YOUTUBE FELSEFECİLERİNE BOURDIEU’CÜ BİR BAKIŞ: DİJİT AL PLATFORMLAR İNSANİ FELSEFECİ YAPAR MI?

Enis Doko 22 Eylül 2025, Pazartesi

Son yıllarda felsefe ülkemizin popüler kültüründe ve hatta sosyal medyada genişçe yer bulmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde mesela Dücane
Cündioğlu'nun "Tarhana çorbası içip dürüm yiyenlerin felsefeyle işi olmaz" sözleri ciddi gündem oldu. Bu elbette kanaatimce çok olumlu bir durum. Bu
fenomenin arkasında elbette Youtube gibi platformlarda içerik üreten düşünürlerin de etkisi var. Bunlara kısaca bu yazıda "Youtube felsefecileri" diyeceğim. Youtube felsefecileri terimini kötü bir anlamda kullanmıyorum, ben de Youtube'a içerik üreten bir felsefeciyim dolayısı ile bu tabir beni de içeriyor. Ancak bazı Youtube felsefecileri alanda herhangi bir formel eğitimi olmayan, felsefe ile ilgili nitelikli çalışmaları bulunmayan ve aslında felsefeden çok sofistlik yani felsefeden ziyade retorik yapan kişiler. Bu yazıda bu grubu irdelemeye, artılarını ve eksilerini anlamaya çalışacağım.

Youtube felsefecileri fenomenini incelemek için Fransız felsefeci ve sosyolog Pierre Bourdieu'nun perspektifinin faydalı olacağı kanaatindeyim. Bourdieu, çalışmalarının çoğunu, özellikle eğitim, kültür ve entelektüel yaşam alanlarında, iktidar ve hiyerarşinin nasıl ince ve sembolik yollarla işlediğini ortaya çıkarmaya adadı. Kendisi doğrudan Youtube felsefecileri için yazmadı elbette, ama ortaya koyduğu teorik çerçevenin onları da içerdiği ve etkilerini anlamada çok faydalı olduğu kanaatindeyim. Yazıda Bourdieu'nun görüşü derken, onun çerçevesinin Youtube felsefecileri isimli kültürel fenomene uygulanmasını kastedeceğim.

Simulakr felsefeciler
Bourdieu'nun temel kavramlarından biri olan kültürel sermaye, bireylere belirli bir sosyal alanda otorite ve ayrıcalık sağlayan bilgi, beceri ve nitelikleri ifade eder. Felsefe akademi dünyasında bu sermaye geleneksel olarak yavaş ve zorlu bir süreçle kazanılır. Bir felsefeci yıllarca temel ve teknik metinler okumak, eleştirel söylemlere katılmak, hakemli makaleler yayınlamak ve kurumsal eleştiriye maruz kalmak gibi süreçlerin içinden geçer. Bourdieu'ya göre bu emek sadece entelektüel değil, aynı zamanda sosyal ve biçimlendiricidir, felsefecinin habitusunu şekillendirir.

Buna karşılık, birçok "Youtube felsefecisi" bu süreçleri tamamen atlar. Onlar, meslektaşlarının yargıları ile değil, görsel çekicilik, kendinden emin sunum ve algoritmik başarı ile tanınırlar. Arka planda bir kitaplık, Nietzsche'den bir alıntı ve doğru küçük resim, felsefi otoritenin bir simülakrumunu verebilir. Latince kökenli 'simülakrum' kavramı bir şeyin temsilini veya taklidini ifade eden felsefi bir terimdir. Bu kavram genellikle orijinal gerçeklikten uzaklaşan veya onu çarpıtan bir şekilde yapılan taklitler için kullanılır.

Dücane Cündioğlu ya da Diamond Tema gibi lise mezunu Youtube felsefecileri bahsettiğim zorlu süreçlerden geçmemişlerdir ve bu süreçlerin oluşturduğu zihin yapısına sahip değildirler. Ve dahası ne dünyada ne de ülkemizde konunun uzmanları arasında hiçbir otoriteye sahip değildirler. Eserleri popüler seviyede kıymetlidir ancak felsefe alanına katkı sağlamaz. Diğer taraftan Youtube videolarını takip eden ve uzman olmayan kitle için bu kişiler uzman olarak algılanırlar.

Peki, bunun nasıl bir sakıncası olabilir? Bu, Bourdieu'nun kavramlarıyla, entelektüel alanda bir çarpıklık yaratır. YouTube, kendi "güç alanı" haline gelmiş, ancak bu alan akademik standartlarla değil, viral olma, markalaşma ve izleyici katılımının mantığıyla yönetilmektedir. Sonuç, yeni bir tür 'sembolik güç' ortaya çıkar. Bourdieu'ya göre sembolik güç, bir toplumda doğal, doğru veya geçerli olarak kabul edilen şeyleri şekillendirme gücüdür.

