Zeynep Bayramoğlu: Ney üflüyor, İbn Arabi okuyorum

Ney üflüyor, İbn Arabi okuyorum
Giriş Tarihi: 2.12.2015 12:09 Son Güncelleme: 14.12.2015 11:44
Zeynep Bayramoğlu SAYI:19Aralık 2015
Diriliş Ertuğrul dizisinde Ertuğrul karakterini oynayan Engin Altan Düzyatan ile bir röportaj gerçekleştirdik. Yayınlanmaya başladığı günden bu yana reyting listelerinde zirveye oynuyor. Bir fenomen olduğunu söylesek abartmış olmayız. Türkiye'de yapılan en pahalı dizi prodüksiyonlarından, yani Diriliş Ertuğrul'dan bahsediyorum. Ertuğrul karakterini oynayan Engin Altan Düzyatan, disiplinli ve iyi eğitimli bir oyuncu olarak biliniyor. Hayat verdiği karakter ise 13'üncü yüzyılın ortalarında Oğuzların Kayı boyunun lideri ve Osmanlı Beyliği'nin kurucusu olan Osman Bey'in babası Ertuğrul Gazi'den esinlenerek oluşturulmuş. Boyu için, obası için savaşan, toprağına meftun bir alp olarak karşımızda. Yoğun set çalışmasına kısa bir ara verdi ve sorularımızı cevapladı. Sağ olsun…

Nasılsınız, iyi misiniz?

İyi ama yoğunum. Çok çalışıyoruz.

Ertuğrul karakterini oynamak nasıl bir duygu?

Her oyuncunun hayatında dönüm noktası roller vardır. Ben Ertuğrul'u hayatımdaki dönüm noktası olarak görüyorum. Maalesef biz özümüzdeki, kültürümüzdeki birçok değeri ve kahramanı kaybetmiştik. Özümüze yönelik bir kahraman eksikliğimiz vardı. Ertuğrul karakteri işte bunu karşılıyor. Çocukluğumuzda vardı aslında bu kahramanlar. Mesela Cüneyt Arkın'ın oynadığı rollerde bu kahramanları izlerdik. Bütün toplumlarda kahramanlar oluşturulur. Dünyanın her yerinde böyle. Ama nasıl? Amerika'nın kahramanları yoktur mesela o nedenle 'Supermen'i, 'Batman'i vardır. Yani, başka türlü kahramanları vardır. Bizim ise kahramanlarımız var. Diriliş Ertuğrul kültürümüzdeki böyle bir açığı karşıladı. Ve oynamak bana nasip oldu.

Peki diğer diziler ve o dizilerdeki tarihi karakterler bu açığı karşılamıyor muydu?

Başka bir dizi ile karşılaştırma yapmam doğru olmaz. Karşılaştırmak bana düşmez açıkçası. Onlar da bir iş yapıyor, biz de bir iş yapıyoruz. Bu konuda doğru muhatap ben değilim. Muhatap halk. Ama bu işin bu açığı karşıladığını düşünüyorum, kahraman açığını yani. O yüzden de benim için bir dönüm noktası oldu. Oynarken çok keyif aldığım, gerçekten kendimi çok içinde hissettiğim bir karakter oldu Ertuğrul. Bunu her rolde yakalamak mümkün değildir. Ruh tarafını bir tarafa bırakırsak, oyuncu olarak da çok eğlenceli bir rol. Kılıçlar, atlar, kıyafetler, kostümler…

Şunu merak ediyorum, bütün gün at üzerinde kılıç sallayarak vakit geçirip modern dünyaya nasıl uyum sağlıyorsunuz? Evde kılıç salladığınız oluyor mu mesela?

Yok. Çok ağır çalıştığım için evde sadece dinlenecek vaktim oluyor. Normal hayata da uyum sağlıyorum. Nihayetinde benim mesleğim bu. Evet, tabii ki tamamen rolden kurtulamıyorsunuz, yaşantıma kattığı şeyler olabilir.

Ne katıyor mesela?

Biraz daha sakin bir adam olmuş olabilirim.

Ertuğrul sakin bir karakter mi?

Bence sakin bir karakter. Fevri değil. Fevriliklerinin arkasını planlayan bir karakter. Ben çok plansız yaşayan bir adamdım özel hayatımda. Sonraya dair, hayatın geleceğine dair plan yapmayı değil, önümdeki anı değerlendirmeyi, önümdeki anı yaşamayı tercih ederdim. Belki özel hayatımla ilgili de olabilir. Baba olmanın getirdiği bir gelecek kaygısı da var.

