Orhan Özekinci: Edip Cansever ve Tomris Uyar’ın Güzel Kırgınlıkları

Edip Cansever  ve Tomris Uyar’ın Güzel Kırgınlıkları
Giriş Tarihi: 14.4.2018 13:24 Son Güncelleme: 14.4.2018 13:24
“Edip abi nerede” diyerek içeri girer Ülkü Tamer. Edip diyerek sorduğu Cansever’dir. O dönemde Cansever’in antikacısında yeni işe başlamış olan Mustafa, hemen yukarıyı işaret eder. Yukarı çıktığında canı burnundadır Tamer’in. “Ağabey, Ekin’i Cerrahpaşa’ya götürdük nefes alamadı. Doktorlar şu reçeteyi verdi.” Uzattığı reçetede medikal birtakım aletler yazılıdır doktor yazısıyla.

"Kocaman bir boşluğun küçülttüğü her şey gibi"

Edebi türler arasında benzerliği birbirinden en uzak olanı şiir olarak karşımıza çıkar. Mesela Japon geleneksek edebiyatının bir türü olan "haiku", resmetme düşüncesiyle yazılmış, genellikle doğayı konu edinen şiirlerdir. Japon bir şairin haikusunu okuduğumuz zaman, sadece o ânı görüp zihnimizde canlandırmış oluruz. Yahut bir Fransız şairden şiir okuduğumuz zaman mütemadiyen gerçeği değil, gerçeğin etkisinin sembollerle anlatıldığını görürüz. Bu kapalı şiiri anlamak, sadece sembollerin manasını bilmek ve şiirdeki yerini fark etmekle mümkündür. Yani gündelik hayatı iyi gözlemlemek, izlenimci olmak bu şiirlerin manasına pekâlâ köprü olabilir. Bu söylediklerimle dünya edebiyatının naylon bir duyguya sahip oluşuna değil şairin hayatının şiire dahlinin azlığını anlatmak niyetimdeyim fakat Türk şiirinde durum bu bahsettiklerimden çok daha farklı. Okuyucu tarafından ortak kabul görmüş, okuyucunun beğenisini kazanmış ve zamana da dayanabilmiş her Türk şiirinin ardında bir hikâyenin olduğunu öğreniyoruz. Bunlardan aklıma ilk gelen Attila İlhan'ın Pia şiiridir. İlk okuduğumuzda sembolik bir mana aradığımız, onu bulamayınca da Yunan bir tanrı yahut mitolojik bir unsur olduğunu düşündüğümüz Pia'nın ne olduğunu şairin kendisinden öğrenebiliyoruz ancak. Hikâyeye göre Attila İlhan, Kadıköy rıhtımda otururken yabancı plakalı bir nakliye aracı görür ve o aracın üzerinde Pakistan International Airlines yazıyordur. Attila Bey, bu aracı hayalindeki kadına benzetir, kendince o kadını görmüştür ama bu araç hızla yanından gitmiştir hiç farkında olmadan. Farkına vardığında belki o hiç olmayan kadını, aklında kalan o imkânsız aşkın kadınını "Pia" isimli bir şiirde anlatır.

Behçet Necatigil, 1 Şubat 1967 tarihli Varlık dergisindeki yazısında; "Bir sanatçının tutku, korku ve saplantılarının gerçek nedenleri; dönem dönem hayatının ayrıntıları iyice bilinmedikçe, elde güvenilir monografiler olmadıkça açık seçik anlaşılamayacaktır" der. İşte bugüne kadar şiirini açık seçik anlayamadığımız, aslını ise çok sonradan öğrendiğimiz şairlerin hikâyeleri yepyeni başlangıçların, temas edebildiğimiz bir anlamın kapısını aralar bize.

