YAZ VE BABAMI ÖZLEMEK
Uzun ve bitimsiz bir mevsim, yaz. Ömrümde derin bir oyuk. Geriye dönülmeyen yollar, yokuşlar, avuntular ve sonsuz bir yaz.
Yokuşun başında oturuyorum.Hep yokuşların başında oturdum zaten. İnerken aceleci ve temkinli bir hâl, çıkarken yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hatırlatan o zorluk. Yazgımıza hep bu yokuşlar mı yazılmalıydı sevgili Allah'ım? Düz ayak evler, geniş salonlar, belki küçük bir bahçe, ağaçların ya da denizlerin görüldüğü pencereler, annemin hep düşlediği masa-sandalye sığabilecek bir mutfak, belki bir balkon, yok muydu dünyada hiç?
Vardı ama biz mi hak etmedik? Biz zaten neyi hak ederiz ki. Yokuşlar, asansörsüz binalar, manzarası karşı apartman olan umutsuz gri mekânlar.
Yokuşun başına geri dönelim, her zamanki gibi.
Temmuzun tam ortası. Orta ikiye geçtim o yaz. Matematiğim yine pek parlak değil ama durmadan kitap okuyorum. Çünkü okumak bir sığınak oluyor benim için, bu dünyadan bir kaçış, benim gibi "tuhaf" hisseden insanlarla bir buluşma ve yalnızlığın çaresi.
Arkadaşlarımın çoğu memleketlerine gitmiş yine o yaz. Yaz olunca niçin herkes gider? Yaz olunca ben neden hep gidenlerin ardından yokuşlarda kalırım? Niçin hiç sesim çıkmaz, susup kalırım buğulanmış gözlerimle?
Patronla kavga ettim dün. Sonra gelip bu yokuşun başına oturdum. Neymiş efendim yerleri silerken ıslak bırakmışım da müşterinin biri kayıp düşmüş de. Bana sesini yükselttiğinde cinlerim tepeme çıktı. Normalde sakin yaradılışlı bir insanım fakat herkes gibi benim de bir eşiğim vardır. Patron o eşiği aştı ve tüm gücümle kovayı tekmeleyip patrona bir güzel methiyeler dizdim. Yerler sırılsıklam, tıraş olan müşteriler şaşkın. "Bir daha da gelmiyorum ulan buraya" deyip çıktım dükkândan.
O yaz büyüyüp adam olmuştum işte. Şahsiyetin dokunulmaz olduğunu, yeri geldiğinde masayı devirip çıkmanın delikanlılığın şanından olduğunu bizzat yaşayıp öğrenmiştim.
E büyüyüp bir günde adam olunca haliyle bisiklete de ihtiyacınız kalmıyor tabi. Oysa bisiklet almak için çalışıp para biriktiriyordum. Olsun. Nasip değilmiş demek ki.
Ömrümüzün kışları
Sıcak daha da çaresiz hissettiriyor insana. Dalfes Sokak'ta ben hariç birkaç kedi var. Güneş tam tepede. Aklıma dün akşam annemin çorba karıştırırken gizlice gözlerini elinin tersiyle sildiği ve beni fark edince birden gülümsediği geliyor. Allah'ım anneler mutfakta gizli gizli hiç ağlamasa? Onları ağlatan her ne varsa bir anda yok olsa?
Hava biraz serinleyince babamın yanına gideceğim. Maçka'da Abdi İpekçi Öğrenci Yurdu'nda. Bazen gündüz bazen de geceleri mesaisi
oluyor babamın orada. Geceler benim için ayrı bir mutluluk. Sabaha kadar sohbet, ıhlamur kokusu, bitimsiz bir gökyüzü, anlayışlı gözler ve birbirinden farklı hikâyeler.
Kantinci Nurullah mesela. Siirt'ten gelmiş çalışmaya. Anne ve babası bir kazada vefat etmiş, iki kız kardeşiyle beraber kendilerini büyütmeye çalışmışlar. Akraba, el yordamıyla anne ve babadan kalan malların üzerine çökmüş ama Nurullah çalışmaya ve kardeşlerine anneannesinin de desteğiyle bakmaya devam etmiş. Ardından askerlik süreci. Askerlikte terör belasına kaybedilen bir sol ayak. Hâl böyleyken sevdiği kızın ailesi
"bizde topala kız yok" demiş, sonra kız ısrar edince "bizde fakire kız yok" demiş, Nurullah da bir köylüsünün desteğiyle çalışmak için kalkıp İstanbul'a gelmiş. Ve şimdi de Maçka'da gece vakti, dünya yorgunlarıyla beraber dinlenmeye, hasret duygusunu köreltmeye çalışıyor. Dünya çok garip, ne oyunu bitiyor ne çalımı.
