Tıp, tabip ve iletişim

Hakkı Öcal 25 Şubat 2020, Salı
(Sağlık çalışanlarına Şiddet vakalarında) Hemen her ifadede saldırganın, “Doktor Bana dedi Ki...” diye başladığını görüyoruz.

Editörlerimizle, belirlenen aylık tema üzerine sohbet ediyoruz; "modern tıp" teriminin telaffuzu üzerine, birden nâbeca bir anı, nörotransmitter ormanındaki yerinden hoplayıp, nasıl olduğunu modern tıbbın hâlâ ancak teorik düzeyde bilebildiği hatırlama denilen sürecin en ön safında yerini alıyor. Neydi bu anım?

"Tıpta ayıp olmaz" derler ya! O hesap ben de izninizle anlatayım: Evvel zaman içinde, bendeniz sünneti takip eden günlerde, üzerinize afiyet, ağır bir sarılık episodu (vakası) geçirmiştim. O tarihte mi aklımda kalmış; yoksa daha sonra annem ve teyzemin yedi düvele ilan etme gayretleri vesilesiyle anlattıkları renkli enstantaneleri hatırlayıp bunları anı sandığım için midir, bilemem. Ama bu sarılığın atlatılmasında modern tıp yerine, geleneksel tıbbın imdadıma koştuğunu ifade edeyim. Neydi geleneksel tıbbın tavsiyesi? Komşulardan bir ninenin ilettiği, "Bu oğlan korkmuş! Siz buna idrarını içirin; geçer!"

Ne sünnet sonrası idrar yolu enfeksiyonu geliyor komşu ninenin aklına ne hemolitik sarılık ne de enfeksiyonlardan kaynaklanan karaciğer hasarı! Zaten kendisinin bu gibi bir tıp uzmanlığı olduğunu da sanmıyorum. Sonuçta komşu nine kendisi! Komşu doktor hanım değil!

Her ne ise! Ne var ki "Oğlum al şu bardağı... İçine işe sonra da dik tepene, iç!" tarzında bir yaklaşımın çözüm sağlamayacağını bilecek kadar bütün aile psikoloji ilmine vakıf ve fıtraten iletişim denen şeyi bildikleri için bu etkin tedavi yöntemi, etkin madde dokusu ve rengi itibariyle kayısı hoşafına benzediği için, böyle bir kisve altında uygulanmış ve hem hasta gereğinden fazla üzülmemiş hem de hastalık en kısa zamanda giderilmiş.

Ben bunu daha sonra ne kadar tabibe sordumsa hemen hepsinden aynı küçümseme edasıyla aynı cevabı aldım: "Böyle koca karı ilaçları her toplumda bulunur!" Bulunur elbette! Ama mesele bunun neden işe yaradığı değil, uygulanmasındaki iletişim sanatı.

Belki de böyle bir hastalık ve tedavi yok! Sadece büyükler "Şu oğlanı ilerde herkesin içinde ballandıra- ballandıra anlatıp utandıracağımız bir anımız olsun!" diye kasten uyduruyorlar.

Doktor-hasta iletişim sanatı

Özetle bu konu bizi hasta-doktor ilişkisinin en önemli boyutuna, iletişim meselesine getiriyor ki modern tıp ne kadar modernleşse de iletişim insan olgusu olduğu için her gün bir yenisi bulunan tarihi yerleşim yerleri ile birlikte toplu yaşamamızın bir rüknü olan iletişimin de tarihi sürekli geriye gidiyor; o kadar gelenekselleşiyor.

Fas'taki Cebel İrhud yerleşim yerinde fosilleşmiş iskeletleri bulunan sekiz "insan" için uzmanlar 300 bin yıllık oldukları tahminini yapıyor; demek ki, iletişim de 300 bin yıllık bir geçmişe sahip. Ne kadar modernleşse de modern tıbbın da tedavi açısından bir insan olgusu olduğu düşünülürse, onun da iletişiminin yakın ölçüde eski olduğuna hükmedebiliriz.

Peki, bu ikisinin modern versiyonları neden bir araya gelmiyor veya gelemiyor.

Önce bu hükme nereden varıyoruz? Bakıyoruz, dünyanın en fedakâr, en diğerkâm, en çok çalışan, sanatları ve bilimleri icabı hayata başlatan ve hayatın bitmesine engel olan kişiler olan doktorlarımıza en aşağılık, en insanlık dışı muameleyi reva gören insanlar çıkabiliyor aramızdan. Gerçi haberleşmenin artması ve yoğunlaşması bu olayları artmış gibi gösteriyor da olabilir ama bize yansıyan tarafından bakarsanız, bu tür olayların arttığı kanısına kapılıyoruz.

