Birol Biçer: Türkiye seçimler atlası

Türkiye seçimler atlası
Giriş Tarihi: 20.6.2018 16:37 Son Güncelleme: 25.6.2018 11:02
Bu topraklarda siyasi seçimler 150 yıldır yapılıyor ancak gerçek anlamda demokratik ve çok partili seçimlerin gerçekleşmesi ise sadece 68 yıl öncesine uzanıyor. Bu sürecin bir kısmı da darbeler, muhtıralar, vesayetler, kalkışmalar, koalisyonlar ya da postmodern süreçlerin gölgesinde geçti. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan, komplo, entrika, macera bazen de komedi senaryolarını aratmayan hadiselerin yaşandığı, sıra dışı şahsiyetlerin sahneye çıktığı seçim süreçlerinden bazılarının bıraktığı izler kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz olsa da daha kalıcı, mihenk taşı niteliğinde oldu. Bazı durumlarda, tekrar aynı tatsızlıkları yaşamamak için kolektif olarak unutabilmek en güzeli olurdu kuşkusuz. Ancak bulunduğumuz noktaya nereden, nasıl gelindiğini gösteren dönüm noktalarını hatırlamanın faydası da yadsınamaz. Buyurun Türkiye’nin sivilliğini ve milli iradenin tam olarak yansıdığı seçimlere kadar yaşadıklarını yeniden hatırlamaya.

1830

SEÇİMLERİ MUHTARLARA BORÇLUYUZ

Türkiye'de gerçekleştirilen ilk seçimin, 1876'da ilan edilen I. Meşrutiyet sonrasında 1877'de düzenlenen seçimler olduğu söylenir ancak bu denli üst düzey olmasa da arşiv kayıtlarında yer alan ilk seçimler mahallî niteliklidir ve Sultan II. Mahmut döneminde Bolu'da gerçekleştirilen muhtarlık seçimleridir. Bundan üç yıl sonra Kastamonu Taşköprü'de yapılan muhtar seçimi de ikinci seçim olarak kayıtlara geçer. Muhtarlara "muhtar" denmesinin sebebi de bu kelimenin anlamlarından birinin "seçilmiş" olmasıdır. Tanzimat sonrasında taşra, yerel meclislere seçilen mebusları belirleyen seçimlerle İstanbul'dan daha önce tanışmış olur.

1877

İLK PARLAMENTERİMİZ SEÇİLİYOR

19 Mart 1877'de açılan ve "Meclis-i Mebusan" sayesinde ilk parlamentosu ile tanışan Türkiye'de seçim kavramının yaygınlaşması bu parlamentoya giren mebusların yani milletvekillerinin seçimi sayesinde olur ancak Türkiye tarihinin ilk çok partili seçimini görmesi bundan tam 31 yıl sonra olacaktır. 1908 yılında gerçekleştirilen İttihat ve Terakki Fırkası ile Türkiye'nin ilk muhalefet partisi olan Osmanlı Ahrar Fırkası'nın katıldığı ilk oy pusulalarının kullanıldığı bu seçimin galibi İttihatçılar olur. Çok partili sistemle 1908'de Osmanlı döneminde tanışan Türkiye ironik olarak Cumhuriyet döneminde 1946'ya kadar tek parti tarafından yönetilecektir.

1912

"SOPALI SEÇİMLER"LE GELEN ZAFER (!)