Oldunuz mu? Olmak üzere misiniz?

Olmak üzereyim. O kaygı da olabilir bunu sağlayan. Ama daha geleceği düşünerek yaşadığımı hissetmeye başladım.

Siz karakter için diyorsunuz ki, Ertuğrul planlı hareket eden bir adam. Aslında diziyi izlediğimizde Ertuğrul'un pervasızlıkla suçlandığını görüyoruz. Burnunun dikine de giden bir adam o, kararlı bir adam. Bu sizi etkiledi mi mesela?

Hayır, ben de kararlı bir adamımdır. Ertuğrul pervasız olarak algılanıyor, evet. Pervasızlığından da bahsedebiliriz ama bu dönem için daha bilinçli stratejisi olan, savaşmayı öğrenmiş ve daha olgun bir Ertuğrul izliyoruz geçen sezona göre.

Normalde bir oyuncu için karakterden etkilenmek tehlikeli değil midir?

Her karakterden etkilenirsiniz, oynadığınız her karakter sizi etkiler. Nihayetinde duygularla yapıyorsunuz bu işi. Etkilenmemek gibi bir şey söz konusu değil. Kötü bir karakteri oynuyorsanız negatif duygular besliyorsunuz. İyi bir karakteri oynuyorsanız pozitif duygularınızı gün yüzüne çıkarıyorsunuz. Ama her iki şekilde de normal olarak ruhunuz veya bedeniniz bundan etkileniyor.

Değerlerden bahsetmiştik ya, halkın çok ciddi bir teveccühü var bu diziye. Bunu reytinglerde de görmek mümkün, belki siz özel hayatınızda da seyirciyle karşılaşınca bunu fark ediyorsunuz. Siz bunu sadece değerlere mi bağlıyorsunuz?

Hayır, çok iyi bir iş yapıyoruz. Bunu sadece değerlere bağlamak doğru olmaz. Bu konuda mütevazı olamayacağım. Türkiye'nin en iyi ekiplerinden biri ile çalışıyoruz. Görüntü yönetmeninden, yönetmenine, ki özellikle yönetmenimiz Metin Günay'ın Türkiye'de yaptığı işler herkes tarafından bilinir, prodüksiyonuna kadar her şey Türkiye'nin en iyisi. Ve biz gerçekten çok ciddi çalıştık bu iş için. Her gün at binme, her gün kılıç kullanma dersi aldık. Üç ay çalıştık. Dünyanın en iyi adamları eğitim için buraya geldi. Kılıç dersleri aldık. Aynı adamlar Hollywood'a da iş yapıyorlar. Bir dünya kurmak için büyük bir çaba harcadık ve bu süre içerisinde oyuncular olarak biz de iyi anlaşıp birbirimizle gerekli samimiyeti ve doğal ortamı kurduk. Bu doğal ortam ve samimiyet de bir şekilde kameraya yansıdı. Sonuçta, evet kahraman ihtiyacını karşıladı ama işin kalitesi de ortada. Zaten bu işe girerken amacımız da buydu. Ben bu işi iki kere reddettim.

Neden reddettiniz? Neden kabul ettiniz?

Çünkü bu standartlarda yapılıp yapılamayacağını bilmiyordum. Tarihi işlerde iki şey olur; ya gerçekten istediğiniz popülerliği yakalar ve işi doğru bir şekilde istediğiniz gibi ilerletirsiniz ya da komik duruma düşersiniz. Başka bir alternatif yok ve komik duruma düşmek çok kolay, bunun örneklerini gördük. Belli eksiklikleri artık seyirci görebiliyor. Her kahramanı kabul etmiyor. Bunun matematiğinin doğru kurulması, oyuncuların doğru seçilmesi, iyi bir dille yazılması ve doğru çekilmesi gerekiyor. Artık seyirci eskisi gibi değil, yıllardır Türk seyircisine dizi veriyoruz. Seyirci dizi matematiğini yapımcılar kadar biliyor. Annem biliyor mesela. Bir dizinin ilk bölümü oynadıktan sonra annemi arıyorum nasıl diye soruyorum, tutmaz diyor ve gerçekten tutmuyor.

Dizide çok yoğun bir şekilde işlenen vatan, memleket, bayrak değerleri var. Bu dizide oynamaya başladıktan sonra sizde bu değerlerle ilgili değişimler oldu mu? Bazı kavramların üzerinde tekrar düşündünüz mü mesela?

