AŞKSIZLIK ÇAĞI
Aşksızlık çağındayız. Kimse kimseye âşık değil. Olamıyor da. Herkes birbirinin seçeceği, alternatifi ya da ikamesi… Onca flört uygulaması, cinsel içerik, çekici bedenler var ama aşk yok. Ruh, zihin, kalp, ten, dil, şahsiyet uyumu… Aşk bunların tek kişiyle, eş zamanlı ve şiddetli harmonisi. İnsan bu beş altı farklı kulvarda eş zamanlı bir şiddette bir deneyimi ömründe en fazla bir, bilemedin iki kez yaşar. Bedenen belki on-on beş kişi olur, kafaların, şahsiyetlerin uyuştuğu yedisekiz kişi olur, ruhun çekildiği iki-üç kişi olur, kalbin güzel hissettiği, attığı dört-beş kişi olur, çok güzel iletişim kurulan dokuz-on kişi olur belki ama bunların hepsinin eş zamanlı, yüksek şiddetle yaşandığı bir kişi olur. Ve insanın ömründe en fazla bir kez olur.
Çoğu insan bu ruh, zihin, kalp, ten, dil, şahsiyet harmonisinin en fazla birkaçını buluyor bir insanda. Bazısı bu ayrımı dahi bilmiyor, yapamıyor. Binlercesi tensel hazların peşinde, sayısız insan cümbüşüyle yarım yamalak bir şey deneyimleyip ruhunu ve aşk istidadını israf ediyor sadece. Bu vasat, ilkel ve vasıfsız doyumla yetinen birincil düzey ilişkiler ve bağlar kurabiliyor sadece. Çünkü birini estetize etme becerisi, bunu anlamlandırabilme, adını koyabilme ve sadık bir tutku geliştirecek vasfı yok, sabrı yok, seçiciliği yok. Tam da bu yüzden aşk yok. Âşıklar yok. Ve bu zamanda büyük bir aşk hikâyesi yok. Peki, neden böyle?
Gösteri ve haz çağında aşk
Anormalin, gösterile gösterile normalleştirildiği evredeyiz. Hız, haz, gösteri ve "like" zamanındayız. Binlerce "like" almış bir etkileşimin içeriği şu mesela: Video konusu evlilik. Video içeriği: Duş alırken video kaydı alan, vücudunu her açıdan teşhir eden insanlar. Delilik bu. Bu yüzyılın sosyal medya içeriklerini vahşi yaşam belgeselleri gibi izleyecek 22. yüzyıl insanı. Ruhdaşlık. İkamesizlik. Sadık tutku. Hakiki muhataplık. Zihinsel raks. Dilsel ahenk. Telepatik bağ. Tek aşk… Böylesi bir haz ve hız çağında öyle lüks kelimeler ki bunlar. Çünkü sevmek ve beğenmek bambaşka şeyler. Bazı şeyleri sevdiğimiz halde beğenmeyiz. Bazılarını da beğendiğimiz halde sevemeyiz. İnsanın sevdiğini beğenebilmesi ve beğendiğini sevebilmesi en
büyük baht… Çünkü ikisini eş zamanlı tadamamak tatminsizlik cehennemine götürüyor insanı.
Egoist kişisel gelişimciliğin "sana … yapana güle güle" diye kestirip atan söyleminin sonuçları oldu. Artık herkes kendisi dışında herkesin vasat olduğu bir muhteşemlik zannında. Muhteşem vasatlık sendromu var: "Ben muhteşem bir vasatım, sen ortalama üstü bir sıradan." Herkes kendini öyle izansız
beğeniyor ki, kimse kimseyi beğenmiyor. Birbirine denk iki insanın aklı sıra kendini ötekine layık görmeyişi... Evliliklerin azalmasının nedenlerinden biri de bu. "Minimum bütçeyle gelin olan sosyal medya kullanıcısı, sade tarzıyla büyük beğeni topladı." Böyle haberlere şaşırıyoruz o yüzden. Oysa sahici ilişki asaleti bu. Binlerce gülü yerlere saçmayı Instagram'da insanların gözüne sokmayı romantizm sanmak değil. Görkemli ruhlar ihtişama tenezzül
etmiyor çünkü.
İlişki, evlenmek, elde etmek... Kafasını bunlarla bozmuş çok insan da var. Birini takıntı yapıp elde etme hırsıyla, büyüyle iki dünyasını da karartmak; insanın kendine, potansiyeline yapacağı en büyük kötülük ve değersiz bir ihtiras uğruna insanın kendi kendini ziyan edişi. Ve bu profili istismar eden, hayatındaki insanları nesne eden bir profil var. Yapılan her jesti o kişiye değil "hayatındaki kişiye" yapan, kişileri sürekli güncellenen,
jestleri ise aynı kalan bir profil. Çünkü öznenin hiçbir önemi yok ki zaten ortada bir özne de yok. Beğeni ve arzu duyduğu nesneler var sadece. Aşk yok.
