H.Sena Kural: Gerçek yerli ve klasik müziğimiz halk müziğidir

Gerçek yerli ve klasik müziğimiz halk müziğidir
Giriş Tarihi: 5.10.2015 17:17 Son Güncelleme: 15.10.2015 12:33
H.Sena Kural SAYI:17Ekim 2015
Yerli, milli, klasik gibi kavramları yerli yersiz kullanmak kötü alışkanlıklarımızdan biri. Bizim en saf, en rafine, gerçek yerli ve milli müziğimiz halk müziğidir, türkülerdir. Klasik kelimesini gerçek anlamı, ağırlığı ve derinliği ile kullanacaksak, ‘zamanda ve mekânda yaygınlık ve derinlik’ yönünü, ‘zamana dayanma’ gücünü ve ‘eskimeyen yeni’ özelliğini dikkate alacaksak, halk müziğimizin çok önemli bir bölümünün klasik kategorisine girdiğini teslim etmek durumundayız. Uzun yıllar Türk Halk Müziği'ne gönül vermiş Bayram Bilge Tokel ile türkülerimiz, yerlilik ve gelenek kavramları üzerine konuştuk. Türkülerini akademik birikimi ile perçinlemiş, sözlerine Anadolu'nun ruhu sinmiş bir isim Bayram Bilge Tokel. Neşet Ertaş'ın en iyi sırdaşı ve yareni olarak bilinen Tokel, 'gönül dünyamızın ağası' rahmetli Ertaş'ı da bize samimi cümlelerle anlattı.

Yerli müziğimizin Türk Halk Müziği mi, yoksa Türk Sanat Müziği mi olduğuna dair tartışmaları da akılda tutarak, mesela Türk Sanat Müziği olarak tanımlanan müziğimiz klasikse, Halk Müziğimiz bu klasik kavramının neresinde duruyor?

Bu sorunuzu çok dikkate değer bulduğumu söylemeliyim. Bir kere yerli, milli, klasik gibi kavramları yerli yersiz kullanmak kötü alışkanlıklarımızdan biri. Bizim yüzde yüz ve en saf, en rafine anlamıyla gerçek yerli ve milli müziğimiz halk müziğidir, türkülerdir. (Şimdi bunu derken, piyasacı türkücüleri, mesela 'Angaralı' takımını ve onların repertuvarlarını da buna dâhil ettiğimi inşallah kimse düşünmez…) TSM olarak tanımlanan müzik ise elbet yerli olmasına yerli de ne kadar milli, ne kadar gayri milli ve ne kadar klasik tartışılır. Asıl 'klasik' olarak nitelenen ve aslında 'Osmanlı şehir müziği' olan geleneksel 'sanatlı' müziğimizin ise bütün devirlerine, eserlerine ve bestecilerine 'klasik' etiketini koyarsak bu pek doğru olmaz; ayrıca klasik kelimesine de büyük haksızlık etmiş oluruz. Klasiğe 'dili ağır ve ağdalı, anlaşılması zor, her babayiğidin anlaması ve beğenmesi imkânsız, herkesin ezberlemesi ve söylemesi mümkün olmayan' anlamı yükleniyorsa tamam, bizim klasik müziğimizin hangisi olduğu açık. Ama klasik kelimesini gerçek anlamı, ağırlığı ve derinliği ile kullanacaksak, 'zamanda ve mekânda yaygınlık ve derinlik' yönünü, 'zamana dayanma' gücünü ve 'eskimeyen yeni' özelliğini dikkate alacaksak, halk müziğimizin çok önemli bir bölümünün klasik kategorisine girdiğini teslim etmek durumundayız. Hatta daha ileri giderek şu söylenebilir: Bizim gerçek musiki klasiklerimiz kadim halk müziği eserlerimiz ve türkülerimizdir. Yeri gelmişken izninizle küçük bir 'reklam arası' ricasıyla bir noktayı vurgulamak isterim: Bu ve benzeri konuları içeren, halk müziğimizin güncel, popüler ve akademik sorunlarının enine boyuna tartışıldığı, Türküler Kalır isimli kitabımızı ilgili ve meraklı okurlar için hatırlatmış olalım.

Geleneğe bağlılık ve geleneğin sürdürülmesi açısından iki geleneksel müzik türümüzü, yani Türk Sanat Müziği ile Türk Halk Müziği'ni, karşıtlıkları ve benzerlikleri açısından değerlendirir misiniz?

