Sultan Işık: Kaynak ülkeden varış ülkesine

Kaynak ülkeden varış ülkesine
Giriş Tarihi: 30.10.2014 13:51 Son Güncelleme: 7.11.2014 10:09
Sultan Işık SAYI:07Kasım 2014
Türkiye, 1960’lı ve 70’li yıllarda göç hususunda bir kaynak ülke idi. Yani dış ülkelere göç vermekteydi. 80’li ve 90’lı yıllarda ise daha çok bir geçiş ülkesi, yani transit ülke haline geldi. Ortadoğu’dan gelenler Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçmeye başladılar. 2000’li yıllardan sonra ise ekonomik iyileşmenin sonucu olarak, Avrupa’ya geçmek için Türkiye’ye gelenlerin bir kısmı Türkiye’de kalmayı tercih etmeye başladı. Hatta bazı kişiler baştan varış ülkesi olarak Türkiye’ye gelmekteler.
Üç yıldan uzun bir süredir devam eden Suriye iç savaşı sebebi ile Türkiye'ye sığınmacı olarak gelen ve bu kadar uzun süreceği tahmin edilemediği için bugüne kadar misafir konumunda olan Suriyeli vatandaşların Türkiye'deki durumları hem kendileri hem de Türk vatandaşları için büyük merak konusu. Suriyeli mültecilerin durumuyla ilgili merak edilen soruları uzmanlara sorduk. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. İbrahim Kaya ve Doç. Dr. Faruk Kerem Giray, mültecilik meselesini bütün hukuki cepheleriyle masaya yatırdı: Türkiye'deki Suriyelilerin hukuki konumları nedir? Vatandaş olabilirler mi? Seçimlerde oy kullanabilirler mi? Bölge ülkelerini yalnız bırakan Avrupa ülkelerine yaptırım uygulanabilir mi?

Öncelikle bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Açıkçası aklıma ilk gelen soru Suriyelilerin şu anki konumlarından ötürü ikamet ve çalışma haklarının ne durumda olduğu? Çünkü görüştüğüm Suriyelilerin de en büyük sorunu durumlarının muğlaklığı. Ayrıca kalış süresi uzarsa sağlık güvencesi, sigorta ya da evlilik-boşanma ve ikamet gibi hakları nasıl olacak? Hangi hukuk ve anayasa üzerinden değerlendirilecek?

İbrahim Kaya: Sorunuzun sıralamasından farklı olarak cevabıma öncelikle son sorunuzla başlayacağım. Zira ister yabancı olsun isterse Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olsun, herkesin hak ve hürriyetleri başta anayasamız sonrasında ilgili kanunlarla düzenlenmektedir. Dolayısıyla, Suriyelilerin hukuki statüsü de 1982 tarihli anayasamız ve de buna uygun olarak çıkartılan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile düzenlenmektedir Ayrıca oldukça yakın bir tarihte (22 Ekim 2014) yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği'ni de hukuki düzenlemeler kapsamına eklemek gerekir. Söz konusu yönetmelik detaylı şekilde, sadece Suriyelilerin değil, geçici koruma statüsüne giren tüm yabancıların Türkiye'ye kabullerini, Türkiye'de kalışlarını, Türkiye'den çıkışlarında yapılacak işlemleri düzenlemektedir.

Hemen belirtelim ki; Türkiye'ye gelen Suriyelilerin hukuki statüsünü ikiye ayırarak değerlendirmemiz lazım. Suriye'den ülkemize toplu olarak yani kitlesel bir göç şeklinde gelenler, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında geçici koruma statüsüne tabidirler. Buna karşılık münferit olarak gelenler ise ikincil koruma statüsüne girmektedir.

İç savaştan kaçarak ülkemize gelen Suriyelilere ülkelerine dönemediklerinden ve toplu halde geldiklerinden dolayı 'geçici koruma' statüsü verilmiştir. Hem kanun hem de yönetmelik, uluslararası hukukta bulunan bir kimsenin işkenceye veya insanlık dışı muameleye tabi tutulacağı bir ülkeye geri gönderilmesini yasaklamaktadır. AİHM kararları da bu yöndedir.

Suriyeliler, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün belirlediği illerde kalabileceklerdir. Özellikle geçici koruma kimlik belgesine sahip olmak, Türkiye'de kalma hakkı sağlar. Ancak hemen belirtelim ki; bu belge ikamet izni veya bu izin yerine geçen belgelerle eş değer sayılmaz. Suriyeliler temel ve acil sağlık hizmetlerinden de yararlanabilmektedirler. Hatta bu kapsamdaki tedavi ve ilaçlardan hasta katılım payı alınmamaktadır. Çalışma imkânları bakımından ise, geçici koruma kimlik belgesine sahip olanlar, Bakanlar Kurulunca belirlenecek iş kollarında ve coğrafi alanlarda çalışabilmek için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na başvurarak çalışma izni almak zorundadırlar.