Sultan II. Abdülhamit'in tahttan indirilip fiili iktidarın İttihat ve Terakki Fırkası'na geçişinin üçüncü yılında yapılacak olan 1912 seçimleri kimilerinin "istibdatçı" olarak yaftaladığı Sultan Abdülhamit'e rahmet okutturacak bir baskıdan kurtulmak için bir fırsat olarak görülmektedir. İmparatorluğa hâkim olan katı İttihat ve Terakki hükümetine karşı daha özgürlükçü bir yönetimi isteyen muhalefet bloğu da baskıcı uygulamalardan nasibini almaktadır. Dönemin başlıca muhalefetini teşkil eden Hürriyet ve İtilaf Fırkası Siroz'da partinin bir şubesini açmak üzere Mustafa Nuri Bey'i tayin eder ancak burada Mustafa Nuri beyi Hürriyet yandaşlarından başka eli sopalı İttihat ve Terakki fedaileri de beklemektedir. İttihatçı yandaşlarının sopaları ile dövülen Nuri bey aldığı darbeler nedeniyle hayatını kaybeder. Seçim tarihimize kara bir leke olarak geçen "Sopalı Seçimler", muhalefetin büyük ölçüde susturulmasının bir sonucu olarak İttihat ve Terakki'yi bir kez daha ezici çoğunlukla Meclis-i Mebusan'ın hâkimi yapar ancak mecliste 284 mebus koltuğunun 278'ini kazanan fırka ve ülke adına bu sonuç beklenenin aksine tam bir fiyasko ile sonuçlanacaktır. İktidarı elde tutmasına rağmen muktedir olamayan fırka, kısa süre içinde dış güçlerin oyuncağına dönüşmekten kurtulamayacaktır. Nitekim bu meclis, baskılarla meclis dışına itilen Hürriyet ve İtilafçıları destekleyen askerlerin de kurduğu silahlı güçlerin de etkisiyle aynı yıl feshedilecektir.

1914

BÂB-I ÂLÎ BASKINI: ASKERİ VESAYETİN BAŞLANGICI

1912'deki "Sopalı Seçimler" sonucu kurulan hükümetin erken feshi İttihat ve Terakki'yi yıldırmaz tersine daha da biler. İttihatçılar 1913 yılında kendi yerlerine gelen Yusuf Kâmil Paşa hükümetine karşı çeşitli bahanelerle ayaklanır, silahlı bir kalkışmayla hükümet binasını basar ve Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa'ya istifa mektubunu zorla imzalatırlar. Baskın bu kadarla da kalmaz; Harbiye Nazırı Nâzım Paşa da İttihatçıların fedaisi Yakup Cemil tarafından vurularak öldürülür. İttihatçılar ardından saraya çıkarak Padişah V. Mehmet Reşat'a bir de hükümetin azledildiğine dair ferman imzalatırlar ve sadaret yani başbakanlık koltuğuna 1909'da Hareket Ordusu ile İstanbul'a gelerek Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilmesini sağlayan Mahmut Şevket Paşa'yı oturturlar. Kendilerinden sonra gelen cuntalara ve darbecilere uzun yıllar ilham kaynağı olan İttihat ve Terakkiciler, bu kanlı baskının ardından meşruiyetlerini sağlama almak için bir seçim yapmayı da ihmal etmezler. 1914'te yapılan bu seçimin oldukça garantili olduğu söylenebilir: Ne de olsa İttihat ve Terakki seçime tek parti olarak katılmaktadır. 1918'e kadar tüm muhalif görüş ve fırkaların sindirildiği bu iktidar devri 1918'e kadar sürer ancak imparatorluğu I. Dünya Savaşı'na sokar ve parçalanıp işgal edilmesinin de yolunu açar. Seçilmiş bir hükümetin ilk kez askeri darbe ile görevden alındığı Bâb-ı Âlî Baskını ve ardından gelen tek fırkalı mecburi seçimler, Türkiye'de askeri vesayetin temellerinin atıldığı bir dönem olarak kabul edilir.

"Bizim davamızda kimse kendi için yaşamaz, herkes kardeşi için yaşar. Menfaati öldürmenin en kolay yolu budur."