Olmadı. Daha önce de o değerler bende gerektiği yerde duruyorlardı. O değerler bu diziden sonra bir numaraya geldi ama bu diziden önce hatırlamıyordum diye bir şey yoktu.

Ama biz bu dizi ile belki de bu değerleri biraz daha fazla düşünmeye başladık. İbn Arabi'den bahsedelim biraz. Aslında İbn Arabi ile Ertuğrul Gazi'nin gerçekte karşılaşmaları mümkün değil. Bir fantezi bu. Benim gördüğüm kadarıyla Ertuğrul babasından savaşmayı ve devlet adamlığını öğrenirken, İbn Arabi ile manevi bir terbiyeden geçiyor. Bu devlet adamının nasıl yetişmesi gerektiğini mi anlatıyor bize? Siz bu sahneleri ilk okuduğunuzda ne hissettiniz? İbn Arabi Ertuğrul karşılaşması nasıl bir şey?

Ertuğrul Gazi okuma yazma bilmiyor. Her şeyden önce bu önemli olan. Obada okuma yazmayı bilen de çok az insan var. Yani Kuranı Kerim okudukları ve bu bilgiyi okuyarak öğrendikleri gibi bir şeyden yola çıkmayız. Doğal olarak manevi değerleri öğretecek bir öğreticinin olması gerekiyor. Ve aslında gerçekte de baktığımızda o manevi değerleri öğreten bir şahıs vardır Ertuğrul Gazi'ye; Şeyh Edebali. Ertuğrul Gazi zaten Osman Gazi'ye kendi söyler benim söylediklerimi değil onun söylediklerini dinle diye. Aslında Edebali, Ertuğrul'un da hocası niteliğindedir. Şeyh Edebali'yi dünya görüşü olarak hoca kabul etmiştir ve oğluna da öğütler verir. Ama o dünya görüşünün özü aslında İbn Arabi'ye dayanır. İbn Arabi, dönemi itibariyle gerçekten inanılmazdır. Okuduğunuz zaman çok başka yerlere götürür sizi.

Okudunuz yani?

Okudum. Daha önce de okumuştum. İmam Gazali de okudum.

İkisi de bu topraklar için müthiş bir değerler ve maalesef biz onları yeterince tanımıyoruz.

Aynen öyle. Ama İmam Gazali'yi okuduğunuzda ağırlaşırsınız ve çok daha zorlar, sizi başka bir yere doğru götürür. Biraz buhran halidir İmam Gazali. Ama İbn Arabi'yi okuduğunuzdaki rahatlık, o rahatlama hissi ve ne olursa olsun o maneviyatın verdiği huzur hissedilir gerçekten. Bu dizi başlamadan önce İbn Arabi okumaları yapmıştım zaten. Bu diziyle birlikte insanlara hatırlatma şansını bulduk. Ben tasavvuftan zevk alıyordum o anlamda. Yeni bir zevk değil bu benim için. Yaklaşık 10 yıldır ney de üflüyorum. İnsanlar sadece benim bu işle birlikte ilgilendiğimi zannediyorlar. Daha önceki dizilerde görmedikleri için o tarafımızı bilmiyorlar. Hâlbuki o taraflar manevi taraflar ve sadece yaşanır, gösterilmez. Üstelik gösterilmemesi üzerine de yaşanır. Bizde nedense gösterilmesi bekleniyor.

Aslında entelektüel olmanın gerektirdiği şeylerden biri bu toprağa ruh veren insanları okumak ki İbn Arabi de bunlardan biri. İbn Arabi okumadan bu topraklardaki manevi iklimi anlamak çok zor.

Evet, çok zor ama o dönem içindeki birçok ayrı kaynağı da okumadan anlamak zor. Yani bizde maalesef entelektüel dünyada öyle bir durum var. Tabii ki herkes için söylemiyorum. Belki entelektüel olduğunu iddia edenler için söyleyelim. Sadece belli kaynakları okuyup o kaynakların üzerinden gidip bir sonuca varırlar, oysaki Kuranı Kerim'i anlamak istiyorsanız İncil'i de Tevrat'ı da okumuş olmanız gerekir. Bunları gerçekten tamamen sindirebilecekseniz, Doğu ve Batı felsefesini okumanız gerekir. Bence bunları hepsini birleştirdiğinizde Kuran'daki Yıldız (Necm) sûresine dair bir fikriniz olabilir veya anlayabilirsiniz. Ama bunların hiçbirini okumayıp sadece Yıldız sûresini okursanız hiçbir şey anlamazsınız.

Tek kütüphaneye sıkışıp kalmamak yani.

