SİYONİST EDEBİYAT: ÖRGÜTLÜ BİR KÖTÜLÜĞÜN YAZAR ORDUSU
Başlangıçta marjinal bir görüş olarak ortaya çıkan ve fazla taraftar toplayamayan Siyonist hareketin, bu denli büyük bir siyasi güce dönüşmesine zemin hazırlayan en önemli etkenlerden biri neydi? Viyana, Londra, Paris ya da Odessa gibi şehirlerdeki dar bir entelektüel çevrenin tartışma konusu olan Siyonizm, nasıl olmuştu da Filistin'e kitlesel göç hareketleri organize edebilecek kudrete sahip olmuştu? Cevabı üzerine fazla düşünülmemiş bir soruydu bu. Siyonizmin başarısı, genellikle Theodor Herzl ya da Chaim Weizmann gibi aktörlerin diplomasi konusundaki yeteneklerine dayandırılmıştı. İsrail'in kuruluşu da, Hitler'in Almanya'da iktidara gelmesi gibi dış siyasi gelişmelerle izah edilmişti. Yani diğer etkenler üzerinde fazla durulmamış ve Siyonizm'in hikâyesi sayfa atlanarak okunmuştu daima. Oysa atlanan bu sayfalar, hikâyenin çok önemli bir kısmını oluşturuyordu aslında.
Theodor Herzl'in yazarlıktan gelen gücü
Theodor Herzl Siyonizm'i örgütlü bir siyasi güç haline getiren Birinci Siyonist Kongre'yi (1897) topladığında, normalde sakin bir yer olan İsviçre'nin Basel şehrinde şimdiye kadar görülmemiş bir kalabalık vardı. Ve Avrupa'nın çeşitli yerlerinden gelen katılımcılar, salonun büyüklüğüne rağmen oturacak yer bulmakta zorlanmışlardı. Sanıldığının aksine hepsi Yahudi değildi, içlerinde çok sayıda Hristiyan da vardı. Pek çoğunu buraya çeken ise, şimdiye kadar okudukları metinlerdi. Bazıları roman okuyup gelmişti, bazıları ise şiir ya da öykü.
Edebiyatın çeşitli türlerinde karşılarına çıkan bütün bu metinlerin ortak bir özelliği vardı. Yahudilerin, Filistin topraklarında bir devlet kurması gerektiğini
anlatıyorlardı. Kimisi açıkça yapıyordu bunu, kimisi de satır aralarında ima ediyordu. Theodor Herzl, açıkca yazanlardan birisiydi. Hatta kongreden bir sene önce meşhur kitabı Der Judenstaat'ı (Yahudi Devleti) yayımlamıştı ve o sıralar, kitabın ona kazandırdığı büyük şöhretin sefasını sürüyordu.
Basel'de bu kadar çok insanı toplayabilmesinin sebebi de ünlü bir yazar ve gazete editörü olmasıydı zaten. Gerek kendisinden önce başka yazarlar tarafından yazılan metinlerin gerekse de bu son kitabının, Siyonizm'e taraftar toplama konusunda ciddi bir etkisi olmuştu. Başka bir deyişle Siyonizm, siyasetten önce edebi ve kültürel faaliyetler üzerinden yayılmaya başlamıştı.
Yazı masasından İngiltere'nin ilk Yahudi başbakanlığına
İngiliz tarihinin ilk Yahudi başbakanı Benjamin Disraeli, henüz kabineye girmeden önce, 1833 senesinde The Wondrous Tale of Alroy (Alroy'un Harika Rüyası) isimli bir roman yazmıştı. Daha matbaaya bile gitmeden beş yüz adet ön sipariş alan romanın başkahramanı Alroy, 12. yüzyılda Bağdat'ta yaşayan tarihsel bir figürdü. Halkını kurtuluşa götürmek için ortaya çıkan bir Mesih olarak görülüyordu. Türlü olayların içine giriyor çıkıyor ve çevresindeki Yahudilere şöyle sesleniyordu: "Bana ne istediğimi sorarsanız cevabım, sahip olmadığımız ulusal bir varoluştur. Bana ne istediğimi
sorarsanız cevabım, vaat edilen topraklardır. Bana ne istediğimi sorarsanız cevabım, Kudüs'tür. Bana ne istediğimi sorarsanız cevabım, tapınaktır."