Necmettin Erbakan

1920

FESLİLER, KALPAKLILAR, SARIKLILAR BİR ARADA

En sıra dışı meclis, şüphesiz 23 Nisan 1920'de açılan TBMM'dir. Fesli, kalpaklı ve sarıklı mebusların omuz omuza ve birlikte oturabildiği bu meclis aslında nadir istisnalar dışında "sadece ortak bir felaket halinde bir araya geldiğimize yönelik" ironik eleştiriyi haklı çıkaracak türdendir zira bu meclis düpedüz sıra dışı şartlar altında toplanmıştır: Ülke işgal altındadır, parçalara bölünmüştür, payitaht ve yönetim yabancı güçlerin baskısı altındadır ve düşmanlara karşı bir mücadele verilmeye henüz başlanmaktadır. Halkın katılımını artırmak için meclisin açılış günü olarak cumanın seçilmiş olması da, bu meclisin halkın hassasiyetlerini en fazla dikkate alan meclislerden biri olduğunun gösterecek türdendir. Toplumun üç elit kesimiyle birlikte üç farklı zihni eğilimini de temsil eden fesli, kalpaklı ve sarıklıların, vatanın ve milletin kurtuluşu adına oluşturdukları bu birlik manzarası kurucu ve inkılapçı bir meclis doğuracak ancak birkaç yıl sonra ne yazık ki tamamen bozulacaktır.

1923

HALK PARTİSİ KURULMADAN ÖNCE, KADINLAR PARTİ KURMAK İSTEMİŞ

Türkiye'de kadınlara seçme ve seçilme hakkının kendiliğinden bahşedildiğine dair görüşler gerçekleri yansıtmamaz zira bu bakış açısı, hakları konusunda hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemlerinde kadınların yıllarca yürüttüğü mücadeleyi göz ardı etmektedir. Cumhuriyet döneminde kadın hakları savunucularının ilk ciddi siyasi çıkışı daha 1923 seçimleriyle başlar. Kadınların siyasi ve sosyal haklara kavuşmaları için yürütülen faaliyetler sürdürülürken bu işte başı çekenlerden olan Nezihe Muhittin öncülüğünde aynı yıl daha Halk Partisi dahi kurulmadan önce Kadınlar Halk Fırkası kuruluş çalışmaları tamamlanır ve resmi müracaatlar yapılır ancak Nezihe Hanım ve arkadaşlarının parti girişimine izin verilmez.

1938-1950

MİLLİ ŞEF'İN SEÇİM UYGULAMALARI

1938'den 1950'ye kadar idaresi altında dört genel seçim düzenlenen İsmet İnönü rejimi, tek dereceli seçim sistemi, çok partili hayat, açık oy-gizli sayım ve ilk erken genel seçim gibi yeni uygulamaların denendiği seçimlere sahne olur. Bu seçimlerin ikincisi olan 1943 seçiminde bir ilk olarak 38 ilde seçilecek milletvekili sayısının üzerinde aday gösterilerek ilk defa ikinci seçmenlere tek partinin adayları arasında seçim yapma hakkı sağlanır. Dönemin şartlarında bu, demokrasi yönünde atılmış bir adım olarak sayılabilir.

1945

ÇOK PARTİLİ HAYATA ATILAN İLK ADIM

Türkiye'de çok partili hayata geçişin fiili ilk adımları Nuri Demirağ, Hüseyin Avni Ulaş ve Cevat Rifat Atilhan öncülüğünde kurulan ve 1920'den beri CHP dışında kurulan ilk parti olan Milli Kalkınma Partisi ile olur. Eylül ayında faaliyetlerine başlayan partinin genel başkanı demiryolları ve havacılık alanlarında önemli girişimlere imza atan Nuri Demirağ olur. Demirağ'ın havacılık merakının yansıması olarak kurduğu ilk sivil havacılık okulunun ilkelerini benimseyen Milli Kalkınma Partisi siyasi hayatta etkili olamasa da II. Dünya Savaşı'nın bitişiyle değişen konjonktürde artık daha demokratik ve esnek bir sisteme geçme eğilimleri gösteren devletin, çok partili sistemin önünü fiilen açması açısından sembolik bir adım teşkil eder.

