Gökhan Ergür: Karantinada eve taşıdığımız Dünya

Karantinada eve taşıdığımız Dünya
Giriş Tarihi: 21.5.2020 15:12 Son Güncelleme: 21.5.2020 15:14
Artık evlerden çalışmaya başladık. Bu süreçte gördük ki aslında büyütülen ve karmaşık gibi görünen birçok iş evlerden yönetilebiliyor ve bazı iş kollarının her gün işe gitmesine bile gerek kalmıyor.

İnsanın evi, kurtuluş ümididir. Dünyanın zorbalığından, çevrenin kıyıcılığından ve anlaşılmamanın doğurduğu yorgunluktan kaçıp saklandığımız, dinlendiğimiz, huzur bulduğumuz mekânlardır evlerimiz. Bazen geniş, bazen çekirdek, bazen de tek kişilik yalnızlıklara yurt olan evler, insanın hayatına düzen ve alışkanlık kazandırır. Kişiliği ve yaşantısı düzgün birisi için "'evine bağlı", biraz vurdumduymaz ve henüz olgunlaşmamış kişiler içinse "ev, bark kurunca düzelir" denir. Bu bağlamda ev manevi olarak hem şahsiyet sahibi olmanın bir göstergesi hem de toparlayıcı, düzenleyici bir mertebedir.

Covid-19 sebebiyle yaşamış olduğumuz pandemi günlerinde hepimiz evlerimizdeyiz. Çalışan ebeveynler, okula giden çocuklar, hafta sonu bir türlü evde tutamadığımız gençler, komşuya lif örmeye giden nineler, cami bahçesinden ayrılmayan dedeler artık tüm gün aynı çatı altında beraberler. Hem yaşamış olduğumuz yoğun stres hem korkutucu belirsizlik hem de sahip olduğumuz hayat alışkanlıklarıyla beraber evlerimize sığmaya çalışıyoruz.

Daha önce hiç pandemi yaşamadık ve dolayısıyla karantina da… İşte bu yüzden ne yapacağımıza, nasıl yaşayacağımıza, nasıl sağlıklı kalacağımıza dair zaman zaman zorluklar yaşayabiliyoruz.

Sürekli ellerimizi yıkıyor, televizyondan ve sosyal medyadan Koronavirüs haberlerini takip ediyor ve gece geç saatlerde yataklarımıza giriyoruz. Anormal zamanlarda normal davranmak en büyük anormalliktir. Yaşadığımız süreç tüm dünya için çok yeni ve bizler yavaş yavaş bu yeniliğe uyum sağlamaya, yeni bir hayat biçimi geliştirmeye ve normalliği yeniden inşa etmeye gayret ediyoruz. Bu dönemde yaşadığımız en köklü değişim şüphesiz ki çocuklarımızın eğitim hayatına uzaktan eğitim yöntemi ile devam etmeleri oldu. Dünyada birçok üniversitenin ve eğitim kurumunun uyguladığı uzaktan eğitim modelinde öğrenciler, derslerini bulundukları yerdeki bilgisayar, telefon veya tablet yardımıyla takip edebiliyorlar. Buna ek olarak Millî Eğitim Bakanlığı kısa süre içerisinde ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde üç farklı televizyon kanalı açıp ders içerikleri çekerek gün boyunca öğrencilere hem internet hem de televizyon aracılığıyla ders dinleme imkânı sunmuş oldu.

Ritim değişirse dans da değişir

Bu durum hâliyle ders dinleme, çalışma planı hazırlama ve ödev yapma alışkanlıklarını da değiştirdi. Kısa vadede bu saydığımız alışkanlıkların pedagojik olarak nasıl olması gerektiğine dair çalışmalar yapmalıyız fakat burada özellikle eğitimci arkadaşlarımıza şunu hatırlatmak gerekiyor sanırım: Bu süreç bitecek ve yeniden okula döneceğiz. Şu an estirilen hava ve yapılan çalışmalar sanki bir daha hiç sınıf ortamında bulunmayacakmışız ve tüm eğitim artık sadece internet üzerinden sürdürülecekmiş gibi.

Ruh sağlığı uzmanları olarak hem yetişkinlerin hem de çocuk ve ergenlerin teknoloji bağımlılığından korunmaları için spor yapmalarını, hobi edinmelerini, dışarıda bir hayat olduğunu fark etmelerini istiyorduk. Fakat bugün insanların ruh sağlıklarını korumaları için sevdikleriyle görüntülü konuşmalarını, uzaktaki aile üyeleriyle toplu bir şekilde online görüşmelerini öneriyoruz.

Burada elbette ki önemli kıstaslardan biri kullanım süresi ve amacı; lakin kullanım süremiz ve amacımız ne kadar doğru olursa olsun internet âleminde bizim zamanımızı ve ilgimizi harcamak için kurulmuş milyar dolarlık tuzaklar var. Eğitim ve iletişim için elimizde başka bir alternatif olmadığı için şimdilik ritim değişirse dans da değişir ilkesiyle hareket ediyoruz fakat bu sürecin en büyük tehlikelerinden ve çıktılarından biri teknoloji bağımlılığı olacak.