Evlenme ve boşanma gibi, günlük hayata dair ilişkiler ise yabancı olmaları sebebiyle 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun hükümlerine göre çözüme kavuşturulacaktır.
#Sayfa#
Peki, şu an Türkiye'de misafir konumunda olan ve bu şekilde değerlendirilen Suriyelilerin bu duruma bakışı nedir sizce?

İbrahim Kaya: Suriyeliler can güvenliği sebebiyle Türkiye'ye gelmek zorunda kaldıklarından Türkiye'de bulundukları için memnun olduklarını tahmin edebiliriz. Zaten aksi söz konusu olursa istedikleri zaman ülkelerine dönebilirler veya başka ülkeler tarafından kabul edilirlerse oralara gidebilirler.

Devamlı olarak konuşulan fakat bir türlü açıklığa kavuşmayan 'vatandaş olma' konusunda durum nedir hukuken?

F. Kerem Giray: 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu'nun düzenlediği hususlardan biri de yabancıların ne şekilde ve hangi şartlarla Türk vatandaşlığını kazanabileceğidir. Suriyelilerin Türk vatandaşlığını kazanabilmesi çeşitli ihtimallere göre farklılık gösterecektir. Söz gelimi bir Suriyeli, Türk vatandaşı ile evlenerek ve kanunda aranan diğer şartları yerine getirerek üç yıl sonra Türk vatandaşlığını kazanabilmek için başvuruda bulunabilir. Bunun dışında Suriyeliler genel yolla Türk vatandaşlığını da kazanabilirler. Bu şekilde Türk vatandaşlığının kazanılabilmesi için, Türkiye'de beş yıl kesintisiz ikamet etmek, yerleşmeye karar verdiğini davranışlarıyla teyit etmek, sağlıklı olmak, iyi ahlaklı olmak, Türkçe konuşabilmek ve de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin geçimini sağlayacak gelire ve mesleğe sahip olmak gerekir. Bunun dışında bir de istisnai yöntem vardır. Şayet İçişleri Bakanlığı'nın teklifi ile Bakanlar Kurulu, Suriye vatandaşı olan bir kişiyi, vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler kapsamında değerlendirir ise; bu kişi de Türk vatandaşlığını kazanabilecektir. Ancak hemen belirtelim ki; kanuna göre yabancı kişi tüm şartları taşısa bile bu ona Türk vatandaşlığını kazanmak için mutlak bir hak sağlamaz. İdarenin bu konuda her zaman için takdir hakkı bulunmaktadır.

Daha önceleri mülteci ve göçmenler için Avrupa'ya geçişte bir köprü görevi gören Türkiye artık mecburen kalıcı alan olmaya mı başladı? Mesela neden Avrupa'ya geçiş için tercih edilmiyor da kalınmak isteniyor? Bunun için tek sebep sınır ülkesi olması mı sadece?

F. Kerem Giray: Türkiye aslında 1960 ve 70'li yıllarda göç hususunda bir kaynak ülke idi. Yani dış ülkelere göç vermekteydi. Avrupa'daki Türk işçileri bunun en önemli örneğidir. 80'li ve 90'lı yıllarda ise daha çok bir geçiş ülkesi yani transit ülke haline geldi. Eski Sovyet Cumhuriyetlerinden, İran'dan, Afganistan'dan ve Ortadoğu'dan gelenler Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçmeye başladılar. Bugün bu konum yine kısmen devam etmekte. Ancak günümüzde bu saydıklarımıza artık Afrika ile Hindistan, Bangladeş ve uzak Asya'dan gelenleri de eklememiz lazım.

2000'li yıllarda Avrupa'da ırkçılık ve yabancılara yönelik saldırılar, ekonomik krizler, yabancılara yönelik vize ve ikamet engelleri ortaya çıktı. Avrupa fiziki olarak da sınırlarını daha ciddi korumaya başladı. Bu dönemde Türkiye'de ise ekonomide ciddi bir iyileşme yaşandı. Bunun bir sonucu olarak Avrupa'ya geçmek için Türkiye'ye gelenlerin bir kısmı Türkiye'de kalmayı tercih etmekte ya da bazı kişiler baştan varış ülkesi olarak Türkiye'ye gelmekteler. Ayrıca özellikle bazı Avrupalılar da Türkiye'ye yerleşiyorlar. Çalışmak için gelenler olduğu gibi Avrupalı emekliler de artık Türkiye'yi tercih ediyorlar.

