Yeni bir ülke yeni bir şehir; Amman
Amman da bu yargıdan nasibini fazlası ile alır. Antik Roma devri eserleri ile bile beklentileri karşılamaz. Cebel-i Kal'a'daki Emevi Saray kalıntılarını saymaz isek şehrin İslam geçmişine dair bir iz bulmak da oldukça zordur. Bu yüzden Avrupalı turistler eğlenmek, yemek yemek için Amman'a, gezmek için Petra'ya, bir çöl fantezisi için Wadi Rum'a giderler. Kendinden bir iz arayan bizler içinse Ürdün'de gidilmesi gereken şehir Amman'a on beş yirmi dakika uzaklıktaki Salt'tır. Orada Osmanlı'nın inşa ettiği bir şehir karşılayacaktır sizi. Merkezde cami, hükümet konağı, parke taş döşeli bir çarşı, iki katlı dükkanlar, ahşap kapılar, yeşil trabzanlı balkonlar, çevrede tepelere doğru sıralanmış görenlere Mardin'i hatırlatan sarı renkli taş evler. Camiü's-Sağir, Sûku'l-Hammam ve Ebu Cabir, Tûkan ve el-Hatib ailelerine ait görkemli konaklar, dantel gibi işlenmiş taşın zerafeti. Tepede ise I. Dünya savaşında şehri savunurken şehit düşmüş Türk askerlerinin mezarları.
Romalıların sevgi kardeşlik manasına 'Filedelfiya' dediği, Lut Aleyhisselam'ın torunlarından olduğu düşünülen Amunların ismini verdiği 'Rabbetü'l-Amûn' zamanla, yüzyılını bile doldurmayan bir ülkenin, kök salacağı mazide kararsız başkenti oluverir. Osmanlı'nın yerleştiği Salt ihmal edilir. Amman öne çıkar. Hafızalar temizlenir. Yeni ülkenin yeni tarihi 1921'de Amman'la yeniden başlar.
Bu itibarla, kısa süreli bir seyahatle sevebileceğiniz bir şehir değildir Amman. Tanımak ve sevmek için vakit geçirmeniz, havasından suyundan nasiplenmeniz, anılar biriktirmeniz gerekir. On yıl önce bir günlüğüne uğradığım Amman benim için de pek bir anlam ifade etmemişti. O zamanlar tekrar geleceğimi ve bir yıl kalacağımı nereden bilebilirdim.
"Medinetü'l-Kamer"
Bazı Ürdünlüler 'Medinetü'l-Kamer' diyorlar Amman'a. Belki de bu şehre en çok bu isim yakışıyor. Ay daha bir parlak, yıldızlar daha bir ışıltılı sanki. Masmavi bir gökyüzü, yüksek tepeler, temiz ve nispeten serin bir hava, zeytin bahçeleri, çam ağaçları… Berrak bir gökte ayın bütün hallerini temaşa edebilmek, vakti belirlemek, yön bulmak da bu şehrin hediyesi.
Amman sair Ortadoğu şehirlerine nispetle temiz caddeleri, sokakları, sıra sıra dizili beyaz, krem, sarı renkli taşlarla kaplanmış dört beş katlı apartmanları, villaları ile sessiz, sakin bir görüntü sunar, bakanı yormaz. Arap memleketlerine has o karmaşayı, canlılığı görebileceğiniz belki de tek yer Vasatü'l-Beled'dir. Şehrin merkezi. Amman, bayrağındaki yedi köşeli yıldızla temsil edilen yedi tepeliğe kurulu bir şehir. Bu tepelerden biri 'Cebel Kal'a' diğeri 'Cebel Amman'. Vadide Vasatü'l-Beled. Hüseyni Camisi'ne paralel uzanan caddeler, sıra sıra dükkânlar, önlerinde hediyelikler, beş altı katlı binalar, aralara sıkışan yuvarlak camlı, balkonlu taş yapılar, kafeler, lokantalar, kahvehaneler, dışarı taşan masalar, sandalyeler, felafelcilerden yükselen dumanlar, birbirine karışan kahve, nargile, baharat, meyve ve kızgın yağ kokuları, kasetçilerden yükselen Arap şarkıları, cami avlusunu ve caddeleri dolduran seyyar satıcılar... Baş döndürücü bir kalabalık ve gürültü. İşte Ortadoğu. Benim Amman'da en sevdiğim yer. Sair Arap memleketlerine benzer bir havayı teneffüs edebildiğim nadir bir mekan.