Kadınların çıkmazı
18. ve 19. yüzyılda kadın işçiler günde on iki-on altı saat fabrikalarda çalışıyorlardı. Ve 21. yüzyılda geldiğimiz dönemde vasıfsız, çekiciliğinden başka sermayesi olmayan, konformist ve hazcı bir kadın profili asalak gibi erkeklerin kendilerini finanse etmesini istiyor. Avrupa'da 1800'lerde kadın bir işçi on iki-on altı saatlik bir çalışma sömürüsüne rağmen işçi hakları, eğitim hakkı, hukuku ve eşitlik adına, Birinci Dalga Feminizmi için canhıraş mücadele ediyordu. Böyle kadınlardan iki yüzyıl sonra geldiğimiz dönem: OnlyFans, ESC, influencer ve erkeklerden para dilenen bir kadın profili. Elbette, erkekler kadınlara hediye alabilir, vurgu bu değil. Bu asalak, bağımlı ve onursuz yaşam stili kadına yakışmıyor. Bir kadın gerekirse kasiyerlik yapar ama bedeni üzerinden var olmaya/ para kazanmaya ve erkeklerce finanse edilmeye tenezzül etmez. 21. yüzyıl kadınları için en önemli duruşlardan biri budur.
Kadının bozulması erkekliği; erkeklerin bozulması kadınlığı tahrip etti. O popüler klişe deyişle kadınlar maskülenleştiği için erkekler prensesleşti.
Erkekler efemineleştiği için kadınlar erkekleşti. Cinsel sınırsızlık, pornografi, sanal fuhuş (OnlyFans), LGBT, cinsiyetsizlik propagandası. Hepsi sağlıklı erkek ve kadın kimliğini tahrip etti. Ve bu tip uygulamalar seks işçiliği olarak normalleştirilmeye, meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Seks işçiliği değil bu, kadın istismarı. "Kadının rızası var" değil, bunun adı suça sürükle(n)me, bunun adı öz-sömürü. Bu ülkede 43 milyon kadın var, 11 milyonu 18 yaş altında ve bu ülkenin kadınlarına fuhuşu iş diye sunamazsınız. Bu öz sömürüyü bu şekilde ifade edince de kadın düşmanlığı ve ahlakçılık yapmakla itham ediliyorsunuz. Oysa kadınların en büyük düşmanları yüzyıllarca zar zor elde edilen feminist kazanımları itibarsızlaştıranlar.
Bu zihniyet, erkekleri ve erkeklere dair her şeyi küçümseyen ve bundan kötü bir sarkazm üreten popülist feminizm bile olmayan yoz bir kadıncılık üretti. Ve bu dil "Evlenme, doğurma, anne olma! Cinsel sınırsızlığı deneyimle, kimseye bağlı olma, istediğini yap, doyasıya özgürlüğü yaşa!" diye propaganda yapıyor. Kadınların böyle olması daha çok kimin işine geliyor? Kesinlikle erkekler ve mevcut sistemin. Kadının düpedüz öz istismarı bu… Çünkü doğurmak, üremek değil, üstün bir vasıf. Bir insan meydana getirme kudreti, kadına has estetik bir ayrıcalık. Bir eser meydana getirmekten daha büyük bir haz. En zor savaş şartlarında bile doğumlar yaptı kadınlar, anneliği üremeye indirgeyen bir bakışın anne olmaması isabet bu yüzden.
Erkeklerin çıkmazı
Peki, erkekler ne durumda? Kadınlar kendisine zaman, para, sadakat yatırımı yapacak popüler klişe deyişle alfa bir erkeği düşlüyor. Bu oran çok az ve zaten çoğu evli. Bu yüzden konformist ve gücü seven bir kadın modeli alfayla çok eşli bir ilişkiyi, beta bir profille evliliği ya da idealist bir yalnızlığı göze alıyor. Bu yüzden erkeklerin evlilik çıkmazı şu: Çoğu erkek "bir kadın"a; yüz binlerce liralık para, zaman ve sadakat yatırımı yapmıyor. Bazıları yapmaya güç bulamıyor. Bu yüzden çoğu erkek azıcık bir eforla sayısız kadınla, kısa vadeli hatta günübirlik ilişkiler yaşamayı daha konforlu buluyor. Günübirlik ilişkilerin normalleştirilmesi, bitip tükenmez flört ve ilişki taktikleri de beraberinde getiriyor. Manolya Gürocak, Sağanak romanında
bu durumdan "Kaçıp kovalama, erteleyip hazzı çoğaltma, erişilmez olma, kıskandırma... Bitmez bir üstünlük, erk savaşı." diye bahsediyor.
Evlilik öncesi, evlilik aşaması ve boşanma süreçlerinin zorluğu da erkeklerin uzun ilişkiden kaçınmalarının en büyük nedenlerinden. Özellikle
de ekonomik problemlerle birleştiğinde bu sorunun başında nafaka sorunu geliyor. Hayatında olmayan ve çocuk sahibi bile olmadığı biri tarafından finanse edilmeye neden tenezzül ediliyor? Trajik örnekleri de var: Tokat'ta 2015 yılında 9 ay evli kalan asgari ücretli bir vatandaş, 10 yıldır eski eşine nafaka ödüyor mesela. 9 ay evli kaldığı, çocuğu olmayan birine neden 10 yıldır nafaka ödesin bir insan? Süresiz nafaka kalkmalı. Ve adil, eşit, onurlu her kadın buna itiraz etmeli.