1946 1950

CHP'NİN "KİRLİ" KURNAZLIĞI

Osmanlı'nın son dönemlerinde seçimin "sopalısı ve garantilisiyle" tanışan Türkiye, Cumhuriyet döneminde de "kirli"siyle tanışır. 1946 yılının ilk günlerinde Fuat Köprülü, Celal Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan'ın o zamana dek tek parti iktidarını sürdüren CHP'den ayrılarak Demokrat Parti'yi kurmaları, ülkede kısa sürede yeni partilerin oluşumunu tetikler. Sosyal Adalet Partisi, Liberal Demokrat Partisi, Çiftçi ve Köylü Partisi, Türk Sosyal Demokrat Partisi, Türkiye Sosyalist Partisi, Ergenekon Köylü ve İşçi Partisi, İslam Koruma Partisi, Yurt Görev Partisi gibi birçok partinin gün yüzüne çıktığı bu dönemde 1947'de yenilenecek seçimlerde "Tek Parti" iktidarı ile rekabet edebilecek yegâne güç DP'dir. Bu tehdidi bertaraf etme formülü olarak seçimler, hükümet tarafından bir yıl erkene çekilir. Halkın doğrudan milletvekillerini seçeceği ilk tek dereceli seçim olması ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa çok partinin katılacağı bir seçim olması hasebiyle oldukça önemli yenilikler getirmektedir ancak bu madalyonun iyi yüzüdür. Madalyonun diğer yüzünde ise açık oy-gizli sayım gibi demokrasi ile bağdaşmayan yöntemler söz konusudur. Nitekim CHP'nin jakoben garanticiliği işe yarar: Teşkilatlanma fırsatı verilmeyen partiler ve meşruiyeti kuşkulu gizli sayım sayesinde CHP 465 milletvekilinin 390'ını elde ederek iktidarı dört yıl daha elinde tutmayı başarır. Jakoben garanticiliği ve kurnazlığı bir kez daha işe yaramış görünse de bir sonraki seçimde bu kurnazlığın bedelini hezimet yaşayarak ödeyecektir.

"Ahdim olsun ki, yeni dönemde Türkiye muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacak. Türkiye küresel bir güç olarak dünya sahnesindeki yerini alacak."

Recep Tayyip Erdoğan

1950

"YETER, SÖZ MİLLETİNDİR!"

Seçimle ilk defa 1833 yılında tanışan Türkiye'nin ilk demokratik seçimlerini gerçekleştirmesi için 1950'ye kadar beklemesi gerekmişti. 1946'da yapılan bir önceki genel seçimlerdeki anti-demokratik usullerden canı yanan Demokrat Parti'nin halktan aldığı destekle yükselttiği itirazlar işe yarar ve yeni kanunla yeni bir seçim sistemine geçilir. Bu kanunla getirilen en az beş ilde aday gösterebilen muhalif partilerin seçim propagandası için radyo yayınlarından yararlanabilmeleri imkânı bugün için çok önemsiz görülebilir ancak tek radyo yayınının devlet tekelinde olduğu o günler için çığır açıcı niteliktedir. Yeni seçim kanunu demokrasi adına elzem olan başka yenilikler de getiriyordu: Bir Yüksek Seçim Kurulu'nun oluşturulması, seçimlerin hâkim güvencesi altında yapılması, idari ve askeri memurların görev yaptıkları yerde seçim kurullarına seçilememesi, oyların kapalı yerde verilmesi, seçim sonuçlarının bekletilmeden ilanı, oy pusulalarının Sulh Hukuk Mahkemelerinde korunması, TBMM ya da YSK talebi olmaksızın nakledilememesi gibi. Tüm bunlar birer ilkti ve ne yazık ki bunlar için 20'nci yüzyılın ikinci yarısının beklenmesi gerekiyordu. Gerçek anlamda çok partililiğe geçiş anlamına gelen bu seçimlerin bir diğer özelliği ise parti ve adayların propagandaya yönelmesi, radyo ve afişlerle, sloganlarla daha önce benzersiz bir mesaj renkliliği oluşturmasıydı. Şüphesiz tüm bu sloganlar içinde en etkilisi DP'ninkiydi: "Yeter, Söz Milletindir". Nitekim sonuçlar da bu sloganı doğruluyor ve 1923'ten beri süren tek parti iktidarı ile 1938'den beri süren "Milli Şef" dönemi kapanıyordu.