Ayrıca Türkiye, bugün G20 üyesi ülkeler arasında olup, dünyadaki 17'nci büyük ekonomidir. Bu özelliği de Türkiye'yi göçmenler için cazip bir ülke haline getirmektedir.

Türkiye'yi geçiş olarak kullanıp diğer ülkelere geçmek isteyenler olursa durum ne olacak o zaman? Ya da Türkiye'de mülteci olarak kabul edilirlerse ülke değiştirme şansları olacak mı yine? Orada uluslararası hukuk nasıl işliyor?

F. Kerem Giray: Geçiş için Türkiye'ye gelenler giriş ve çıkışta Türk mevzuatına tabiler. Pasaportla ve sınır kapılarından geçiş yapmaları gerekir. Kaçak giriş ve çıkışlarda yaptırıma tabi tutulurlar.

Türk mevzuatına göre Suriyelilerin mülteci kabul edilmesi mümkün değil. Çünkü Avrupa'dan gelmiyorlar. Türkiye, Avrupa dışından gelenlere şartlı mülteci statüsü verebiliyor. Ancak az önce de ifade edildiği gibi kitlesellik söz konusu olduğunda geçici koruma statüsü tanınabiliyor. Hem mülteciler ve şartlı mülteciler hem de geçici koruma altındaki yabancılar dilerlerse gönüllü olarak geldikleri ülkeye geri dönebilirler veya onları kabul edecek bir ülke olursa oraya gidebilirler.
#Sayfa#
Başka ülkelerde mülteci olan Suriyeliler sonrasında Türkiye'ye gelmek isterlerse bunun kuralları nedir? Böyle bir şey olması mümkün mü sizce?

F. Kerem Giray: Başka ülkelerde mülteci statüsü almış bulunan Suriyeliler Türkiye'ye uluslararası koruma yani şartlı mültecilik ya da geçici koruma talep etmek için gelemezler. Çünkü Türkiye ancak Avrupa'dan gelenleri mülteci olarak kabul etmektedir. Ayrıca mülteci statüsünü bir şekilde elde etmiş olan kişiler zaten bulundukları ülkede de güvende kabul edilmektedir. Bunun dışında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu da başvuru sahibinin, daha önceden mülteci olarak tanındığı ve hâlen bu korumadan yararlanma imkânının olduğu bir ülkeden geldiğinin ortaya çıkması durumunda, başvurunun kabul edilemez olacağını belirtmektedir.

Bu sebeple hem Türk hukuku hem de uluslararası hukukta böyle bir hakkın tanınmadığını söyleyebiliriz. Ancak uluslararası koruma dışında başka bir gerekçeyle örneğin turistik ziyaret, eğitim gibi gerekçelerle gelebilirler fakat kalış süreleri dolunca ülkemizden ayrılmak durumundalar.

1951 Cenevre Anlaşması ile Türkiye'nin koyduğu 'coğrafi çekince' maddesi yeni getirilen kanun ile anlamını yitirmiş görünüyor. Peki, bu yeni kanunla getirilen 'şartlı mülteci' ve 'ikincil koruma' tanımlamalarının 'mülteci'den farkı nedir?

İbrahim Kaya: Mülteci; özetle ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağı endişesiyle ülkesine dönemeyen kişidir. Mülteci, bu durumu tanıyan devlette ikamet hakkına sahiptir.

1951 Sözleşmesi'ni coğrafi kısıtlama ile kabul eden Türkiye mültecilik statüsünü sadece Avrupa'dan gelenlere vermekte, başka yerlerden gelen aynı konumdaki kişilere ise 'şartlı mülteci' statüsü tanımaktadır. Şartlı mültecilerin başka bir ülkeye yerleştirilene kadar Türkiye'de kalmasına izin verilir. Mülteci ya da şartlı mülteci kabul edilmek için sayılan şartları taşımayanlar ülkelerine gönderilmeleri halinde öldürülecekse ya da işkence veya gayriinsani muameleye tabi tutulacaksa onlara 'ikincil koruma' sağlanır. Az önce ifade edildiği gibi bu kişileri geri göndermek uluslararası hukuka da aykırıdır. Pratikte, haklar açısından mülteciler ile şartlı mülteciler arasında ciddi bir fark bulunmamaktadır. Yeni kanun öncesinde de durum böyleydi.

Diğer ülkeler sadece sınır komşusu olmadıkları için konudan uzak dururken Türkiye, Ürdün ve Lübnan bu yükün altına girdiler. Sizce birçok konuda ortak karar alan BM gibi uluslararası kurumların bir çalışma yapması ya da Avrupa ülkeleri için yaptırımda bulunması mevzu bahis midir?