Neden bu olaylar artıyor veya artmış gibi görünüyor? Hayatı başlatanın da bitirenin de Yaratan olduğuna inanıyoruz insanlar olarak. Rububiyet faslında ayrı inançlarımız olsa da uluhiyet faslında, inananların çoğu aynı tarzda inanırlar: Hayatı başlatan da bitiren de Yaratıcı'dır. Ama anasının rahmindeki bebeğin boynuna kordonunun dolandığını anlayıp koridorda, dizlerinin üzerine yatırdığı kadını ameliyat edip bebeğin hayatına devamını sağlayan doktorun sadece Büyük İrade'nin bir vesilesi olduğuna inansanız da onun yaptığı, biz küçük iradeler açısından muazzam bir iş değil midir?

Aynı şekilde, günlük gazete ve televizyon diliyle söylersek, son dakikada hayata döndürülen sayısız insanın hikâyesinde, çoğu zaman adı "nöbetçi doktor" diye geçirilen bir kahraman yok mudur?

Ne bu şiddet?

Peki, o zaman aynı insana ertesi gün, bir hasta yakınının uyguladığı şiddet nedir?

Şu kadar kişi, bellerinde silah, pala ve satırla filanca hastaneye giriyor; bir doktora saldırıyor vesaire… Haberin yanında, o neredeyse kutsiyet atfettiğimiz beyaz önlüklü bir genç adamın, eli yüzü kanlı fotoğrafı! Uydurmuyorum! Bu cümleyi aynen bir gazetemizden alıyorum. Neden? Bu soruya döneceğiz; ama daha geniş baktığımızda, belediye otobüsü ile sürtünen özel aracın içindeki beş genç adamın, ellerine geçirdikleri sopalar ve taşlarla içi yolcu dolu otobüse saldırdıklarını görüyoruz. Bu neden?

Herhangi bir ilimizde herhangi bir kavşakta durun ve sokağı seyredin. O gün değilse ertesi gün ya da -vaktiniz varsa- o hafta içinde bir gün ya bir manavın önünde ya bir pastanede ya bir kavşakta insanların yumruklaşmasına tanık olma ihtimaliniz çok ama çok yüksek. Bu yazı için masa başına geçmeden yarım saat önce böyle bir itişmeye fotokopicide -evet, Allah'ın fotokopicisinde- tanık olmuş bir kişi olarak soruyorum: İnsanın nasıl bir acil işi olur ki, fotokopicide sıra kavgası başlatabilir.

Bu soruların cevabı, bizatihi o olayla ilgili değil. Sorun, iletişimde. İlk sorumuza dönersek: Tıp modern, insanlar modern ama iletişimimiz ilkel.

Seansı 500 dolarlık bir "kişisel gelişim" seminerinde duyabileceğiniz bir ifadeyi kullanmama izin verin: Biz çözüm odaklı konuşmayı unuttuk. Derdimizi anlatmak için "giriş cümlesi" kurmayı beceremiyoruz. Veya becermiyoruz. Veya bunun bir zorunluk olduğunun farkında değiliz. Veya bunu hiç öğretmediler bize.

Bir araştırmacı genç arkadaşım, doktorlara saldıranların karakol ve mahkeme ifadelerini derliyor ve bunlara bakarak, şiddet olaylarının öncesinde nasıl bir iletişim sorunu gözlenebileceğini araştırıyor. Derlemenin müncer olacağı tez henüz yazıldığı için fazla ayrıntıya girmek doğru olmaz; ama hemen her ifadede saldırganın, "Doktor bana dedi ki..." diye başladığını görüyoruz.

Sağlıklı bir iletişim

Şiddeti, hiçbir şey haklı gösteremez ama dikkatli bir iletişim analizi ile şiddete giden yolun nerelerden geçtiğini anlayabiliriz. Bu ifadelerden yola çıkarak yapılacak bir genelleme, bize şunu gösteriyor: O adeta kutsallık atfettiğimiz beyaz önlük içindeki sağlık uzmanı, sözüne başından değil ya sonundan ya da en iyi ihtimalle ortasından başlıyor.

Oysa insanların konuşa-konuşa anlaşması için, konuşmanın bir bütünlük içinde ta en başından başlaması gerekiyor. Her konuşmanın "en başı" karşınızdaki kişiyi, sorunlarını, ruh hâllerini, kaygılarını, sizinle konuşma ihtiyacı içinde olmalarını gerektiren durumu kavradığınızı teyit ettiğiniz noktadır.

Sadece beyaz önlüklü değil, üniforması ne renk olursa olsun, hatta hiç üniforması bulunmasın ama iletişimde "otorite tarafını" temsil eden kişinin sağlık bir konuşmaya "en başından" başlaması şarttır.

Ne olur, "Ee, kardeşim sana söyle demek kolay. Sen gel de sabah 6'da ameliyata başla, nefes almadan ondan çık ona gir; bu arada hasta yakınına dert anlat!" diye okumayın bu satırları. Eğer sabah 6'dan akşam 18'e kadar ameliyattan ameliyata, hastadan hastaya koşuyorsanız, demek ki az zamanda çok iş yapma beceriniz var; o hâlde 26 kelimelik bir zamana, 84 kelimeyi sıkıştırabilirsiniz.

