Nagihan Haliloğlu: Tarihî sinema: Suç Mahalline Dönüş

Tarihî sinema: Suç Mahalline Dönüş
Giriş Tarihi: 12.10.2017 12:41 Son Güncelleme: 16.10.2017 17:32
Nagihan Haliloğlu SAYI:39Ekim 2017
I. ve II. Dünya Savaşı gibi daha yakın tarihlerde geçen hikâyelerde “duygusal gerçeklik”i yakalamak, 13’üncü yüzyıldaki gündelik hayat ve ilişkileri tahmin etmekten elbette daha kolaydır fakat yakın geçmişle ilgili olan filmler de hâlâ günümüz siyasetini etkiledikleri için “tarihi gerçeklik”e uygunluk açısından daha fazla eleştiriye maruz kalabilirler.

İngiltere'nin Katoliklikten Protestanlığa geçiş dönemini anlatan ve başarılı bir şekilde diziye uyarlanan Wolf Hall romanının yazarı Hilary Mantel, BBC'nin "Reith Konuşmaları" serisinde, tarihçi ve romancının zanaatları arasındaki çizginin çok ince olduğundan bahseder. Yaşanmış olan "ham olay" tarihçi yahut romancı tarafından şekillendirilip meraklılarına sunulur. Tarihi, ders kitaplarından okumakla yetinmeyenler tarihî romanlara, dizilere hatta video oyunlarına yönelir. Dünyanın halinden hoşnut olmayanlar atalarımızın ne zaman, nerede, nasıl bir hata yaptığını anlamaya, bulundukları yerden memnun olanlar da dedelerinin bu büyük başarıları nasıl kazandığına dair ipuçları elde etmek için tarihî filmler seyreder. Günümüz film yapımcısı ve seyircisinin bu tarihî hikâye merakı, suçlunun suç mahalline dönüp delilleri saklaması, bazen de delilleri saklamaya çalışırken kendini polise ele vermesi gibidir.

Tarih, sahiplenilmeyi bekleyen bir "kaynak" olarak yapımcıyı bekler. Tarihin hangi döneminin, hangi açıyla öne çıkarılacağı da elbette günün siyasi havasıyla ilgilidir. Örneğin, İngiltere'de bu yazın en çok konuşulan filmlerinden biri olan Dunkirk, Alman ordusu tarafından Fransa sahillerine kadar "kovulan" İngiliz askerlerinin nasıl bir çabayla kurtarıldığını anlatıyor. 2016 yılında Avrupa Birliği'yle yollarını ayırmaya karar veren İngiltere'den, İngiliz askerlerini canhıraş bir şekilde Kıta Avrupası'ndan kurtarıp beyaz yamaçlı cennet adaya nakletme çabası hakkında bir filmin çıkmasına çok şaşmamak gerekir. Avrupa'nın sürekli geri döndüğü suç mahalleridir dünya savaşları. Askerlerin gözünden anlatılan Dunkirk'ten sonra bizi yıl sonuna doğru yine II. Dünya Savaşı sırasında başbakanlık yapan "kahraman"ı anlatan Churchill filmi beklemektedir. Aksiyon, strateji, askerler arasında dostluk ve ihanet ilişkileri konularını işleyen bu "büyük anlatı" filmleri yapımcılara efekt, kostüm ve makyaj konusundaki maharetlerini gösterme imkanı tanır.