Bir kere şunu unutmamak gerek: Bir musiki geleneği aynen tekrar edilerek, fotokopi gibi çoğaltılarak devam ettirilmiş olmaz. Gelenek, öze ve ruha bağlı gerçek bir yenilenme ile, özden ve ruhtan beslenen hakiki bir yeniden ifade etme ile yenilenir ve ancak yenilenerek devam ettirilir. Bu sanatın ve edebiyatın bütün alanları için olduğu gibi müzik için de böyledir.

Geçmişten bugüne geleneğin altın halkaları olarak bildiğimiz isimlerin eserlerine yakından baktığımızda, geleneğin üzerine hep yeni bir şeyler koyarak, zamanın ruhunu doğru okuyarak, geleneksel olandaki asli özü, cevheri çeşitli yol ve yöntemlerle çağına taşıyarak geleneği devam ettirdiklerini görürüz. Mesela şeklî ve uzaktan bir bakışla birbirinin tekrarı gibi gördüğümüz divan şiirinin gerçek büyükleri geleneği aynen tekrar edenler değil, yenileyenlerdir. Fuzuli böyledir, Bâki böyledir, Şeyh Galip böyledir… Ve nihayet Yahya Kemal böyledir. Halk ve Tekke şiirinde Yunus Emre, Niyazi Mısri, Hatayi, Pir Sultan, Karacoğlan, Emrah, Dadaloğlu... Ve nihayet Abdurrahim Karakoç böyledir.

Klasik musikide Dede Efendi, Itri, Zekai Dede aynı şeyi yapmışlardır. Ve nihayet Sadettin Kaynak da böyledir. Halk musikisinde, mensup oldukları yerel ve kültürel çeşitliliği, zenginliği muhafaza ederek geleneği yenilemeyi başarıyla temsil eden sayısız isimden, günümüze damgasını vuran bazılarını şöyle sayabiliriz: Âşık Veysel, Muharrem Ertaş, Davut Sulari, Aşık Mahsuni, Neşet Ertaş, Celal Güzelses, Kazancı Bedih, Enver Demirbağ, Hisarlı Ahmet, Şekip Şahadoğru, Murat Çobanoğlu… Benzer daha pek çok yöresel/mahalli müzik ustası, tevarüs ettikleri o muhteşem türkü geleneğine yeni bir soluk, yeni ruh ve yeni bir dinamizm katarak kendi zamanlarına taşımışlardır. Bu isimlerin hiçbiri ne birbirinin tekrarı, ne de kendinden öncekilerin bire bir kopyasıdır; her biri ait oldukları veya temsil ettikleri müzik, saz ve söz geleneğini özünden koparmadan, ruhuna halel getirmeden yeni bir dil, üslup, yorum, zevk ve estetikle yoğurup yenilemişlerdir.

Müzik geleneğimizin layıkıyla devam ettirilmesi bahsinde, halk müziğinin klasik müziğe, 'türkü'nün 'şarkı'ya, 'bozlak'ın 'gazel'e, 'bağlama'nın 'tanbur'a üstünlüğü, üzerinde düşünülmesi gereken şâyân-ı dikkat bir durumdur.

Mesela Türk Sanat Müziği için farklı isimler de kullanılıyor, bu doğru mu, sizce hangisini kullanmalıyız?

Bu müzik türümüze daha doğru dürüst bir isim bile bulamadığımızın sizin gibi herkes farkında mı bilmiyorum. Adına kiminin Türk Musikisi (türküler sanki başka bir milletin musikisi), kiminin Türk Sanat Müziği (sanki halk müziğinde sanat yok), kiminin Klasik Türk Musikisi (sanki türküler hiçbir zaman 'klasik' olmaya layık değiller), kiminin Makam Musikisi (sanki türkülerde makam yok), kiminin Fasıl Musikisi (sanki halk müziğinde fasıl geleneği mevcut değil) dediğinin farkında mıyız? "Peki ne diyelim?" diyenlere, şimdilik, "Türk Musikisi" veya "Türk Müziği" demeyin de ne derseniz deyin demekle yetiniyorum. Çünkü bu tabir, bu milletin kendi kültür ve medeniyet değerleriyle besleyip büyüterek bugünlere getirdiği geleneksel müzik kültürümüzün iki ana damarını oluşturan ve adına kestirmeden 'şarkı' ve 'türkü' dediğimiz külliyatın bütün form ve türleri başta olmak üzere, bu topraklar üzerinde Türk tarzı ve üslubuyla üretilen ve tüketilen bütün bir müzik birikimimizi içine alan şemsiye kavram olarak kullanılmalı.