Bütün yapacağınız, hangi kelimelerin olumlu, hangilerinin olumsuz etki yapacağına dair bir saniyelik düşünmeden ibaret! Çok aykırı bir yere sıçrayayım, doktor bey, ki bunun sadece sizin sorununuz olmadığında mutabık kalalım.

En başta olması gereken kelimeler

Eskişehir'e hızlı tren bileti alacağım ve daracık, havasız bir yere sıkıştırılmış olan Pendik tren istasyonunda (canım Haydarpaşa'nın ferah ve havadar salonlarında da olurdu aynı şey, üzülmeyin!) bir gişe görevlisine soruyoruz:

"Eskişehir'e hızlı tren kaçta?"

Herkes, her an, bizim her sorumuza cevap vermekle yükümlü; çünkü bizim acelemiz var. Ayrıca biz internet nedir duymamışız; TCDD artık kendi sitesinde her türlü trene her türlü bileti kesiyormuş ama haberimiz yok.

Çünkü biz Mars'tan geliyoruz. Onun için gelip, daracık yerde bütün gün oturan ve alnından ter damlayan görevliye sormamız lazım!

O da cevap veriyor tabiatıyla:

"Orada koca levha var. Ona baksana birader!"

Güzel şey, hepimiz kardeşiz, biraderiz, hemşireyiz, dayıyız, amcayız bu ülkede. (Beni en çok sevindiren de "baba" ve hatta "dede" hitaplarıdır!) Ne var ki, benim gibi önemli bir soru sormuş olan bir kişiyi "birader" kısmı değil de bu cevabın "oradaki koca levha" kısmı oluyor ve bu cevapta "kör müsün ulan!" anlamını anında seziyorum. Tabii iletişimin geri kalan kısmını düşünmek bile istemezsiniz.

Kendi örneğimize dönersek, doktorcuğum, geçenlerde bir yerde sizin veya bir arkadaşınızın evdeki büyük annesi için reçete isteyen bir vatandaş tarafından şiddete maruz kaldığınızı okumuştum. Siz değil miydiniz? Peki, sıkıntı yok! Başka biriydi. Sinirlenmeyin hemen.

"Evdeki hastaya rapor verilir mi birader? Getir buraya, bakalım. Rapor gerekiyorsa veririz." Hiçbir yeri yanlış olmayan bu ifade peki neden şiddet sebebi oluyor? Şundan oluyor: İçerdiği kelimelerden değil, içermediği kelimelerden. Nedir o kelimeler? En başta olması gereken kelimeler…

Empati: 6 harfli bir destan

Çözüm odaklı bir iletişim için, lafa empatimizi belirten bir giriş yaparak başlamalıyız. Empati… Altı harfle anlatılan bir destan… İngilizcesi, Fransızcası otuza yakın kelime ile eş anlamlı. Türkçemizde, sık kullanmadığımız için olacak, tek kelimelik karşılığı yok (TDK'da "duygudaşlık" diye bir karşılık verilmiş ama ben kullanan kimse duymadım). (Bir parantez daha: Rahmetli, büyük edebiyat hocası Ahmet Kabaklı bir kelimenin tek kelimelik karşılığı yoksa, o kavramın da hayat felsefemizde yeri olmadığı anlamına geldiğini söylerdi.)

Empati kısaca, "karşımızdakinin ruh hâlini anlama çabası" olarak açıklanıyor. Özetle, "Tamam birader, senin acelen var" gibi bir şey söylemek anlamına geliyor. Veya "Tamam anneanne gelemez; yürüyemiyor. O zaman biz gelelim; hem raporu verelim, ilacı yazalım, hem de bakalım başka şikâyeti var mı? Yaşlıları yılda bir sağlık kontrolünden geçirmek zaten şart."

Çok vaktiniz varsa veya içinizden gelirse, şunları da ekleyin doktorcuğum:

"Şimdi bu evde bakım çok kolay. Size de uygun bir zamana randevu vereceğiz. Ekibimiz gelecek. Hatta gerekiyorsa evde röntgen hariç her türlü tahlil, araştırma da yapılabiliyor artık. Tüm bunlar ücretsiz, yani ilave bir ücret alınmıyor…"

Eskiler buna "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkartır" diye bir metafor da uydurmuşlar. Teyzem kim bilir ne diller dökmüştür bana o idrar hoşafını içirtirken, "Aslan oğlum benim. Sünnet olmuş da paşa olmuş benim aslanım…"

Çözüm odaklı dedik, doktorcuğum. Çözüm yılanı deliğinden çıkartmak değil mi? 45 saniyelik bir empati cümlesi yetiyor bunun için.

Sen de birader; tren bileti kesen arkadaş, "Birader sana zahmet şuradaki levhaya bir bakar mısın? Tam en son bilgi oradadır. Ben şimdi ne söylesem, yanlış olur," lafını tekrarlayıver. Biliyorum, gelip sana soruyorlar orada danışma varken. Ne yapacaksın? Herkesin işi acele, herkesin canı tez bu zamanda…

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.