Arkadaşlarım İstanbul'da olsaydıbiraz gezerdik. Civciv Ahmet'in terasında beslediği kuşları görmeye giderdik ya da Kasımpaşa sahile inip kola çekirdek yapardık. Ama şimdi kimse yok. Çok yalnızım.
Bu duygunun yaşantımın büyük bir bölümünü ele geçireceğini asla tahmin edemezdim o yıllarda. Fakat oldu. Korktuğun ve kaçtığın her şeyin eliyle koymuş gibi gelip seni bulması çok garip.
Ergin Günçe'nin bir dizesi vardı: "Yaz kötü başlamıştı zaten hep kötü başlar." Bu dizeyi niçin bu kadar çok seviyorum diye düşündüm hep. Çünkü yazlarım hep kötü başlamıştı. Peki, Ergin Günçe niçin bu dizeyi yazmıştı? Yüksek ihtimalle yazlar onun içinde hep kötü başlamıştı. Büyük Türk şairlerinden Turgut Uyar da şöyle diyor: "Kışsa / Zordur bir yazı anlamak." Ömrümüzün kışlarını hiç terk edemedik, yuva bildik ve yazları hiç anlayamadık.
Yaz demek çokça mutluluk demektir. Geniş kahvaltı sofraları, kahkahalar, umut, neşe, bereket. Peki ya mutsuz aileler için? Sıklıkla tam tersi. Bitmeyen bir sıkıntı ve uzayıp giden bir yaz.
Yazı karşılamak
16 Haziran. Bugün Feriköy'de musallada uzanan bir tabutu izliyorum yine. Hulusi eniştem dünyadan göçtü. Kendimi bildim bileli Sefa Meydanı'nda Ak Yıldız Fırın'ın önündeydi Hulusi enişte. Ne zaman başımıza bir şey gelse onun hep orada olduğunu bilirdik. 36 senede türlü maceralarıma şahitlik etmiştir. Babamın çok sevdiği akrabalarından, dostlarındandı. Ben ondan razıydım. Mekânı cennet olsun.
Bayramın ilk günü Yalova'ya gittim. Etrafta biraz dolandım. Hatıralar, artık aramızda olmayanlar ve hayal kırıklıkları ile dolu bir mekân. Beraber vakit geçirdiğim büyüklerden Fevzi Amca da ölmüş. O ekipten babam dâhil toplam 6 kişi bugün yok. Hepsi öldü. Geriye sadece ben kaldım.
Bayramın ikinci gününü bile bekleyemeden öğlen vakti çıkıp İstanbul'a döndüm.
Bugün cenazeden sonra eski sokağıma gittim, ömrümü tükettiğim bina dümdüz. Çocukluğum, gençliğim, hayallerim dümdüz. Sonra Tarlabaşı'nda babamla son kez çay içtiğim çay ocağına. Orası da kapanmış. Bomboş. Her şey.
Babamı son günlerde çok özlüyorum. Durup dururken gözlerim doluyor. Kimseye anlatamıyorum bunu. Gündelik telaşlarının arasına girmek istemiyorum sanırım. Etrafımdaki insanlara, dostlarıma çok kırgınım. Bu kırgınlığı çok içeriden hissediyorum. Fakat bildiğim en iyi şey bu kırgınlıklarla beraber devam etmek, mücadeleyi sürdürmek.
Sürdürüyorum.
Uzunca bir süredir dergilerdeki dosya konuları hariç yazı yazmıyorum. Kelimelere kendimi yansıtacak gücüm hâlâ yerinde fakat kırgınlıklarım ve kızgınlıklarım yazmama engel oluyor sanırım. Bir de şu: Acaba burada ne demek istedi?
İçine mi doğdu nedir, Soner Karakuş aradı eve dönerken. Uzunca bir süredir konuşmamıştık. Çok sevdiğim bir türkünün sözlerini söyledi telefonu açar açmaz: "Girebilsen bu sinemde neler var / Gülüp oynadığım ele karşıdır."
Ah be Soner Abi.
Turgut Uyar'ın "Yokuş Yol'a" şiirini okuyorum şimdi, gün batıyor, insan batıyor ve son dize şu: "benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar"
Niçin her ölüm seni hatırlatıyor?
Sanırım söylemem lazım: Babacım seni çok özledim.