünyadaki bütün ezilenler için umut olacağını taahhüt eder. Biraz tarih bilen izleyici ise cumhuriyet kurulup iyice yerleştikten sonra, Cezayir'de neler olacağını düşünür o an. Ütopik, evrensel bir iyilik ve hamilik öngören cumhuriyet, daha ilk andan itibaren verdiği sözleri bozmaya mahkumdur. Fransa'daki hükümet zaafının oluşmasına sebep olan Prusya'yla savaş sırasında getirilen Cezayirli sipahiler de komüne katılırlar. İki sahne önce laiklik diyerek rahibeleri taciz eden insanların, 200 yıl sonra aynı ülkü adına okullarda ve plajlarda taciz edecekleri Cezayirlilerle Paris Komünü'nde yeni bir geleceği hayal etmesi de ayrı bir ironidir. Film tam da Cezayirlilerin Fransa'nın ülkelerinde yaptıklarını anlattığı sahneden sonra aks değiştirir; ekranda görünen yazılar artık 1871 değil, 20'nci yüzyıl hakkında bilgiler vermeye başlar ve ilk mesele Fransa'daki 'evraksızlar'dır. Bundan sonra film komün Paris'i değil, günümüz Fransa'sı hakkındadır.

Günümüz Fransa'sının ve dünyasının önemli meselelerinden biri de medyanın bir kaç kişinin elinde olmasıdır ve film günümüzle paraleller kurmamızı bekler. Versay hükümetinin yayın kanalı Parisliler hakkında, özellikle kadın direnişçiler hakkında yalan ve aşağılayıcı bilgiler yaymaktadır. Filmin ilerleyen dakikalarında resmi yayın kanalı mahalle hakkında bilgi almak için kendi muhabirlerini yollar fakat kısa bir süre sonra kadınlar muhabiri tanıyıp linç etmeye kalkışır. "Bizim hakkımızda yalan yayın yapıyorsun" diye bağırırlar. Film insanların medyayla olan ilişkisini de gözler önüne serer. Bir yandan devletin televizyonuna küfrederken, diğer yandan "Bak, halimizi göster, askerlerden korkmuyoruz" diye bağırırlar. Ordunun bir kısmı da halkın yanındadır. Hem Gezi protestoları hem de demokrasi nöbetlerinden notalar taşıyan bu canlandırma Paris Komünü'nün popüler ayaklanmalar ve/veya organize olma şekillerine halen daha ilham verebilecek bir hareket olduğunun altını çizer.

Mahalleli 'communardlar' toplanıp yeni çalışma ve mülk sahibi olma koşullarını konuşurken bir tanesi birden "Günümüzde de çok fazla bir şey değişmedi, hatta şirketlerin sahiplerinin tam olarak kim olduğu belli olmadığı için eşitlikçi bir paylaşım daha zor" der. O andan sonra 'metni bırakıp' katılmış oldukları bu 'deney'den bahseden oyuncular mesajın seyirciye ulaşıp ulaşmayacağını da sorgularlar. Görünen o ki bu film seyirciyi daha bilinçli bir vatandaş haline getirmese de en azından katılan 200 üzerinde oyuncuya siyasi bir bilinç katmış gibidir. Her komünde olduğu gibi oyuncular arasında da yeni bir siyasi bilincin nasıl bir şey olması gerektiği konusunda farklı görüşler vardır. Bir çoğu konuşmak yerine eyleme geçmenin önemini anladığını söyler. Bu 'karakter dışı' bölüm esnasına televizyon kanallarının La Commune filmine destek vermeyi reddettiğini öğreniriz. Film bu noktada seyirciye direk sorular sormaya başlar: "En son görüştüğümüzden beri organize olmaya vakit buldunuz mu?" "Nereye kadar varsın?" Ekrana çıkan son yazılar filmin 200 Parisli vatandaşın ve evraksız Mağriblinin katılımıyla çekilmiş olduğunu söyler. Oyuncular karakterlerini bir hazırlanma sürecinde, doğaçlamalarla kendileri inşa etmiştir. Kısacası film kendisini en sonunda bir 'komün' çalışması olarak tanımlar ve seyircinin komünün gücüne olan inancı da böylelikle filmi ne kadar başarılı bulduğuyla özleşir. Ve eğer seyirci altı saatlik maratonun sonuna gelip bu yorumları duyabildiyse hem film, hem de komünün ruhu, izleyende bir karşılık buldu demektir.

BİZE ULAŞIN