1950

İLK ANKET EN TUTARLISIYDI

Günümüzde seçim sonuçlarını öngörmeye yönelik anketlerden geçilmiyor hatta daha adaylar belli olmadan seçim anketleri ve tahminleri açıklanabiliyor. 1950'lere kadar ise Türkiye'de anket yapılmıyordu. Bunun son derece pratik bir nedeni vardı: Sonuçlar belli olduğu için ankete de gerek yoktu. Günümüzdeki anket çılgınlığının ilk adımı 1950'deki genel seçimler öncesinde Vatan gazetesi tarafından gerçekleştirildi. Gazete ile dağıtılan anket formlarının okuyucular tarafından posta ile gazeteye geri yollanmasına dayanıyordu bu yöntem. Formda "Oy sandığının namusuna bu defa saygı gösterilecek mi?", " Hangi partiye oy vereceksiniz?", "Kimin başbakan olmasını istersiniz?", "Cumhurbaşkanı halktan oy toplayarak seçilse, kime oy verirdiniz?" gibi sorular yer alıyordu. Dağıtılan 2 milyon forma karşılık 5 binin üzerinde geri dönüş alınan anket, seçim sonuçları konusunda oldukça isabetli sonuçlar içeriyordu. Ankete göre halk, cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü'den ziyade Celal Bayar'ı tercih ediyordu. Nitekim birkaç yıl sonra, ankette yüzde 29 oy alan Celal Bayar, yüzde 28 oranlı İnönü'nün yerine cumhurbaşkanı olacaktı.

1960-2002

TÜRKİYE'NİN KOALİSYONLARLA İMTİHANI

1946'da alelacele de olsa düzenlenen seçimler aslında çok partili hayata geçişin ilk değil üçüncü denemesiydi. Daha önce 1924'te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930'da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası ile çok partili demokratik hayata geçilmeye çalışıldı. İlkinde Şeyh Sait İsyanı, ikincisinde ise Menemen Olayı bu denemelerin başarısızlıkla sonuçlanmasına daha doğrusu kapatılmasına yol açtı. Ancak bu deneyimlerin siyasette çok seslilik sağlamaktan ziyade aykırı sesleri tespit edip susturmak üzerine kurgulanmış olduğu söylenebilir. Gerçek anlamda çok partili hayata geçişin sağlandığı 1950'den 1960'a kadar süren DP iktidarı döneminden sonra ise Türkiye adeta koalisyonlara mahkûm edilmiş gibiydi. 1923'ten bu yana 63 hükümetin görev yaptığı Türkiye'de bunların yalnızca 34'ü tek partili hükümetler oldu. 4 azınlık hükümeti, 3 geçici hükümet kurulurken 6 hükümet de darbe yönetimleri tarafından oluşturuldu. Ülkeyi uzun yıllar oyalayan koalisyon hükümetlerinin ilki 1960 darbesinden sonra 1961'de CHP ile Adalet Partisi arasında kurulan 7'nci İnönü hükümeti oldu. O tarihten sonra siyasi istikrar bulmakta hayli zorlanan Türkiye, günümüze dek 16 koalisyon hükümeti ile daha tanışmak zorunda kaldı. Bunların sonuncusu ise 28 Mayıs 1999'da DSP-ANAP-MHP ortaklığıyla kurulan 57'nci hükümet oldu. 2001 krizi ile erken seçime gitmek zorunda kalan ve dağılan hükümetten sonra Türkiye bir daha koalisyonla karşılaşmadı.