Peki, Türk Halk Müziği tanımlamasını doğru buluyor musunuz?

Halk müziği, özellikle de 'Türk Halk Müziği' tabiri geleneksel söylemde karşılığı olmayan, yeni zamanlara ait bir kavram. Türler arası ayrıştırma, sınıflandırma ve tasnif ihtiyacından doğmuş, yarı akademik ve daha çok da resmi bir ifade. Halk bu tabiri kullanmaz; "Bize bir Türk halk müziği söyle" diyen birini ben hiç duymadım,"Hadi bir türkü söyle, bir hoyrat oku" deriz. Aslında türkü, halk müziğinde ve edebiyatında şekli, içeriği ve estetiği tartışmalı da olsa belli bir formun adı. Halk müziği ise, halkın zevkine uygun, halk tarzında ve üslubunda müzik anlamına gelen genel bir tabir. Genel ve yaygın kullanımda birbirinin yerine kullanılması, birini deyince diğerini de anlamamız, 'türkü'nün kadim, köklü ve güçlü bir geleneksel çağrışım gücüne sahip olmasıyla ilgili daha çok. Türkü kelimesinin 'Türklere has ezgi' anlamına gelen etimolojik bir arka plana sahip olmasının da bunda büyük payı var şüphesiz. Yani türkü o kadar yerli, milli ve bizden ki, halk müziğinin tümünü kuşatan hâkim ve baskın bir konuma yükselmiş. Bu biraz da halkın diline, kafasına ve gönlüne uyduğu için böyle olmuş. Şöyle de denebilir; evet, her türkü halk müziğidir ama her halk müziği türkü değildir; bazıları bozlaktır, baraktır, ağıttır, samahtır, karşılamadır; bazıları nefestir, deyiştir, hoyrattır, mayadır, koçaklamadır…

Son yıllarda Batılı müzisyenlerin halk müziğimize karşı ilgisi arttı. Öte yandan bizde ise özden bir uzaklaşma söz konusu. Bu ilgiyi nasıl değerlendirirsiniz?

Macar asıllı ünlü besteci ve müzikolog Bela Bartok, Anadolu halk türkülerini ve özellikle Çukurova Yörük Türkmenlerinin müziklerini derlemek ve incelemek üzere 1930'lu yıllarda ülkemize gelmiş ve daha sonra bu konuda yayınladığı eserinde şu tespitte bulunmuştur: "Kendi öz müziğinde böyle 1500 yıllık sürekliliği olan bir başka ülke bulmak zordur, bu kadar uzun bir halk müziği geleneği pek az ülkede vardır." Buna rağmen, sizin de tespit ettiğiniz gibi bizde 'özden uzaklaşma' hep olmuştur ve bunun da hayli eski ve trajik bir geçmişi var. Bunun içine Osmanlı dönemine ait bazı aydın ve müzisyen bestecilerden başlayarak, Türk Beşleri dediğimiz, cumhuriyetin ilk organize ve organik resmi müzisyenlerine, tangoculara, aranjmancılara, hafif müzikçilere, ağır müzikçilere, yani bazı sözde TSM bestecilerine, popçulara, topçulara vb. varıncaya kadar pek çok Batı hayranı isim girer. Ama her şeye rağmen türkülerimiz dimdik ayaktalar ve hiç öyle yıkılacak gibi de değiller çok şükür.

Sosyal medyanın ve iletişimin gelişmesiyle birlikte halk müziği sanatçılarının sayısında da artış oldu. Özellikle YouTube'da yaptığı kayıtlarla adını duyurmaya çalışan insanlar var. Siz bu artışı iyileşme mi, yoksa yozlaşma açısından mı değerlendiriyorsunuz?

Sözünü ettiğiniz artışın nitelik değil, nicelik yönünden bir artış olduğunu ve bunların tümüne 'sanatçı' demenin çok da doğru olmayacağını düşünüyorum. Aralarında, amatör bir heyecan ve samimi duygularla yapılmış çok güzel çalışmalar da var şüphesiz ve bazıları güzel ve doğru bir başlangıç intibaı da veriyor doğrusu. Ama sanatta güzellik ve seviye tesadüfen değil, bilinçli olarak yakalandığında bir anlam ifade eder ve geleceğe doğru yol alır. Bu gençlerin gayret ve uğraşlarına saygı duymakla beraber, geleneksel birikimi küçümsememelerini, müzik zevk ve tercihlerinde daha titiz ve seçici olmalarını öneririm.