1862 senesine gelindiğinde ise, Siyonist edebiyatın ilk örneklerinden olan Moses Hess imzalı meşhur Rom und Jerusalem (Roma ve Jerusalem) sahneye çıkacaktı. Kitap, mektuplar şeklinde yazılmıştı ve toplamda on iki mektuptan oluşuyordu. Hess, yaşadıkları batı toplumlarında düşmanlığa maruz kalmanın Yahudilerin kaderi olduğunu söylüyordu. Ve bu durum, Yahudilerin yalnızca dinî inançlarına değil aynı zamanda ulusal kimliklerine yönelik de büyük bir tehditti. Tam da bu nedenlerle, kendi ulusal devletlerini kurmaları gerekiyordu.
Viktorya döneminin kadın yazarlarından George Elliot tarafından kaleme alınan ve 1876 senesinde İngiltere'de yayımlanan Daniel Deronda isimli kitabın en dikkat çekici tarafı da, Yahudi olmayan bir yazar tarafından yazılan ilk Siyonist roman olmasıydı. Daniel Deronda kimlik bunalımı yaşayan ve sonradan Yahudi olduğunu öğrenen genç bir İngiliz aristokrattı. Bu esnada tanıştığı Mordecai isimli yaşlı bir Yahudiyle tanışmıştı. Bu adam, Siyonizm fikrinin ete kemiğe bürünmüş hali gibiydi ve Siyonist hareketin bütün ana temalarını temsil ediyordu. Durmaksızın konuşan Mordecai, Daniel'i oldukça etkilemişti. Daniel, artık kim olduğunu biliyordu. Romanın sonunda bütün kimlik bunalımlarından kurtulmuş ve kendine yeni bir hayat kurmak için Filistin'e doğru yola çıkmıştı.
İsrail'in ilk cumhurbaşkanı Chaim Weizmann, aslında bir yayıncıydı
Siyonist edebiyatın bu ilk örneklerinin ardından, İsrail'in kuruluşuna giden yolda büyük bir kültürel hazırlık süreci başlamıştı artık. Peş peşe kitaplar çıkıyor, dergiler ve yayınevleri kuruluyordu. Bu kültürel hazırlık süreci, Basel'deki Birinci Siyonist Kongre'nin ardından daha da yoğunlaşacaktı.
1901 senesinde Theodor Herzl'in teşvikiyle Berlin'de kurulan Jüdischer Verlag (Yahudi Yayınevi), bu örgütlenmenin güçlü bir yayın desteğine de sahip olmasını sağlamıştı.
Kurucuları arasında İsrail'in ilk cumhurbaşkanı Chaim Weizmann'ın yanı sıra Berthold Feiwer, Martin Buber, Ephraim Moses Lilien ve Davis Trietsch gibi önemli yazarların olduğu bu yayınevi, Batı Avrupa'daki ilk büyük Siyonist yayıneviydi. Amaçlarını, Yahudi halkının kültürel, edebi ve sanatsal hazinelerini yayımlamak, Dünya Siyonist Örgütü'nün siyasi faaliyetlerini desteklemek ve dünyanın farklı yerlerindeki Yahudiler arasında bir köprü görevi görmek olarak açıklıyorlardı. Ancak en büyük amaçları, Filistin'e başlatılan göç dalgasına duygusal bir motivasyon sağlamaktı aslında. Zira insanları böyle bir motivasyon olmadan, bir yerden bir yere götürmek hiç de kolay bir şey değildi.
Filistin'e dönüş fikrini güçlendiren metinler
Siyonist edebiyatın en önemli temalarının başında, Yahudilerin tarihsel kolektif hafızasını yeniden canlandırmak ve bir ulusal kimlik duygusu inşa etmek geliyordu o nedenle. Yahudilerin tarih boyunca maruz kaldıkları sürgünleri ve pogromları vurgulayarak, kolektif hafızayı canlandırmak ve Filistin'e dönüş fikrini bir kurtuluş miti hâline getirmeye çalışıyorlardı. Yahudi halkının Mısır'dan çıkışı ve vaat edilmiş topraklara yolculuğuna ya da Kudüs'ü Yahudi ulusunun merkezi hâline getiren Kral Davud'a dair efsaneleri, kendi dönemlerine uyarlayarak, yeni anlamlar yüklüyorlardı.
Kutsal metinlerde geçen Kudüs, Siyon Dağı gibi kavramların, sadece dinî semboller değil aynı zamanda ulusal kimliğin simgeleri olduklarını iddia etmelerinin de sebebi buydu. Ayrıca Yahudilerin Avrupa'daki zulümden kurtuluşunun ancak Filistin'e göç ile mümkün olabileceğini yazıyorlar, yani
Filistin'i Yahudi halkının kurtuluşunu ve geleceğini temsil eden bir sembol olarak gösteriyorlardı. Buna göre metinlerde kurgulanan Yahudi tipleri de şu şekilde bir sınıflandırmaya tabiydi; Filistin'e göç eden Yahudiler gayet güçlü, özgür ve kendi ayakları üzerinde duran şahsiyet sahibi bireyler olarak anlatılırken, göç etmek istemeyenler ise karaktersiz ve pasif insanlar olarak gösteriliyordu.