1969-1971

NECMETTİN ERBAKAN SİYASET SAHNESİNDE

Demokrat Parti her ne kadar toplumun manevi değerlerini de dikkate alan bir söyleme sahip çıkmış olsa da bir kitle partisiydi. Esas olarak toplumun mütedeyyin kesimini temsil eden bir siyasi oluşumun ortaya çıkması için hayli beklemek gerekecekti. Çok partili hayata geçilen ilk yıllarda her ne kadar önce 1946'da İslam Koruma Partisi, ardından 1951'de İslam Demokrat Partisi adında iki oluşum kurulsa da bunlar uzun soluklu olamadı ve kapatılmaları uzun sürmedi. Bunda dönemin mütedeyyin ve dini hassasiyetli gençlerini akademiye yönlendirmeyi tercih eden ve siyasete atılmalarına soğuk bakan Abdülaziz Bekkine gibi kanaat önderlerinin de etkisi söz konusuydu. Siyasete atılmak isteyen bu gençlerden biri de makine mühendisi Necmettin Erbakan'dı. Mütedeyyin ve manevi değerleri esas alan ilk hareket ise "aşırı sağcı" oldukları gerekçesiyle Adalet Partisi'ne kabul edilmeyenlerin oluşturduğu Müstakiller Hareketi namıyla 1969 seçimlerinde baş gösterdi. Bu seçimlerde 12 bağımsız vekili meclise sokan hareketin partileşmesi ancak seçimlerden sonra gerçekleşti ve 1971'de Erbakan önderliğinde Milli Nizam Partisi kuruldu. Askeri vesayetin devreye girmesiyle verilen 12 Mart muhtıracıları, partiyi birkaç ay sonra kapattı.

1960-1997

VESAYETİN GÖLGESİNDE TÜRKİYE

Türkiye'de vesayetçi yapı asker, bürokrasi, gazeteci/aydın ve iş adamları olmak üzere dört yapıda şekillendi. Bu yapının sivil uzantısı, yönetim halk iradesine geçtikçe sık sık "orduyu göreve" çağırmaktan imtina etmedi. 1960 darbesinden sonra cumhurbaşkanlığına aday olan anayasa hukukçusu Ali Fuat Başgil, Milli Birlik Komitesi üyesi üst düzey askerler tarafından fiili olarak tehdit edildi ve istifaya zorlandı. Bu tarihten 1989'a kadar seçilen/seçtirilen cumhurbaşkanları hep asker kökenli kişilerden çıktı. Aynı dönemde darbe yönetimleri tarafından kurulan hükümet sayısı da altıyı buldu. Daha sonrasında da kimi denemelerde bulunmakla birlikte vesayetçi yapının görevini sonlandırdığı son hükümet 1996'da kurulan ve 28 Şubat Süreci denilen dönemin yoğun baskısına maruz kalan Refah-Yol hükümeti oldu. Adını 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu kararlarının tarihinden alan 28 Şubat Süreci, hükümetin son bulması ve Refah Partisi'nin kapatılması ile sonuçlandı. Milletin oylarıyla seçilen bir parti, vesayet odakları eliyle siyasetten uzaklaştırılmaya çalışıldı. 21 yıl önce başlayan sürecin mimarları ile ilgili mahkûmiyet kararları ise ancak geçtiğimiz ay çıkmaya başladı.

"Devlet millet içindir, millet devlet için değil."