Cebel Kal'a'dan şehri temâşa ettikten sonra ara sokaklardan üç dört katlı eski apartmanlara, balkonlara bakarak Haşimî meydanına inmeli, antik tiyatroyu görmeli, Vasatü'l-Beled'de alışveriş yapmalı, dükkânların, kafelerin, lokantaların arasına sıkışan kitapçılara bakıp, Hüseyni Camisi'nde namaz kılmalı, önünüze çıkan ilk dükkândan bir limonata veya demirhindi alarak serinlemeli, mensef yiyip üstüne naneli bir çay içmelisiniz. Bir başka Amman temaşası için yine ara sokaklardan, merdivenlerden Cebel Amman'a Rainbow caddesine çıkmalısınız. Bir kafe bulup nargile ve kahve söylemelisiniz.
Rainbow caddesi adından da anlaşılacağı üzere Batı tarzının bu coğrafyaya sunduğu caddelerden biri. Şehrin diğer mekânlarında tek tük rastlanılan Batılı turisti burada grup halde görmek mümkün. Geniş kaldırımlar, sokağa taşan kafeler, mağazalar. Buradaki iki üç katlı evler, binalar sanırım altmışlarda, yetmişlerde inşa edilmiş. Bazıları bana Suadiye'deki, Fenerbahçe'deki eski villaları hatırlattı. Geniş uzun balkonlar, duvarlarına işlenmiş mozaikler, büyük camlar, panjurlar, bahçeler, demir kapılar. Cadde Cebeli Amman'da. Karşı tepede ise Kal'a, Roma kalıntıları, Emevi Sarayı ve tepeye doğru sıralanmış Amman'ın eski, güneşten sararmış, üst üste, alt alta, sıra sıra dizilmiş, iki üç katlı taş evleri.
Her şehrin olduğu gibi Amman'ın da farklı yüzleri var. Cebel-i Amman'a hele Rainbow'a gelen Arap'la Vasatü'l-Beled'deki arasında dağlar kadar fark var. Vasatü'l-Beled'in insanı bizim Eminönü insanı. Ülkenin vasatı, garibanı orada. Çarşıdaki, pazardaki Çin malı ürünler onlara hitap ediyor. Rainbow mimari olarak olmasa da insan karakteri bakımından Bağdat caddesine benziyor. Motosiklete binen, köpeklerini gezdiren Ürdünlüler burada. Mağazalardaki ürünler, kafelerdeki menüler oldukça pahalı. Ortalama 200-250 dinar (600-700 TL) maaş alan bir Ürdünlü'nün bu kafelerde oturabilmesi bile bir lüks. Şehre ilk geldiğimde orta gelirli insanlarla, zenginlerin aynı muhitte oturduklarını görmek beni umutlandırmıştı. Evimin olduğu Cübeyhe'de sıradan apartmanların arasında karşıma malikâneler, villalar çıkıyordu. Ama çok geçmeden o malikanelerin, villaların görkemli kapılarının sıkı sıkıya kapalı olduğunu, sahiplerinin etrafındakilere aldırmadan bu ülkenin nimetlerinden istifade ettiklerini, paylaşmaya da hiç niyetlerinin olmadığını fark ettim. Sonra o malikânelerin çatılarında, bahçelerinde, köle ile hizmetçi arasındaki farkı idrak edemeyen ev sahiplerine aylık 100-150 dolara hizmet eden, memleketlerinden kopup gelmiş, sessiz, itaatkâr Bangladeşli, Filipinli kadınları gördüm.
Yolum, zamanında Filistinli mültecilerin yerleştiği Cebel Hüseyin muhayyemine (Çadırkent) düştüğünde ise dünyadaki tüm şehirlerin bu anlamda birbirine benzediğini bir kez daha görmüş oldum. Amman'ın bir başka tepesi olan Cebel Hüseyin'in bir tarafı lüks mağazaların, kafelerin ve lokantaların sıralandığı bir cadde. Diğer tarafı ise Filistinli göçmenlerin oturduğu gecekondular. İlk gelen Filistinliler dönme fikriyle önce çadırları mesken tutmuşlar. Yerleşmek istememişler. Ancak İsrail'in Filistin'deki hâkimiyetini günden güne arttırması onlara da ümitlerini kaybettirmiş. Zamanla çadırlara temel atılmış, duvarlar örülmüş, çatı eklenmiş. Çocuklar, torunlar doğmuş, yeni katlar çıkılmış. Bakımsız evler, bozuk yollar, yetersiz altyapı, çöp yığınları ve yaşam mücadelesi veren yorgun, kanaatkâr insanlar ve her şeye rağmen gülen çocuklar. Cebel Hüseyin muhayyeminin şehrin ortasında olmasına rağmen gördüğümüz Amman'la hiçbir ilgisi yoktu.
