Yunus emre Özsaray: Dedemden dinlediğim masallar: Ebe ile dede

Dedemden dinlediğim masallar: Ebe ile dede
Giriş Tarihi: 26.2.2019 15:49 Son Güncelleme: 26.2.2019 15:49
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir ebe ile bir dede varmış. Bunlar gençliklerinde birbirlerini çok severlermiş. Biri diğerini görünce gözünün içi gülermiş.

Gökyüzü yıldızlarla dolu... Cırcır böceklerinin sesi… Ara ara sükût. Müstakil bir ev… Eyvanda sedir. Ayağında yün örme çorabıyla dedem bağdaş kurmuş oturuyor. Yaz kış bu çorapları mı giyiyor, yoksa öyle mi kalmış ben de bilmiyorum. Son çaylar içiliyor. Çay kaşıkları sessizliği bozuyor. Eve geçiyorum. Yer yatağı serilmiş, gözüm tavanda. Ahşap değil. Sunta gibi bir şey. Yorganın altına giriyorum. "Çadır yaptım burayı" diyorum. Ayaklarım sığmıyor çadırıma. Gıdıklanıyorum. Dedem içeri gelmiş ayaklarımı gıdıklıyor. Yine keyfi yerinde. Kardeşimi de çağırıyor. "Gel hele şöyle kıyıma, deşenek gözlü kızım" diyor. Kardeşim yuvarlanıp geliyor yanımıza.

Dedem, nineme sesleniyor:"Elma var mı? Soy da çocuklarla yiyelim" diyor. Ninem homurdanıyor. "Ne elması heri, ağzınız bir türlü durmuyor" diyor, diyor ama sokranarak da olsa kalkıyor yerinden, mutfağa gidip elma getiriyor. Dedem ona bakıp "Yine yerinde rahat oturtmadım" der gibi muzip muzip gülüyor. Yorganı kaldırıyorum, "Dede, çadıra gelsene!" diyorum. Dedem; "Ben sığınacak rahat yerimi buldum, gayrısını sen düşün" diyor neneme. Çadırımıza giriyoruz. Dedem, "Size masal anlatayım mı?" diye soruyor. "Hani şu, evi eriyince sokakta kalan dedenin masalı… Şükür biz sokakta kalmayız, kendimize bir çadır bulduk sığınacak" diyor ve anlatmaya başlıyor.

"Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir ebe ile bir dede varmış. Bunlar gençliklerinde birbirlerini çok severlermiş. Biri diğerini görünce gözünün içi gülermiş. En güzel yemekler evde pişer, dede gücü kuvvetiyle, çalışıp gelirmiş işten bütün yiğitliğiyle.

Aradan yıllar yıllar geçmiş. Dedenin gücü kuvveti azalmış. Ebenin de yemeklerinin eski tadı kalmamış. Çocuklar büyümüş, her biri bir yana dağılmış. Ebe ile dede de evlerinde bir başlarına kalmış. Dede ebeyi izler, ebe dedeye bakar, birbirleriyle avunurlarken şeytan bunların arasını bozmuş. Dede biraz evden çıkar, ebe başlarmış mırıl mırıl söylenmeye. Dede bir bardak çay ister, ebe başlarmış sokranmaya. Ebe bir yemek yapar, dede başlarmış kaşığı boşa sallamaya. Muhabbetle yenen yemekler gitmiş, yerine birbirlerini yemeye başlamışlar. Günler geçip giderken bunlar birbirlerini iyice çekemez olmuşlar. Evin içi yaz gününde buz gibi. Ebe yemek getirmiş. Dede başlamış yemeği tuz çoruna döndürmüşsün demeye. Ebe kızmış. Ağzından nasıl olduysa 'Hay tuzdan evlerde kalasın sen' lafı çıkıvermiş. Dede o gün çıkışmış, 'Vay efendim, sen bana tuzdan evlerde kalasın dedin. Senin yanında kalmaktansa ben gider tuzdan evde kalırım.' Ebe ondan eksik kalır mı; o da başlamış, 'Ben senin buz gibi evinde kalacağıma gider kendime buzdan ev yapar orada kalırım' demeye.

Başlamışlar bunlar evlerini yapmaya. Birisi buzları üst üste dizmiş, diğeri tuzları biriktirmiş, derken birinin buzdan, diğerinin tuzdan bir evi olmuş. İkisinin de kendilerince keyfi yerinde. Dede camiden çıkıyor, arkadaşlarıyla tuzdan eve geliyor. Ebe mahallenin bütün kadınlarını topluyormuş buzdan evine. Yemekler yapılıyor buz gibi evde.

Yine böyle bir gün ebe yemek yapacak ama evinde bir tutam tuz kalmamış. Düşünmüş taşınmış ama bir çare bulamamış, iyisi mi gidip dededen isteyeyim demiş. Dedenin evine varmış. Oracıkta beklemeye başlamış. Dede, ebenin geldiğini görünce başlamış kurumlanmaya. 'Hah işte, anladı bensiz yapamayacağını. Ben demiştim, bir tutam tuza muhtaç kalır, benim yanıma varırsın diye ama anlamamıştı' diye söylene söylene kibirle açmış kapıyı. Ebe iki büklüm. 'Dede, demiş. Bir yemek yapıyorum, bir tutam tuza ihtiyaç oldu. Sabahtan almayı unutmuşum. Senin evin tuzdan, bana bir tutam versen.' Dede basmış kahkahayı. 'Yaa böyle işte kadın' demiş. 'Bilmezsen benim kıymetimi, böyle bir tutam tuza muhtaç kalırsın işte. Kusura bakma veremem. Sen benim evimi ocağımı yıkmak istiyorsun, niyetin tuz falan değil. Hem ben her gelene bir tutam tuz versem, bunun sonu nereye varır' demiş. Demiş de demiş susmamış. Komşuluk, ekmek tuz hakkı, hak getire. Ebe dönmüş eve boynu bükük. Bir köşeye oturmuş başlamış ağlamaya, bir tutam tuzu bana çok gördü diye. Ağlarken ağlarken birden yağmur başlamasın mı? Bir yağmur yağmış, bir yağmur yağmış, dedenin tuzdan evini sular seller almış. Dede sırılsıklam ortada kalmış. Mahcup, ne yapacağını bilemez hâlde iki büklüm gelmiş ebenin evinin önüne. Başlamış yalvarmaya: 'Hele hanım kapıyı aç da gireyim, aramızdaki şu buzları eritelim.' Ama ebe kızmış bir kere buzdan evde buz gibi oturuyor, çıt ses yok. Dede kapının önünde ne yapacağını bilemez hâlde, utancından adeta eriyor ama buzdan evdeki ebeden tek ses yok. Dede yalvarmış, çok dil dökmüş ama ebe bir türlü insafa gelmemiş."

Dedem bir müddet susuyor. Soruyorum dedeme "Eee… Sonra ne olmuş dede?" Dedem gülüyor: "Sonra diyor, dedenin iki güzel torunu varmış. Bunlar bir çadırda yaşarlarmış. Bakmışlar dede sokakta kalacak, gel dedeciğim seni biz çadırımıza alalım demişler" diyor ve sarılıyor benimle kardeşime. Ebem de gülmeye başlıyor, oturduğu yerde. Soyduğu elmaları dilimlemiş, üç dilim elma veriyor bizlere. Bir dilim bana, bir dilim dedeme, bir de kardeşime…

BİZE ULAŞIN