Yazılarınızda Arabesk müziğe de farklı yönden yaklaşıyorsunuz. Arabeskin Türk müziğindeki yeri nedir?

Arabesk müzik bana göre, bir yığın zaafı, kusuru ve eksikliğine rağmen samimi bir arayışın ürünü, iyi/kötü kendi kültürümüzün bir hamlesidir. Özellikle şehirlerimizin eski ve yeni sakinlerinin hayatını kuşatan geleneksel ve modern kültürel değerler harmanının kendini müzik dili ile ifade etmesidir. Devletin, başlangıçtan beri uyguladığı yanlış ve ruhsuz, şekilci, katı, duygusuz müzik politikası ve uygulamalarının neticesinde ve büyük ölçüde ona tepki olarak doğmuştur. Resmî-devletçi müziklerin karşısında 'demokratik, muhafazakâr ve halkçı' bir müzik olarak konuşlanmış; doğru, iyi ve güzel yönlerini diğer müzik türlerine karşılıksız hibe ederek misyonunu tamamlamıştır bana göre. Hatta son 15-20 yıldır tebdili kıyafet ederek Türk Sanat Müziği ve pop müzik başta olmak üzere, diğer müzik türlerinde yaşamaya devam ettiği de söylenebilir.

Tanıdığımız en önemli Neşet Ertaş uzmanısınız. Ertaş üzerine önemli bir çalışma da yayımladınız. Sizce Ertaş Usta'yı insanların gönül dünyasının 'ağası' yapmasındaki sır nedir?

"Gönül dünyasının 'ağa'sı olmak…" Merhum üstad 'ağa' kelimesini sevmezdi, duysa, "Ağalık kim, ben kim, Abdal'dan da ağa mı olurmuş" derdi mutlaka. Kendisiyle ilgili farklılık, büyüklük, zenginlik ve ayrıcalık vurgusu yapan her nitelemeye karşı çıkardı. Bu anlamlı sorunuzun aslında iki kelimelik cevabı var: Samimiyet ve gönül!…

Onun için sanat samimiyetti ve gerisi lafügüzaftı. Yaşamadığı, acısını yüreğinde hissetmediği, sızısını gönlünde duymadığı hiçbir duygu, düşünce ve olayı ne anlattı, ne yazdı, ne de çalıp söyledi… Söylediği her türkü, her bozlak, her deyiş, hatta her oyun havası, yüreğini yaralayan, içini kanatan, gönlünü yakan sevdaların, acıların, yoksulluk ve çilenin içten gelen feryadıydı. "Yürekten gelmeyen yırağa (uzak) gider" derdi.

Ve gönül… O, bu dünyaya tıpkı Türkmen atası Koca Yunus gibi gönüller yapmaya gelmişti. Türkülerinde en çok kullandığı kelime, Yunus'un da dilinden düşmeyen, kadim telaffuzuyla sadece Orta Anadolu ağzında yaşayan 'gönül', en çok sevilen türkülerinden biri Gönül Dağı, son albümünün adı Gönül Yarası idi. "Bizim silahımız gönüldür, gönülle güldürür, gönülle ağlatırız" derdi sık sık. İnsan gönlünün Allah'ın evi olduğuna inanırdı. "Hak'tır canların yapısı/Kimsede yoktur tapısı/Son durak gönül kapısı/Kırdıysan varma gardaş" derdi. Beş altı yaşlarında babası Muharrem Ertaş'ın dizinin dibinde başladığı sanatını 'gönül hızmatı' olarak nitelendirirdi. Konserlerinde kendisine gösterilen sevgi selinin önünü "Ayaklarınızın türabı, gönüllerinizin hızmatçısıyım" diyerek kesmeye çalışır, bu söz karşısında zirveye çıkan hayranlık duygularını "Büyüksün babaa!" naralarıyla ifade eden milyonlara dönerek, sakin bir üslupla "Haşa, büyük Allah" derdi. Cenazesinde bütün Kırşehir'i dolduran milyonlar, sadece üstada olan gönül borçlarını ödemek için oradaydılar. Böyle bir insanın 'gönüllerin ağası' olmasından daha doğal bir şey olmasa gerek. Mekânı cennet olsun.
BİZE ULAŞIN