Gurbet vatan Amman
Henüz Amman'da bir Çerkesle tanışamadım ama burada şehrin mozaiğini yansıtırcasına üç yakın arkadaşım oldu. Bir Filistinli, bir Suriyeli ve bir Ürdünlü. Onların penceresinden gurbetin nasıl vatan olduğunu ve insanın kendi vatanında nasıl gurbetlendiğini görmüş oldum. Şairin dediği gibi; "Gâh olur gurbet vatan gahi vatan gurbetlenir".
Filistinli arkadaşım Menar üniversitede öğretim görevlisi. Babası ilk göçenlerden. İlim ve hal ehli bir aileden geliyor. Dedesi bir Nakşi şeyhi, Yafa'da medfun. Çalışma odasındaki dedesinin resmini, yazdığı kitapları gösteriyor. Memleketini, Mescid-i Aksa'yı görmeyi, dedesinin mezarını ziyaret etmeyi ne kadar çok istediğinden bahsediyor. Ama ülkeye giriş yapabilmesi için Filistinli olmayan biriyle evlenmesi ve İsrail'den muvafakat alması gerekiyor. Menar da tüm Filistinliler gibi çok çalışıyor. Varlık gösterebilmek için tek imkânı çalışmak, işini doğru yapmak. Aksi takdirde bulunduğu ülkede barınabilmesi, itibar görebilmesi çok zor. Askeri ve mülki kadrolar Ürdünlülere tahsis edildiği için kendilerine sunulan diğer kapıları zorluyorlar. Kampüste, kütüphane de, yolda, taksi de rastladığım Filistinlilere soruyorum dönmek istiyor musunuz diye. Yaşı kemale ermiş, hele de Mescid-i Aksa'yı görmüş olanların önce bir gözleri parlıyor; "keşke" diyorlar. Sonra bakışlarını yere indirip kadere rıza gösteriyorlar. Gençler ise dönmeye bu kadar hevesli değiller. Filistin onlar için uzaktan sevdikleri ve özlem duydukları ama dedelerinin hatıralarında kalmış bir vatan. Yeni vatanları ise Ürdün.
Oradaki mültecilerin daha iyi durumda olduğunu düşünüyorlar. Civar memleketlere dağılan akrabalarından sadece Türkiye'de olanlarından güzel haberler duyduklarını söylüyorlar.
Mülteciler dünyanın hiçbir yerinde sevilmezler. Burada da gün geçmiyor ki bir Ürdünlü'den şikayet duymayayım. Arkadaşım Dalya şikâyet etmeyen nadir Ürdünlülerden. Ürdün Üniversitesinde doktora öğrencisi. Hali vakti yerinde bir aileden geliyor. Zarif, ilim ehli. Aslen Ürdün/Aclunlu. Onun vatanı burası ama o ne Ürdün'ü ne de Amman'ı seviyor. Yapılmayan ıslahatlardan, önü tıkanan taleplerden, ağır işleyen bürokrasiden, insanların bilinçsizliğinden, tembelliğinden yılgın, ümitsiz. Ben "bak gökyüzü ne kadar berrak, hava ne kadar latif" diyorum. O bana "çok sevinme yakında hamasin rüzgarları başlar, şehir kumla dolar nefes bile alamazsın" diyor. Gözü yollarda. Başka memleketler görmek, başka insanlar tanımak istiyor. "Dünyada muhakkak Ürdün'den daha güzel bir yer vardır" diyor. Evet doğru muhakkak vardır. Ama hiçbiri vatan değildir…
Elbette arkadaşlarım bu şehirde yaşayan Filistinlilerin, Suriyelilerin, Ürdünlülerin hepsini temsil edemez. Doğadaki her canlı nevi şahsına münhasır. Şehirlerde insanlar gibi. Mukimleri kadar mülevven.