Türkiye'de son zamanların en başarılı dizisi olan Diriliş de, 1980'lerde Osmanlı'nın beylikten devlete geçiş sürecini anlatan Kuruluş dizisiyle büyüyen bir neslin eseri olarak "Türk tarihi" anlatısının sinematografik belleğini tamamlamak üzere yapılmış gibidir. Gelenek tarihi boşluklar doldurularak film yoluyla tekrar inşa edilir. Günümüzde adından en çok bahsedilen padişahlardan olan II. Abdülhamid döneminde geçen Filinta dizisin de aynı derecede seyredilmemesinin sebebi Diriliş'in senaryosunun başarısı kadar "zamanın ruhu" ile de ilgilidir. Taht Oyunları gibi fantastik bir geçmişi anlatan, kılıçların kalkanların parladığı, deri ve kürk kıyafetlerin giyildiği, uzun mesafelerin at ile kat edildiği bir dizinin popüler olduğu, o diziye ait görsellerin sosyal medyada dolaştığı bir dönemde Diriliş dizisi, bir bakıma aynı estetiğin yerel, aileyle beraber seyredilebilecek bir şekilde işlenmiş halidir. (Bu arada aynı dönemde benzer bir dekorun hâkim olduğu Marco Polo dizisinin de Netflix'te çok popüler olduğunu hatırlamakta fayda var.) Hakkında tarihi belgelerin az olduğu bir dönem olması itibariyle yönetmenin sanatçı ehliyetini daha rahat kullanmasını mümkün kılan Diriliş, bütün diğer tarihî diziler ve filmler gibi "gerçekle uyumluluğu" konusunda eleştiriler almış ama en azından atalarımızı gayet onurlu, becerikli ve harbi gösterdiği için Muhteşem Yüzyıl kadar yerilmemiştir.

Seyirciye verilen "orada ve o zamanda" olma hissi

Tarihî dizi ve filmlerin çoğunun hikâyeden vazgeçip eğlendirme işini, Muhteşem Yüzyıl ve onun esin kaynağı olduğunu varsaydığımız Tudors gibi kıyafet ve dekora yüklediği doğrudur. Yüzeye verilen bu önem, bazen oyunculuk açısından okul müsameresi tadında yapımların ortaya çıkmasına sebep olur. Bazı yapımcılar da dönemi çok iyi yansıtıp seyirciye "orada, o zamanda" hissini verdiklerinde işlerini hakkıyla yaptıklarını düşünür. Çizilen karakterlerin tarihî gerçeklikleri bazen çok iyi işlenip, duygusal gerçeklikleri ihmal edilir. Bu dizilerin senaryo açısından sıkça düştüğü hata karakterlerin o dönemin siyasi ve önemli olayları hakkında ayaklı gazete gibi kullanılması, iç dünyalarının ihmal edilmesidir. Örneğin I. Dünya Savaşı döneminde geçen bir dizide yeni icat edilmiş telefona şeytanın işi gibi bakan hizmetçi, telefonu kaldırdığında Titanic'in battığını öğrenip bizi dönem hakkında bilgilendirirken başka bir dizi, kocasının umursamaz tutumlarından dolayı bir tabak pastayı, -dönem kıyafetleri giyiyor olsa da süfrajetlere gönderme yapma zorunda hissetmeden- kocasına fırlatan kadının öfkesine odaklanabilir.

Bazı tarihî filmler o büyük anlatıların içindeki daha küçük hikâyelere odaklanarak bize duygusal gerçeklik sunmaya gayret eder. Son yıllarda bunun en iyi örneklerinden biri François Ozon'un Frantz filmidir. 1932 yılında, yakın geçmişte yaşanmış, acısı taze olaylar hakkında çekilen Yarım Kalan Ninni filminin bir tekrar yapımı olan 2016 tarihli film, birbirlerini öldüren Alman ve Fransız askerlerinin aslında ne kadar birbirlerine benzer olduğu teması üzerine inşa edilmiştir. Tarihin insanların hayatlarını nasıl tarumar ettiğini anlatan filmin gücü, dönem detaylarına dikkat edilmesinden değil nişanlısını kaybettikten sonra bir düşman askerine gönlünü kaptıran genç bir kadının yaşadığı duygusal çatışmanın çok gerçekçi bir biçimde anlatılmasından gelmektedir. I. ve II. Dünya Savaşı gibi daha yakın tarihlerde geçen hikâyelerde bu duygusal gerçekliği yakalamak, 13'üncü yüzyıldaki gündelik hayat ve ilişkileri tahmin etmekten elbette daha kolaydır fakat yakın geçmişle ilgili olan filmler de hâlâ günümüz siyasetini etkiledikleri için tarihi gerçekliğe uygunluk açısından daha fazla eleştiriye maruz kalabilirler.