Eğitimin, sosyalleşmenin, iletişimin ve eğlencenin teknoloji vasıtasıyla yapıldığı bir dönemde eğitimcilerin ve ebeveynlerin dikkatli olması gerekiyor. Bütün iyi niyetleri ve gayretleriyle çocuklara daha fazla eğitim vermek isteyen eğitim kurumlarının hazırlamış oldukları eğitim planları, çocukları saatler boyunca bilgisayara mahkûm etmemeli. Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk online ders sürelerini belirlerken konuyla alakalı birçok araştırmaya ve uzman görüşlerine başvurarak bir karar verdiklerini açıklamıştı. Bu bağlamda online ders süresinin 25-30 dakikayı aşmaması çocuklarımızın ve gençlerimizin derslerini takip etmesini kolaylaştıracaktır.

Çocuklar gerçek dünyayı görmeli

Ebeveynler ve eğitimciler çocukların önlerinden çekilip onların gerçek dünyayı görmesine izin versinler. Çocukları bu dönemde eğitim ve aktivite bombardımanından kurtarıp insanların ne yaşadığını ve hissettiğini göstermemiz gerekiyor, ruhsal gelişimleri için bu oldukça önemlidir. Dünyada hiçbir problem yokmuş ve her şey yolundaymış gibi hayatımıza devam edemeyiz.

Evet, şu an dünyada büyük bir problem var ve hepimiz bu problem karşısında bir çıkış yolu arıyoruz; bu arayışımızı, çaresizliğimizi, mutsuzluğumuzu çocuklarımızın da görmesi ve tecrübe etmesi gerekiyor çünkü bu tecrübeler onların ilerleyen yıllarda daha güçlü bireyler olmaları için elzemdir. Çocukların haz ve ödül mekanizmalarını abartılı etkinliklerle beslemek yerine; şu an dünyanın ve insanlığın zor bir sınav verdiğini, gereken önlemlerin alındığını, sürecin biraz sabır gerektirdiğini, gereken hijyen ve sağlık kurallarına uyarsak bu süreci atlatacağımıza dair konuşmalar yapmak onlar için daha faydalı olacaktır.

Karantina sebebiyle dışarı çıkamayan gençlerle yaptığım görüşmelerde büyük bir kısmının evde olmaktan dolayı mutlu olduklarını gördüm. Şüphesiz, hazırlanıp okula gitmemek ve teknoloji ile daha fazla vakit geçirmek bunda etkili ama bir yandan da her gün sofrada anne ve babayı beraber görmenin, onlarla doyasıya vakit geçirmenin ve aileyi keşfetmenin de büyük bir payı olduğunu düşünüyorum.

Çocuklar süreçten mutlu, peki ya anneler? Gözlemlediğim kadarıyla ev yaşantısının organizasyon yükünü yine annelerimiz omuzluyor. Geç uyuyan çocukları sabah erkenden online ders için uyandırmak, ödevlerini takip etmek, anlamadıkları konular hakkında destek olmak, okulla ilgili gelişmelerden haberdar olup çocuğa aktarmak gibi konularda bir eğitim uzmanı gibi evlatlarına destek olmaya çalışıyorlar.

Bir de yemek bahsi var tabi. Okulda veya iş yerinde yenilen sabah kahvaltıları, öğle yemekleri artık eve taşındı. Dolap dolduğu gibi boşalıyor, hane halkı can sıkıntısından ve stresten dolayı mutfaktan çıkmıyor ve mutfakla ilgili her konuda ne yazık ki gözler anneleri arıyor. Bu yükü tek başına hanımefendilerin omuzlarına yüklemek büyük bir haksızlık. Hâlihazırda yaşamış oldukları yoğun strese, belirsizliğe ve korkuya ek olarak her gün "acaba bugün ne yemek yapsam"' endişesi de eklenince ortaya üzücü bir tablo çıkıyor.

Aynı evin yabancıları

İş yaşantısı ya da kişisel tercih gereği ev işleri için dışarıdan destek alan ve bu süreçte buna ara veren hanımefendilerin; çocuk, eş, iş, temizlik ve yemeğe ek olarak kendi duygusal süreçlerini beraber yürütmesi zorlayıcı olabilir. Aile, ortaklık demektir. Burada aile üyelerine düşen görev hâlihazırdaki işleri bölüşmek ve evin tüm işlerinden hepimizin sorumlu olduğunu yeniden hatırlamak.

İnsanın olduğu yerde iletişim, iletişimin olduğu yerde de iletişim kazaları bulunabilir. Günlük rutinlerimizden, bize iyi gelen uğraşlarımızdan, mekânlardan ve arkadaşlarımızdan uzak kaldık. Bu durum hâliyle hepimizde duygusal bir gerginliğe, rahatsızlığa ve zaman zaman da öfkeye neden olabilir. Öfke, engellenmişlik hissinden doğar ve tüm dünya şu an büyük bir engellenme yaşıyor.

