Tuluyhan Uğurlu: İlmi geliştikçe insan kâinatı yeniden keşfedecek

İlmi geliştikçe insan kâinatı yeniden keşfedecek
Giriş Tarihi: 21.9.2018 11:35 Son Güncelleme: 21.9.2018 11:37
Dünyayı değiştirecek gücün asırlar önce olduğu gibi Doğu’dan filizleneceğine ve Batı’nın koyduğu tüm bu “sosyal kölelik” kurallarını yıkacağına inancım tam.

Bir zamanlar hepimiz çocuk, hepimiz masumduk… Renk renk düşlerimiz vardı gelecekle ilgili. İçimiz enerji doluydu ve sanki sonsuz bir zamanda yaşayacaktık. Dünyayı ellerimizde biz geliştirecek, kâinatın sırlarını çözecek ve enerjimizle sonsuza kadar insanlığa ışık saçacaktık.

Okul sıralarında hayatın ilk gerçekleri ile karşılaştık. İnsanı, dünyayı tanımaya başladık. Eğitim yıllarında törpülendik, pek de düşünmeden bize öğretilen doğruları kabul edip "kral çıplak" demeyi unutmaya başladık. Sonra hayat hızlandı ve yokuş yukarı soluk soluğa koşmaya başladık. Uzun bir yoldu koştuğumuz; zaman zaman düşüp aşağılara yuvarlandık, başarabilirsek silkinip tekrar tırmanmaya devam ettik.

Aşık Veysel'in en yalın bir biçimde anlattığı gibi "uzun ince bir yolda yürüdük, yürüdük…"

Bizim kuşağımız şanslıydı. Savaşlar bitmiş, barış döneminde doğmuştuk. 60'lar 70'ler pembe yıllardı dünya için. Özgürlükler dönemiydi. Henüz 19'uncu yüzyılın güzelliklerini içimizden söküp atmamıştık. Aileye, sanata, insana, bilgiye değer veriyorduk.

Sonra birden her şey hızlandı; sanki dünya daha hızlı dönmeye başladı. Dünyanın en acımasız bombaları ile binlerce insan öldü. Kaybolan sadece insan değil, bütün canlılardı. Ormanlar kesildi, kentler betonlaştı, binalar yükseldi. Dünya kirlenirken insan uzaya taşınmaya başladı. Dünya yetmezmiş gibi uzay da 50 yıl içinde bir metal çöplüğü haline geldi.

Havamız, yeşilimiz, suyumuz kirlenirken insan da kirlenmeye başlamıştı. "Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu" diye türküler yakılırken, bilgisayarla yönetilen silahlarla mertlik unutulup gitti.

İlk Körfez Savaşı döneminde savaşı televizyonlardan bir bilgisayar oyunu gibi seyrettik. Aşağıya atılan bombalar insanlara zarar vermiyor, sadece ABD'nin "kötüler" olarak gördüğü insanları arayıp bulup yok ediyordu. Sonra yavaş yavaş kolsuz bacaksız kalmış çocukları görür olduk. Yüzleri yanan bebeleri gördük ve içimiz sızlamaya başladı. Savaş sadece insana değil, bütün canlılara ölüm saçıyordu. Denize akan petrole bulanmış kuşlar acı içinde son nefeslerini verirken dünya ilk defa "eyvah çevre" diyerek o korkunç gerçeği fark etti.

Yaşamak pahalı sanat

20'nci yüzyılın sonlarında bilgisayar teknolojisi bütün yaşamımızı eline almıştı. En ileri robotlarla hazırlanan ev aletlerini almak için birbirimizle yarışıyorduk. Tıp dünyası her gün yeni bir buluşla sarsılıyordu. İş koyun kopyalama ile kaldı mı, yoksa insan da kopyalandı mı, bunlar hâlâ meçhul. Tıptaki son buluşlarla insan ömrü uzarken, her sokak başına kansere çare arayan onkoloji merkezleri açıldı. Yaşamak için para su gibi akıyor, birileri bundan nemalanıyordu. Bu salgın hastalıkları yayanlar da tedavi edenler de aynı kişilerdi ama bunu yüksek sesle söylemek zordu. Önce salgın çıkarıp sonra bu salgın için aşı geliştirenlere karşı yapabileceğimiz pek bir şey kalmamıştı.


Ve akıllı telefonları verdiler elimize. Bütün dünyamızı, yaşamımızı buna bağladılar. Bizler Facebook ve Instagram'da "like" sayıp öz çekimlerimizle uğraşırken, birilerinin bizleri kukla gibi oynattığından haberimiz yoktu.

20'nci yüzyıl, 21'inci yüzyıla dönerken dünya iyiden iyiye farklılaştı.