Gelecekten gelen bilgi

Kutsal kitaplar geleceğin bilgisinin insana ağır geleceğinden bahseder. Gelecek bilgisi film ve diziler için de merak ve heyecanı, seyirci ilgisini azaltan bir şeydir. Bu durumda tarihî dizi ve filmlerin aşması gereken bir problem de karakterlerin, özellikle de tarihî öneme sahip karakterlerin, başlarına ne geleceğini bilmiyormuş gibi rol yapabilmeleridir. Katilin kim olduğunu bilen oyuncunun o karaktere farklı bakışlar atma ihtimalini önlemek, oyuncunun "o ânı" yaşaması/oynamasını sağlamak için bazı yönetmenler oyunculara senaryonun sadece o gün çekilecek kısmını verirler.

Tarihe mâl olmuş kişileri canlandırırken bu bilgi yükünden kurtulmak hem senarist hem de oyuncu için oldukça zordur. Bu noktada tarihî kişiliklerin bilinmeyen bir yönü ön plana çıkarılır. Uzun yaşamış olmasından dolayı pek çok (İngilizlerin deyimiyle) dönem filminde rastladığımız Kraliçe Viktorya, bu yıl sonu da Victoria and Abdul filmi ile tekrar ekranları dolduracak fakat seyirci bu sefer İngiliz tüccarların fiilen sömürdüğü Hindistan'ı resmen imparatorluğun topraklarına katan kraliçenin daha önce irdelenmemiş bir hikâyesine, saraya gelen bir Hintli ile olan maceralarına odaklanacak. Aynı bilinmeyen yön mantığıyla, 2016 yılında ITV'de yayınlanan Victoria dizisinde de erken dul kalan kraliçenin seyisiyle kurduğu romantik bağ işlenmişti. (Her İngiliz kadın oyuncu vakti geldiğinde ya I. Elizabeth yahut Victoria'yı oynayacaktır!)

Tarihî dizilerin mekânı olan BBC bile her ne kadar dikkat etmeye çalışsa da, bu dizilerle bize sunulan geçmişin steril bir versiyonudur. Bunun sebebi tarihî filmlerde çoğunlukla üst tabakadan insanların, kralların, padişahların hayatlarının yansıtılıyor olmasıdır. Bu filmlere tepki olarak Monty Python ekibi eski zamanlarda özellikle şehirlerin ne kadar pis ve kokudan geçilmez olduğunu anlatan Life of Brian ve The Holy Grail gibi filmler ve skeçler çekmiştir.

Bazı tarihî filmler geçmişi sterilleştirirken bazıları da Dunkirk gibi geçmişin başarılarını hem erkekleştirir hem de beyazlaştırır. Savaşların birbirleri için ölmeye hazır erkekler tarafından kazanıldığını anlatan filmlere bir şerh olarak kadınların da önemli bir rol oynadığını anlatan Enigma'dan sonra başka bir şerh filmi de NASA'da çalışan zenci kadın matematikçileri anlatan 2017 tarihli Gizli Sayılar'dır. (Filmin isminin İngilizcesinde kullanılan figure kelimesi hem sayı hem de figür manasına gelir) Değişik grupların beyaz perdede ne kadar temsil edildiğinin siyasi önem kazandığı bir dönemde, bu filmde olduğu gibi saklı kalmış hikâyelerin ortaya çıkarıldığı yapımlar, biraz da plasebo olarak seyircilere sunulmaya devam edilecektir. Tarihin saklı kalan kısımlarını ortaya çıkaran bu gibi yapımlar, bu sefer mağdur yahut kurbanın suç mahalline geri dönüp suç hakkında yeni deliller bulmasını fakat bunu yaparken belki de başka mağdurlara ait delillerin örtülmesini sağlar.

BİZE ULAŞIN