Turgut Özal

1980

115 TUR SÜREN CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ

12 Eylül askeri darbesinin gelişine yol açan en önemli etkenlerden biri de 1980 yılında yapılan ancak bir türlü sonuçlanmayan cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. Bu seçim, sonuçsuzluğu itibarı ile TBMM'de tam 115 kez yenilenen ancak bir türlü yeter sayıya ulaşamayan oturumlarıyla esef verici bir dünya rekoruydu. Cumhurbaşkanı seçimi 1961 Anayasası'na göre yapılıyor ve ilgili 95'inci madde konuyu şöyle öngörüyordu: "Cumhurbaşkanı (…) üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla yedi yıllık bir süre için seçilir; ilk iki oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, salt çoğunlukla yetinilir (…)" Meclis'in iki büyük partisi CHP ve Adalet Partisi önce güçlü bir aday çıkaramayınca, ardından da uzlaşma sağlayamayınca ilk turlar sonuçsuz kaldı ve nafile turlara geçildi. Uzlaşmazlık ve ciddiyetsizlik öyle boyutlara ulaşmıştı ki bazı turlarda dönemin popüler sanatçıları Zeki Müren ile Bülent Ersoy'a bile oy çıktığı görülebiliyordu. Bu turların sonuncusu olan 115'inci oturum 11 Eylül 1980 günü gerçekleşirken sonuçsuzluk yine değişmemişti. Ertesi gün beyhude seçim turlarına devam etmeye gerek kalmayacak zira ordu bir darbe ile yönetime el koyacaktı. Bu uzun uzlaşmazlık serüveninin Türkiye için faturası çok ağır oldu. Darbe süresince 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 230 bin kişi yargılandı, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı, 50'si infaz edilen 517 idam cezası verildi ve tüm siyasi faaliyetler yasaklandı.

2002-2018

MİLLETİN İKTİDARI

1983 yılında kurulan Refah Partisi'nin adayı olarak katıldığı 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçilen Recep Tayyip Erdoğan, 1997 yılında Siirt'te halka hitaben okuduğu bir şiir nedeniyle hapis cezasına mahkûm edilirken, belediyedeki görevinden de alındı. 14 Ağustos 2001'de Erdoğan'ın kurucularından olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002 yılı seçimlerinde mecliste üçte iki çoğunluğu alarak iktidara geldi. AK Parti'nin bir yıl içinde elde ettiği bu seçim zaferi aynı zamanda Türkiye'de koalisyonlar döneminin de sonu oluyordu. Türkiye o günden sonra koalisyon hükümeti görmediği gibi AK Parti de günümüze kadar yapılan tüm seçimlerden birinci parti çıkarak çok partili demokratik hayatta bir partiye nasip olan en uzun iktidarda kalma başarısını gösterdi. Hakkındaki hapis kararı nedeniyle 3 Kasım 2002 genel seçimlerine katılamayan Erdoğan, yasal düzenleme ile yasağı kaldırılınca 2003'te yine Siirt'te yapılan milletvekili yenileme seçiminde oyların yüzde 85'ini aldı ve parlamentoya girdi. Hakkında "Artık muhtar bile olamaz" şeklinde başlıklar atılan Erdoğan, daha sonra AK Parti hükümetlerinin başbakanı olduğu gibi 2014 yılında da cumhurbaşkanı seçildi. Bu süreç içinde 2006'da gerçekleştirilen Danıştay saldırısının AK Parti ile ilişkilendirilmesi çabaları, 2007'de AK Parti'nin cumhurbaşkanı adayının seçilmesini engellemek için çıkarılan "367 gerilimi", yine 2007'de Genelkurmay sitesinden yayınlanan "e-muhtıra", kamuda başörtüsüne serbestlik düzenlemesi yapan AK Parti'ye kapatma davası açılması, 2013'te çıkan Gezi Parkı olayları, Başbakan Erdoğan ve bazı bakanları hedef alan 17 ve 25 Aralık girişimleri 2016'da 15 Temmuz darbe girişimi türünden kalkışmalara rağmen AK Parti, iktidarda kalmayı sürdürdü. 2002 yılından günümüze kadar girdiği bütün seçimleri kazanarak benzersiz bir sivil siyasi sürecin temsilcisi oldu.

"Ellerini ovuşturarak Türkiye'nin sıkıntıya düşmesini, diz çökmesini, pes etmesini bekleyenleri bugüne kadar sevindirmedik, yine sevindirmeyeceğiz."

Recep Tayyip Erdoğan

BİZE ULAŞIN