Yarış hızlandı, her şey sahte bir dünyanın içine hapsoldu. Değişen teknoloji ile birlikte yeni oyuncaklarımız telefonlarımızı kullanarak, hepimiz kendimizi ünlü yapabilmek için uğraşmaya başladık. Gerçek yeteneklerin yerini medya maymunları aldı. Stüdyo teknolojileri ile "karga sesler" efsane seslere dönüştü. Sosyal medya ve televizyonlar aracılığı ile düşünmemiz engellendi, beynimizi çalıştırmayan dizi filmler ve eğlence programlarıyla dünya tek tip insanla dolmaya başladı. Bir zamanlar çocuklara oyuncak olarak verilen Barbie bebekler benzeri günümüz kadınlarının neredeyse günün yarısını geçirdikleri spor salonları ve estetik cerrahi merkezlerinde "tek bir güzel" kavramına yol verildi. Sosyal medya yoluyla yaratılan moda kavramlar hayatımızı dört bir yandan sararken, dünya beyin ve fizik olarak şablon insanlarla doldu.
Bu değişim politikacıları bile etkiledi; dünya tutarsız, dengesiz insanlar tarafından yönetilmeye başladı. İşin en vahimi cinsiyet konusundaki çalışmalardı. Yediğimiz gıdalarla insanların hormon sistemleri değiştirilince dünyanın dört bir yanı "erkek gibi kadınlar" ve "kadın gibi erkekler" ile doldu.

Diyebilirsiniz ki: "Tuluyhan, dünyanın gidişatından bu kadar mı umutsuzsun?"

Ben de size her zaman olduğu gibi şu yanıtı veririm:

Umut olmadan sanat olmaz. İçinde bulunduğumuz tüm olumsuzluklara rağmen gelecekten umutluyum çünkü ben hâlâ insana inanıyorum. Dünyayı değiştirecek gücün asırlar önce olduğu gibi Doğu'dan filizleneceğine ve Batı'nın koyduğu tüm bu "sosyal kölelik" kurallarını yıkacağına inancım tam. "Güneş doğudan doğar" derken, insanlığın bütün değerlerinin Doğu uygarlıklarında şekillendiğini, Batı'nın onları alıp vahşice zenginleşerek 19 ve 20'nci yüzyılda dünyayı biçimlendirdiğini ve bunun sonunun yaklaştığını görüyorum.

Işık Doğu'dan yükselir!

Bilgi bir meşaledir. Batı'nın Haçlı Seferleri ile Doğu'dan aldığı ışık ve bilgi, gelişip dünyayı bugünkü konumuna getirdi ancak günümüzde Batı'nın ışığı sönmeye başladı. Nihayet o ışık yine kendi köküne, Doğu'ya döndü. Doğu'nun ışığı, adil bir düzen içinde dünyayı tekrar aydınlatmaya başlayacaktır.

Konserlerim dolayısıyla gördüğüm Doğu ülkelerindeki insan kalitesi, bilgiye verilen önem ve ahlak anlayışının dünyayı yeniden ışıklı bir geleceğe taşıyacağını düşünüyorum. Türkiye'nin bu yeni yarışta ön saflarda olacağına inancım ise sonsuz. Batı'nın geliştirdiği teknolojiyi, kendi çerçeveleri içinde kullanmaya başlayan Doğulu insanın inanç ve bilgiyi birleştirip yeni bir dünya kuracağı düşüncesi beni umutlandırıyor.


Doğu ülkelerinin birbiriyle yakınlaşması neden Batı'yı bu kadar korkutuyor diye düşündünüz mü?

12'nci yüzyılda Edip Ahmet Yüknekî, Atabetü'l Hakayık isimli eserinde, "Dünya yılan gibidir. Dokunulduğunda yumuşaktır ancak içi zehir doludur" diyor ve hemen arkasından ekliyor: "Kemiğin içindeki ilik, insan hayatı için ne ise, bilginin önemi ve işlevi de odur."

Bilgi ve çalışmak, İslâm'ın altın çağının bilgeleri için çok önemliydi. Hoca Ahmet Yesevi; "Çalışmak ibadettir" diyor, Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacip ise; "Akıl karanlık gecede bir meşale gibidir. İnsan akıl ile yükselir, bilgi ile büyür" deyip şöyle tamamlıyor: "Öteki dünyayı kazanmak için yalnızca ibadetle vakit geçirmek doğru değildir. Böyle bir insanın ne kendine ne topluma yararı olur. Başkalarına yararı dokunmayanlar ölülere benzerler"

Sonuç şudur:

İnsan, binlerce yıllık serüveni içinde düşünmek, sevmek ve inandığı yoldan gitmek için on binlerce yılda bütün engelleri aşarak savaştı ve yürüdü. İnsanın acı tatlı anılarla dolu bu büyük serüveni gelecek bin yıllarda da sürecek. İnsan ürettikleriyle, içinden çıkardığı cevherlerle, yol göstericilerle serüvenine devam edecek. Ve insan, binlerce yıllık geçmişinde olduğu gibi kazandığı bilgiyi nerede kullanacağına, nasıl kullanacağına kendi karar verecek.

İlmi geliştikçe insan, yalnızlığını unutup gözlerini kâinata çevirecek. İşte o zaman hırslarından kurtulup kâinatı yeniden keşfedecek.

Gelecek, bilgimiz arttıkça belki şu an düşlediğimizden çok farklı gelişecek ve insan bir gün mutlaka kâinatın bilmediğimiz derinliklerine doğru yol alacak.

BİZE ULAŞIN