Filistin'e göç eden özgür ve şahsiyet sahibi (!) Yahudilerin, toprağı işlemeleri ve kendilerine yeni bir hayat inşa etmeleri de, en çok işlenen konuların başında geliyordu. Bu yeni hayatı kurarken, kahramanca (!) mücadele etmeleri gereken şeyler de oluyordu elbette. Bölgede karşılaştıkları vahşilere
(!) karşı gösterdikleri özsavunma da bunlardan birisiydi. Böylece bir yandan da yeni yeni ortaya çıkmaya Haganah gibi Siyonist terör çetelerine edebi bir söylem kazandırarak, çok sayıda Yahudi gencin bu çetelere katılmasını sağlayacaklardı.
Siyonist edebiyatın güçlü finans kaynakları
İsrail'in kuruluşuna giden yolda ince bir mühendislik faaliyeti yürüten Siyonist yazarlara bakıldığında, en dikkat çekici olan özelliklerinin başında çok çalışkan olmaları geliyordu. Günlerinin çok büyük bir kısmını yazı masasında geçiriyorlar, kısa süre içerisinde oldukça hacimli metinler ortaya
koyuyorlardı. Örneğin David Pinski'nin, bir oturuşta üç dört öykü birden yazdığı söyleniyordu. Ancak altının çizilmesi gereken önemli bir nokta daha vardı. Çoğu, Rotschild Ailesi gibi güçlü destekçilere sahiptiler. Benjamin Disraeli, tüm yazarlık kariyeri ve sonrasında başbakanlık dönemi boyunca Baron Lionel de Rothschild tarafından finanse edilmişti.
1966 senesinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan meşhur Siyonist yazar Shmuel Yosef Agnon, Salman Schocken ismindeki zengin bir Yahudi iş adamı sayesinde, hayatı boyunca geçim derdi çekmeden yazılarına odaklanmış, hatta Schocken ona Kudüs'te büyük bir ev bile satın almıştı. Leon Uris'in kaleminden çıkan ve haftalar boyunca New York Times'ın çok satanlar listesinde kalarak, bir milyondan fazla kopya satan Exodus romanı ise, Edward Gottlieb ismindeki Amerikalı bir Siyonist işadamı tarafından sipariş edilmişti. Öyle ki Gottlieb'in kesenin ağzını açarak, önce Leon
Uris'i uzun bir Filistin seyahatine gönderdiği ve kitabı yazmasının ardından ona çok yüklü bir ödeme yaptığı söyleniyordu.
Edebi kurgu, hakikati sonsuza kadar perdeleyebilir mi?
Oldukça eski bir geçmişe sahip olan Siyonist edebiyat, şimdiye kadar sayısız yazar yetiştirdi. Aynı ortak amaca hizmet eden bu yazarlar, yalnızca İsrail devletinin kuruluşuna büyük bir katkı sağlamakla kalmadılar, Siyonist devletin varlığını sürdürmesi için de durmaksızın yazmaya ve metin
üretmeye devam ettiler. Ancak cevap bekleyen önemli sorular vardı ortada. İstediği kadar iyi bir kaleme ve güçlü bir desteğe sahip olsun, bir yazarın gücü hakikati sonsuza kadar perdelemeye gücü yetebilir miydi? Bir değil, bin yazar bile bir araya gelse yapabilirler miydi bunu? Hangisi daha güçlüydü; Kütüphaneler dolusu kitap mı, yoksa hakikat mi? Bütün bu soruların cevabını Gazze verdi bize. Gazze, bunların şimdiye kadar yazdıkları ne varsa, hepsini buruşturdu ve bir kenara fırlattı. Romanlar, şiirler, öyküler ya da tiyatro oyunları aracılığıyla inşa edilen yalanları, sonsuza dek cehennemin dibine yolladı. Bütün gerçekliğiyle karşımızda duran onurlu Gazze halkı, edebi kurgu yoluyla çarpıtılan, inkâr edilen ya da görmezden gelinen her şeyi, haykırdı dünyanın yüzüne. Kurgunun yerine, insan haysiyetinin ve direnişin hakikatini koydu. Bir halkın varlığını görmezden gelen, topraklarını çalan, hamile kadınları ya da henüz birkaç aylık bebekleri dahi katletmekte beis görmeyen alçaklığı ifşa etti. Ve hakikati perdelemeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini, bir kez daha gösterdi hepimize. Kendi kanıyla, kendi canıyla gösterdi üstelik…