Bağlamından koparılmış düşünceler

Konumuz bağlamında bu felsefe olarak neyin sayılacağını ve kimin felsefeci olarak kabul görüleceğini, aslında gerçek manada felsefe yapmadan
belirleme yeteneğidir. Ne kadar ironik değil mi? Cündioğlu kendinde kimin felsefeci olup olamayacağını (yemek üstünden ya da değil) belirleyecek konumda görüyor. Bourdieu'nun analizinin enteresan bir doğrulaması!


Bir içerik üreticisi, Foucault veya Aristoteles'in basitleştirilmiş, ideolojik olarak saptırılmış bir yorumunu sunabilir ve takipçileri bunu gerçek olarak kabul eder. Çoğu zaman tükettikleri şeyin tarihsel bağlamdan veya akademik temelden yoksun olduğunun farkında olmazlar.


Mesela bir başka Youtube felsefecisi Cemre Demirel uzun süredir Mevlana, İbn Arabi hatta Gazali gibi Sufilerin aslında panteist olduğunu ve kendilerinin Tanrı'nın bir parçası olarak gördüklerini iddia ediyor. Bu geniş takipçi kitlesi tarafından doğru kabul ediliyor hatta akademisyenler takipçilerinin saldırı ve hakaretlerine maruz kalabiliyor. Demirel felsefe alanında doktoraya sahip, ama tasavvuf konusunda herhangi bir
akademik yayını ya da eğitimi yok. Bu sorun olmak zorunda değil elbette. Sorun şu ki iddiaları akademik konsensusa aykırı. Apaçık gerçek olarak sunduğu şey, uzman akademisyenlerin ezici çoğunluğu hatta belki tamamı tarafından reddediliyor (Gazali panteisttir demek bana göre uzaylıdır demeye yakın ciddiyette!).

Demirel akademik yönünü güçlendirip o ciddiyetle bu konulara yaklaşsa bu sorun ortaya çıkmayacak. Ancak Demirel'in olaya yaklaşımı bahsettiğim ideolojik çarpıtma (Kurancı-selefi ideolojisi ile tasavvufa yaklaşmak) ve sufilerin görüşlerini basitleştirmenin bir sonucu. Tabii bu yaklaşım tasavvufa uzak kitlelerin ideolojik görüşleri ile uyumlu halde olduğu için toplum tarafından tıklama ve beğeni ile ödüllendiriliyor. Amaç bu düşünürlerin eserlerini
anlamaya çalışmak ya da onlarla eleştirel etkileşime girmek değildir. Akademik yorumlara ya da alternatif perspektiflerden bahsedilmez. "Apaçık gerçekler" bağlamından koparılmış alıntılarla izleyiciye sunulur.

Sembolik şiddetle oluşturulan algı

Bu süreç, Bourdieu'nün yanlış tanıma olarak adlandırdığı şeyi de içerir. Bu kişilerin güç ve otoritesi, sosyal ve teknolojik yapıların ürünü olmalarına rağmen doğal veya hak edilmiş olarak kabul edilir. Bir Youtuber ne kadar kendinden emin ve "derin" görünürse, o kadar "güvenilir olur", o kadar çok
"otorite olur". Bu içeriğin titizliği nedeniyle değil, kişiliğin sembolik performansı nedeniyledir.


Bourdieu'ya göre bu, onun ünlü 'sembolik şiddet' olarak adlandırdığı şeye yol açar. Bu değer, meşruiyet ve bilginin kendisini yeniden şekillendiren, yumuşak, algılanamayan bir egemenlik biçimidir. Kitlesel izleyiciler estetik sofistikeliği veya ideolojik kesinliği felsefi derinlikle karıştırdığında, kolay kolay fark edilmeyen bir kültürel zarar ortaya çıkar. Tabii disiplinin kendisi de zarar görür. Felsefe, diyalektik düşünce ve etik oluşumun titiz bir geleneği olmak yerine, tıklama, paylaşım ve para kazanma için optimize edilmiş bir meta haline gelir.

Cündioğlu ya da Tema gibi Youtube felsefecileri mesela Müslüman olarak felsefe yapmanın doğası gereği kusurlu olduğu algısını yayarlar. Bu algıya göre "Müslüman felsefeci başarılı ise, gerçekten Müslüman değildir, Müslümansa başarılı değildir. Ortası yoktur." Bu Müslüman felsefecilere uygulanan sembolik bir şiddettir. Bu, güçlü algı bazen Müslümanların kendisini bile etkiler ve akademide Müslüman kimliklerini gizlemek zorunda
hissederler. Oysa kişinin dini inancı onun akademik performansının ölçüsü olamaz. Ama bahsettiğim Youtube felsefecileri bu kadar apaçık bir şeyi bile çarpık bir algıya dönüştürebiliyor.