Öfke patlamalarını önlemenin bir numaralı kuralı bizi rahatsız eden konular hakkında zamanında geri bildirimler vermek, zamanında vermediğimiz her geri bildirim bir bardakta birikir ve ufak bir damlayla taşar. Bizler de içinde bulunduğumuz bu zor dönemde birbirimize karşı daha anlayışlı, daha hoşgörülü olmak için fazladan çaba göstermeli ve hepimizin duygusal olarak yıprandığını unutmamalıyız.

Aynı çatı altındayız fakat bazen aynı çatı altında birbirine yapancı insanlarla karşılaşıyoruz. Eşimizin, çocuğumuzun, annemizin ya da babamızın doğum gününü, en sevdiği filmi, en sevdiği şarkıyı, unutamadığı öğretmenini ya da çocukluk hatıralarını hiç dinlememiş olabiliriz. Evde olduğumuz bugünler birbirimizi daha da yakından tanımak ve hikâyelerimizi öğrenmek için büyük bir fırsat. Eşinizle, çocuklarınızla ya da aile büyüklerinizle röportajlar yapıp bunları kayıt altına alın, ilerleyen yıllarda bunun ne kıymetli bir hazine olduğunu anlayıp bugünlerimizi tebessümle anacaksınız.

Ekran yıldızı olmak ya da olmamak

Artık evlerden çalışmaya başladık. Bu süreçte gördük ki aslında büyütülen ve karmaşık gibi görünen birçok iş evlerden yönetilebiliyor ve bazı iş kollarının her gün işe gitmesine bile gerek kalmıyor. Yine bu süreçte saatler süren toplantıların online platforma taşınınca daha kısaldığını ve işlerin artık daha 'gerekli' kısımlarının tartışıldığını gördük.

İş memnuniyeti ile ilgili yapılmış objektif anketlerde gördüğümüz şey hep insanların işlerinden memnun olmadığı ve işe gitmek istemedikleriydi. Büyük bir çoğunluk için işe gitmek pek de keyifli bir uğraş değildi. İşe gitmeyince ailemize ve kendimize daha çok vakit ayıracak, okumayıp biriktirdiğimiz kitapları okuyacak, yeni belgeseller izleyecektik.

Artık işe gitmiyorduk ve saydığımız bu şeyleri yapmak için önümüzde uzun vakitler vardı fakat karantinanın daha ilk haftasında sıkılmaya başladık. Can sıkıntımız bir türlü geçmiyordu, biriktirdiğimiz tüm enstrümanlarımızı kullanmıştık. Bu sefer tanıdığımız ya da tanımadığımız insanların can sıkıntısını gidermek için neler yaptığını merak ettik. Etrafımızı: ''Netflix'te izlenecek dizi önerisi olan var mı? Hangi filmleri, kitapları önerirsin?'' diyen insan toplulukları sardı. Buradaki temel gerçeklik ve problem bu insanların kendileriyle baş başa kalmaktan korkması ve bu korkuyla, can sıkıntısıyla yüzleşmemek için sürekli olarak kendilerini meşgul etmeye çalışmasıdır.

Büyük bir çoğunluk kısa bir süre sonra her sabah söylenerek gittiği iş ortamını özlemeye başladı. Özlemin sebebi elbette işinin değerini anlaması, sevmesi ve özlemesi değil; sadece işin sebep olduğu oyalanma hâli. İş, bizi temelde kendimizden uzaklaştırır; boşluğumuzla, hatalarımızla, keşkelerimizle, anlamsızlığımızla karşı karşıya gelmemizin önüne geçer; içine çeker, öğütür ve aynılaştırır. Özlediğimiz şey tam olarak bu: Bireyselleşmek değil, herkesleşmek. Bireyselleşmenin yükü ve bedeli ağırdır çünkü.

Ev ve iş yaşantısı aynı odada

Hem aile hem de iş yaşantısını aynı oda içerisinde sürdürmemiz gerekiyor. Bir yandan kardeşler arası kavgayı önlemek için çözüm ararken aynı anda üst düzey bir yetkilinin mailine cevap vermemiz gerekebiliyor. Çeşitli kanalların canlı yayınlarına katılan uzmanların evinden gelen çocuk ya da çatal bıçak seslerine ya da kamera açısına aniden giren aile üyelerine alıştık artık. Bunlar sayesinde bir nebze de olsa keyfimiz yerine geliyor.

Kamera demişken, artık iş toplantıları ve bireysel görüşmeler online bir şekilde kamera karşısında yapılıyor. Garip olan şu; eskiden görüntülü arama yaparken ya da video kaydı alırken tedirgindik ve kendimizi pek de rahat hissetmezdik (en azından kendi kuşağım için bunu söyleyebilirim) fakat şimdi bir zamanlar kamera karşısında tedirginlik yaşayan birçok kişi her akşam yılların televizyoncuları gibi son derece rahat ve özgüvenli bir şekilde Instagram canlı yayını yapıyor ya da yeni açtığı YouTube hesabına yüklediği videolarını paylaşıyor. Bunu yargı belirten bir tonda söylemiyorum çünkü ben de aynı gemideyim lakin bir dönem utandığımız bir eyleme bu kadar çabuk alışma ve sürdürme konusundaki becerimiz beni fazlasıyla endişelendiriyor.

BİZE ULAŞIN