Kesinlikle. Bu aslında insanın kendisi için yapması gereken bir şeydir. Eğer gelişim istiyorsanız her kaynağı okumanız gerekir, kabul ettiğiniz ve etmediğiniz fikirler de buna dâhil olmak üzere. Sadece kabul ettiğiniz fikirlerle gittiğiniz sürece tek bir ağızdan ve yanlı bir fikir sahibisiniz demektir. Tabii farklı dünya görüşüne sahip olabilirsiniz ve okuduktan sonra hâlâ kabul etmiyor da olabilirsiniz. Bu bir tercih meselesidir.

Seyirci ne diyor size?

Ertuğrul olarak kimsenin aklına gelmemişim ama şimdi senden başkasını düşünemiyoruz diyorlar. Biraz oyuncuları kısıtlıyoruz. Türkiye'de bunu yapımcılar da seyirci de yapıyor. Bir rolde gördükten sonra sadece aynı tip rollerde ve aynı yerde görmeyi istiyoruz, oyuncunun başka bir şey olamayacağını düşünüyoruz.

Mesela sizde kahramanlık ve iyilik özellikleri yapışmıştır. Bu saatten sonra seyirci sizi kötü bir rolde görmeye hazır mı çok emin değilim.

İstemez tahminen. Buna ben de hazır olduğumu düşünmüyorum.

Yabancı dizi izliyor musunuz?

Arada sırada. Türk dizisi izleyemiyorum. Türk dizileri çok uzun. 2 saat 15 dakika bir diziyi izlemek zor.

Siz de uzun bir dizisiniz.

Evet. Bu Türkiye'nin gerçeği sonuçta. Aslında reklam pastası gerçeği, bizim gerçeğimiz değil. Türkiye'deki ekonomik durum, altyapısının böyle olması, bununla ilgili bir kanun çıkmamış olması ile kanalların doğru orantılı para kazanması. Özetle kapitalist ortam. Düşündüğümüz zaman Türkiye'nin kapitalizmi henüz dizilerin 45 dakika olmasına hazır değil. Doğal olarak biz de o uzunluğa uyup ona göre çekiyoruz. Birey olarak benim o uzunlukta bir diziyi seyretme tahammülüm olmayabilir.

Yabancı dizilerden Tudors mesela, hanedan ve tarihi anlatıyor. Yabancı dizilerdeki tarih ve hanedan anlatımı ile Diriliş'teki hanedan anlatımı arasında nasıl farklar görüyorsunuz? Veya benzerlikler var mı?

Benzerlik derseniz, aslında tüm hanedan işlerinde mutlaka belli duyguları görüyorsunuz. Bu belli duygular gücün olduğu, iradenin olduğu her yerde var, olağan asal duygular ve bunlardan vazgeçemiyorsunuz. Türk dizisinde de Finlandiya dizisinde de aynı duyguları görürsünüz. Hırs, arzu, entrika, kıskançlık… Bu duyguların hepsi var.

Diriliş'te hep iyiler kazanıyor.

Dünyada da iyiler kazanır hep. Eninde sonunda kazanırlar.

Ertuğrul çok mu etkiledi sizi? Optimist misiniz?

Genel anlamda da optimist bir adamım ben. Sonuçta ben şimdiye kadar vay be ne kadar kötü ama ne kadar iyi bir durumda diye özendiğim kimseyi hatırlamıyorum. O yüzden de haksız değilim bence. Kötülük olacak, iyiliğin değerini anlayacaksınız. Açlık olacak, tokluğun değerini anlayacaksınız. Sonuçta yaşadığımız dualite dünyası. Her duygunun bir karşıtı var, o yüzden de yaptığımız her işte duyguların karşıtlıklarını da kullanıyoruz. Zaten bir işin izlenebilir olması için çatışma gerekiyor. Birinci kuralıdır bu işin. İyi her zaman iyi olmak zorundadır. Kötü her zaman kötü olmak zorundadır. Kötüyü biraz iyileştirmeye kalkarsanız kavram kargaşası çıkar. Olmaz yani. Arada iyi, biraz kötü gibi bir kavram yoktur çünkü bu dünyada.

Son olarak şahsen merak ettiğim bir soru sormak istiyorum. Sürekli diyafram sesi ile konuşmayı nasıl başarıyorsunuz?

Dört yıl eğitimini aldım. Oyunculuk mezunuyum ben. Dört yıl çok ciddi nefes çalıştım. Hâlâ üniversitenin ekmeğini yerim bu konuda.

Teşekkürler.

Ben teşekkür ederim.
BİZE ULAŞIN