İbrahim Kaya: Bu kişiler hangi devlette bulunuyorsa uluslararası hukuk o devlete hukuki yükümlülük yüklemektedir. Maalesef Türkiye gibi Ürdün ve özellikle de Lübnan ciddi bir mali yük altına girmişlerdir. Bu yükü sadece mali yük ile ölçmek de doğru değildir. Bu ülkelerde yer yer toplumsal dokular bozulmuş, iş piyasaları etkilenmiş ve bazı sosyal huzursuzluklar da olmuştur.

Konu acilen başından beri BM tarafından ele alınmalıydı ve yük tüm dünya tarafından paylaşılmalıydı. Suriyelileri ülkelerine kabul etmek bir yana, ekonomik açıdan gelişmiş ülkelerin ve uluslararası kuruluşların mali yardımları bile sembolik olmaktan öteye geçmemiştir. Bölge ülkeleri yalnız bırakılmıştır. BM'nin Avrupa ülkeleri için yaptırım kararı alabilmesi de bunu uygulayabilmesi de uluslararası sistemden dolayı mümkün gözükmemektedir.
#Sayfa#
Mülteciler sayesinde dünyanın en fazla yardım yapan üçüncü ülkesi konumunda olan Türkiye'ye ekonomik anlamda yardım katkısında bulunan ülkeler var mı?

İbrahim Kaya: Ne yazık ki, yardımlar sadece sembolik olmuştur. Türkiye'deki Suriyelilerin ihtiyaçları Türkiye Cumhuriyeti devleti, belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve Türk milleti tarafından giderilmektedir.

Avrupa devletlerinin kendi içerisinde mülteci kabulündeki tercihleri neye göre yapılıyor? Çünkü yapılan başvuruların büyük bir kısmı reddediliyor. Bir kriter mevcutsa bunu kim neye göre belirliyor?

İbrahim Kaya: Avrupa devletleri kendilerine doğrudan ulaşan mültecileri uluslararası hukuka göre kabul etmek durumundalar. Ancak Avrupa'nın Suriye ile sınırı olmadığı için bu çok düşük bir ihtimal. Bölge ülkelerine sığınmış Suriyelileri kabul etmede de çok sınırlı kontenjanlar uyguluyorlar. Sadece sembolik sayıda kişiyi kabul ediyorlar ve çok seçici davranıyorlar. Eğitim, meslek, dil bilme ve dinî yakınlık gibi kriterlerin uygulanması söz konusu olabiliyor.

Yani aslında mülteci kabul ederken bile kendi kriterlerine uygun ve belki de işlerine yarayacak kişileri tercih ediyorlar diyebiliriz. Bu noktada Türkiye'nin sınır kapılarını ihtiyaç duyulan anlarda politik ve ekonomik çıkar gözetmeden insan hayatını önceleyerek sonuna kadar açması tüm dünyaya örnek bir davranış olarak da değerlendirilmeli. Bize ayırdığınız vakit ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.

İbrahim Kaya Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı öğretim üyesi. 1969'da Üsküdar'da doğdu. Ankara Üniversitesi'ni bitirdi (1992). İngiltere'de Nottingham Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptı (1995). Keele Üniversitesi'nden doktora derecesini aldı (2000). 2006 yılında docent, 2011 yılında profesör oldu. Türkçe ve İngilizce yazılmış kitap ve makaleleri bulunmaktadır. Kitapları arasında başlıcaları; Equitable Utilization: Non-Navigational Uses of International Watercourses (Ashgate, 2003) ve International Migration and Turkey (Legal, 2012) sayılabilir. Göç ve İnsan Hakları alanlarında çalışmalar yapmaktadır ve bu alanlarda projelerde görev almıştır. İstanbul Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Merkezi Müdürlüğü ve Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Başkan Danışmanlığı görevlerini sürdürmektedir.




Faruk Kerem Giray Kimdir?
1998 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nde yüksek lisans yaptı. Doktora çalışmalarını, bir dönem Londra Üniversitesi'ne bağlı Advanced Legal Studies Enstitüsü'nde sürdürdü ve akabinde 'Milletlerarası Özel Hukukta Kaçırılan veya Alıkonan Çocukların İadesi' isimli teziyle İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nden doktora unvanını aldı. Akademik kariyerini, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Özel Hukuk Anabilim Dalı'nda 1998 yılından günümüze kadar çeşitli akademik unvanlar altında sürdürmektedir. Hâlihazırda görev yaptığı anabilim dalının dışında İstanbul Üniversitesi Avrupa Birliği Hukuku Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdür Yardımcılığı görevini de yürütmektedir. Giray, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İktisat Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde dersler vermektedir.
BİZE ULAŞIN