Elbette analizimiz, kamusal felsefenin doğası gereği şüpheli olduğu anlamına gelmez. Bourdieu'nün kendisi akademi dışındaki eleştirel katılıma değer verirdi. Ancak bu, Youtube gibi platformların felsefeyi performansa, eleştirel sorgulamayı ise tüketici içeriğine nasıl dönüştürebileceğinin kritik bir şekilde farkında olmamız gerektiği anlamına gelir. Bu açıdan, Youtube felsefecilerinin başarısı, popüler düşüncenin yeniden doğuşundan çok, entelektüel güvencesizliğin hâkim olduğu bir çağda sembolik sermayenin zaferini yansıtıyor olabilir.

Felsefe yapma tekelini kırmak

Ancak Bourdieu'nün kavramsal çerçevesi, Youtube'da yapılan felsefeyi savunmak için de kullanılabilir. Kültürel sermaye eşitsiz bir şekilde dağıtılmışsa, çoğu zaman kazanılmak yerine miras yoluyla elde ediliyorsa, geleneksel felsefe bölümleri "felsefe yapma" hakkını kısıtlayarak sosyal hiyerarşileri pekiştirme riskiyle karşı karşıya kalır. Youtube, tüm kusurlarına rağmen, marjinalleştirilmiş seslerin, yani elit referansları veya kurumsal erişimi olmayanların, yeni şartlarla felsefe alanına girmesine olanak tanır.

Bu anlamda, YouTube felsefesi, bir zamanlar ücretli dergiler ve erişilemez jargonun arkasında saklı olan fikirlere erişimi mümkün kılarak sembolik bir
isyan biçimi olarak da işlev görebilir. Bazı içerik üreticileri felsefeyi sadece bir meta haline getirmek yerine, onu bir kamu malı olarak geri kazanıyor ve felsefenin geniş kitlelerin anlam, güç ve yaşam üzerine düşünmesi için bir araç olarak gelenekteki rolünü yeniden canlandırıyor olabilirler. Benim Youtube felsefecisi olmamın ana gayelerinden biri de budur.

Bu iki karşıt bakış açılarını dengelemek, Youtube felsefesinin hem olumlu yönlerini hem de tehlikelerini kabul etmeyi gerektirir. Bir yandan, Youtube
karmaşık fikirlere erişimi demokratikleştirerek, bir zamanlar elit kurumlarla sınırlı olan tartışmalara daha geniş kitleleri davet eder. İzleyicilerin etik, kimlik ve anlam gibi konulara kendi bakış açılarından yaklaşmalarını sağlayarak, bazen gerçek entelektüel merak ve bağımsız araştırmaları tetikleyebilir. Diğer taraftan, platformun mantığı genellikle eleştirel nüanslardan çok performatif kesinlikleri ödüllendirerek felsefeyi eğlenceye veya ideolojik markalaşmaya dönüştürür. O halde, zorluk, Youtube gibi platformların erişilebilirliğini ve erişimini kullanırken, felsefeyi en iyi şekilde tanımlayan entelektüel alçakgönüllülüğü, derinliği ve diyalog ruhunu koruyan yeni bir tür kamu felsefesi geliştirmektir.

Bu Youtube felsefecilerinin belli standartlarda olmasını gerektirir. En önemlisi Youtube felsefecisi izleyicilerine "vaaz vermekten" çok onlara farklı alternatifler sunarak kendi kararlarını vermek için imkânlar sağlamalıdır. İlginçtir benim kalitesiz bulduğum Youtube felsefecilerinin en bariz yönü budur: Kendileri hakikati yakalamış bilgeler gibi konuşur, karşıt görüşleri aşağılarlar. Bu, kültürel zararlı Youtube felsefesinin en büyük ipucudur. Ben, Youtube kanalımda bazı videolarımda bir düzine alternatif görüş sunarım (mesela Cehennem problemi ile ilgili çektiğim video), görüşler aleyhinde/lehinde argümanları izleyicilere vermeye özen gösteririm. Nihayetinde istediğim onların düşünüp kendi kararını vermeleridir. Felsefe böyle yapılır.

Sonuç olarak, Youtube felsefecilerinin yükselişi hem olumlu hem de olumsuz potansiyele sahip. Youtube gibi platformlar felsefeye erişimi demokratikleştirebilir, ancak aynı zamanda onu çarpıtabilir. Yetkinlik yerine karizmayı, sorgulama yerine ideolojiyi ödüllendirebilir. Bu yeni dijital
çağda felsefenin ruhunu korumak istiyorsak, vaaz verme cazibesine direnmeli ve bunun yerine daha zor ve alçakgönüllü olan birlikte düşünme görevini benimsemeliyiz. Birini felsefeci yapan şey, kitaplık arka planı veya viral alıntılar değil, işte budur.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.