***

"Edip abi nerede?" diyerek içeri girer Ülkü Tamer. Edip diyerek sorduğu Cansever'dir. O dönemde Cansever'in antikacısında yeni işe başlamış olan Mustafa, hemen yukarıyı işaret eder. Yukarı çıktığında canı burnundadır Tamer'in. "Ağabey, Ekin'i Cerrahpaşa'ya götürdük nefes alamadı. Doktorlar şu reçeteyi verdi." Uzattığı reçetede medikal birtakım aletler yazılıdır doktor yazısıyla. Birlikte hızla varırlar Cerrahpaşa'ya. Mustafa'ya da peşlerinden reçetedekileri almasını tembihler ama Cerrahpaşa'ya vardıklarında ihtiyaçlarının kalmadığını anlarlar o reçeteye. Tomris Gedik, elleriyle başını tutmuş, öylece ağlıyordur. Ekin, Ülkü'yle Tomris'in ilk bebekleri, can pareleri, süt boğulması sonucu vefat etmiştir. Prof. Dr. Rahmet Çelebioğlu girer odaya hemen, "Yapılan tüm müdahaleye rağmen olmadı" diyebilir sadece. Tomris, bildiği haberi yeniden almanın verdiği üzüntüyle bayılır oracıkta. Hemencecik kaldırır Edip Tomris'i; düşkünlüğünden, üzüntüsünden. Tarih 1965'in Nisan'ıdır.

Yıllar geçer, Tomris Gedik artık Tomris Uyar olmuştur. Edip Cansever'in subay arkadaşı Turgut'un eşidir Tomris. Cansever'in eşi, Mefharet Hanım'ın da dâhili olduğu görüşmeler başlar; Çin ruleti, Çiçek Pasajı, Karaköy'de enginar… İki aile arasında müthiş bir dostluk başlamıştır ki bir gün Turgut'la Tomris ayrılacaklarını söylerler. Katiyen karşı çıkar Cansever, maddi sebeplerden olacağını düşünmüş olacak ki maddi yardımda bile bulunmayı teklif eder ama aralarında o bağ çoktan kopmuştur. Süleymaniye Adliyesi'nde boşanma davası görülür ve tek celsede boşanırlar. Davadan sonra üçü birlikte ayrılırlar adliyeden ve Kadıköy vapuruna binip gider Tomris. "Nereye" diye sorar Cansever ama yanıt alamaz. Aslında gittiği yer, Cemal Süreya'dır. Cansever o günler için şöyle söyler: "Tomris, Cemal Süreya'ya aslında iki sene evvel Çiçek Pasajı'ndaki bakışlarıyla gitmişti."

Yine bir gün, 1983 Mart'ının 11'i. Tomris, Sandal Bedesteni'ndeki dükkâna gelir. Aslında Cansever, kendi için yok dedirtir ama sorgusuzca çıkar Tomris asma kata. Kapalıçarşı kapanana kadar konuşurlar. Bir ara daktilonun mürekkebini ister Mustafa'dan. Mustafa, hemen yukarı çıkıp mürekkebi götürür, Cansever alelacele değiştirir ve biriken müsveddeleri de atar çöpe. En aşağı altı saattir asma katta bulunan Cansever'in neler yazdığını merak edip çöpten alıp bakar Mustafa. Yazılanların üzerinde çokça düzeltilmiş, çalışılmış bir şiir vardır. Anlam veremez önce. Çok sonradan anlar ki, Tomris hanımın Cansever'e doğum günü için zorla yazdırdığı; "Ben buradayken bu şiiri yazmazsan ikimiz de buradan çıkamayız" dediği "Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir" isimli şiirdir. (Cansever ölmeden iki ay evvel Mustafa'ya söylemiştir)

"Bir kıyıya bakarken, bakarken ki ağlayan yüzünle" mısraını Tomris'in Cerrahpaşa'daki o baygın haline, "Yok bir yanıtın 'nereye' diyenlere" mısraını ise adliye çıkışı Kadıköy vapuruna binip gidişine yazmıştır.

***

1994 yılında bir radyo programı: Radyocu Nigâr Hanım, program sonunda Edip Bey ile ilgili bir şeyler sorar. Tomris hanım, "bir şiir yazılırken yara olmuştur Edip" diyebilir sadece.

İşte 1983'ün 11 Mart'ında, o şiir yazılırken söylenir, hiç söylenmemiş sözler.

BİZE ULAŞIN