Ve bunlarla beraber bir zihniyet sorunu da var. Bir kısım erkekler "tek bir kadını estetize edebilme becerisi"ne sahip değil. Güzel, çekici, bakımlı her kadın aynı onlar için. Hepsine hızlıca yükselebiliyorlar. Onca kadın arasında ruhsal, zihinsel, kalbî incelikleri fark bile edemiyorlar. Bu yüzden birini diğerlerinden ayırma yetisine sahip olmayanlara mahremiyet kolayca açılmamalı. Özel hissetmek, her ilişkinin ilk ve en önemli basamağı çünkü.
Ve "doğal olan çokeşliliktir." Gibi "çok aşklı", çok ilişkili yeni ilişki formlarını normalleştiren bir söylem de yaygın erkek bilinçdışında. İnsanların, hayvanların çok eşlilik eğilimleri var, evet. Meselenin özü tam da burada zaten. Bu doğal eğilimi estetize edebilip daha yüksek bir düzeye çıkarabilme becerisi. Hayvan bunu yapamaz ama insan yapabilir. Sanat ve büyük aşk hikâyeleri bunun imkânını kanıtlıyor. Burada erkeklerin klasik ve ilkel doğasının dönüşmesinin de etkiler var. Kadının ilk adımı attığı, daha çok mücadele ettiği, daha çok fedakârlık yaptığı ilişkilerin nihayetinde kadın acı
çekiyor. Çünkü erkeğin ilkel, avcı ve maskülen ruhu yeni bir hedef arıyor.
İkamesiz aşk ve birine ait olma hazzı
Birini değil verdiği hissi sevmek, birini değil dönüştüğümüz kişiyi sevmek, birini değil bize kattıklarını sevmek, birini değil onunla yarattığımız "biz"i sevmek, Yalnızca birini değil; bunların hepsini eş zamanlı yaşatan ve yaşattığımız kişiyi seçmek… Bereketli ilişki bu. İnsan bazen birine bulanır. O'na karışır. Onunla hemhâl olur. Ve o yeni hâli öylesine güzel olur ki; asıl halini aşar. Aşkınlaşır. En aşkın hâline erişir böylece. Hiçbir insan, maşuk formu kadar eşsizleşemez bu yüzden. "Mecnun'un Leyla"sı, Leyla'dan güzeldir çünkü.
"Seni hiç aldatmadım, düşüncede bile..." Böyle demişti Dostoyevski. Hakiki sadakat bu. Seçeneksizlikten değil. Ayartılma korkusundan kaçmak değil.
Günah işleme korkusu yüzünden bile değil. İçsel ve seçilmiş bir yönelimle birine ait olma hazzı… Her koşulda, yaşamda ve ömürde. Aşk, eşsizleştirir. Aşkın kudreti ve büyüsü budur. Değdiği her şeyi eşsizleştirir. Kalp, aşk duyduğu şeye dair her şeyi gözü, kirpiği, bakışı, bedeni, silüeti, ses tonu,
endamı... O şeye ve kişiye dair her şeyi eşsizleştirir. Başkalarının kusur saydığı, kusur sandığı şeyi bile. Bazen bir şey bulursun... Öyle bir şeydir ki o; bulduğun şeyle beraber sen de o şey tarafından bulunmuş olursun. Aynı frekansta iki bulunuşun kavuşması... Buluşmaların en muhteşemi bu.
"Size hep meşgulken başkasına müsait olan" başkasına aittir. Çünkü size ait olanın vakti zaten sizle doludur. Ve olmayacak şeyde diretmelerin nasibi zorlamamak nasipsizliği de var. Nasibi zorlamamak da nasip. Nasibi zorlayıp elde etmek de nasip. Ve nasibi zorlayıp eldekini kaybetmek de... İnsan hangi nasip ısrarında bulunursa bulunsun; her şey yine nasibe varıyor sonunda. "Sana rağbet edene rağbet etmemen; nasibinde noksana düşmendir. Senden hoşlanmayana rağbet etmense; alçalmandır." diyor Hz. Ali. Sana rağbet etmeyende ısrar edip, rağbet edenden yüz çevirmek... Bugün kadın erkek ilişkileri dâhil bütün hastalıklı ilişkilerin en büyük nedeni bu. Aşk acısı çekiyor. Çünkü kendisine rağbet etmeyen bir kalbin imkânsız arzusunun
peşinde. Dostlarından umduğunu bulamayıp inciniyor. Çünkü dost sandıkları dostu değil... Dışlandığını düşünüyor. Çünkü kendine rağbet etmeyenlerin peşinde. "Sana ait olanı bul." Hayatın sırrı budur.