Pop müzik arabeskle etkileşime geçince pop kültürü oluştu

Lacivert Yazı İşleri 16 Mayıs 2016, Pazartesi
Popüler müzik dediğimizde işin içerisine görsellik de giriyor.

Müzikolog Uğur Küçükkaplan ile Türk pop müziğinin gelişim süreci üzerine konuştuk. Türkiye'de pop müziğin, dünyadaki pop müzik gelişiminden farklı olarak arabesk müzikle beraber asıl kimliğine kavuştuğunu söyleyen Küçükkaplan, "Bugüne kadar pop müzik üzerine yapılan çalışmaların popüler kavramı üzerine yağunlaştığını ve müzikal kısmın eksik kaldığını düşünüyorum" şeklinde konuştu.

Şöyle başlayalım: Bir müzik parçası hangi şartlarda popüler oluyor?

Bir şeyin popüler olabilmesi için geniş bir kitle tarafından takip edilmesi ve alımlanması gerekiyor. Dolayısıyla en önemli unsurlardan birisi -bu tanımların içerisinde ortak diyebileceğimiz unsur- geniş bir kitle tarafından takip edilmesi ve tüketilmesidir diyebiliriz.

Belli bir zaman diliminde tüketilmesi mi?

Güncel bir şekilde tüketilmesi. Mesela bir ürün ortaya çıktıktan dört-beş sene sonra eğer kıymeti anlaşılıp, dinleniliyorsa -genel algı açısından söylüyorum- bu popüler bir ürün değildir. Popülerlik biraz da ekmek tüketmek gibi bir şey. Bir çabukluk durumu söz konusudur popülerlikte, çünkü siz o gün çıkan ekmeği tüketirseniz ertesi gün fırıncı yeni ekmek çıkartacaktır. Bu böyle devam eden bir şeydir. Ben bunu birbirinin aynısıdır anlamında söylemiyorum. Sadece bir şeyin üretilir üretilmez anında tüketilmesinden bahsediyorum. Dolayısıyla 'popüler' için söyleyebileceğimiz şey; üretilir üretilmez geniş bir kitle tarafından tüketilmesi.

Toplumun sadece bir katmanı bunu tüketse popüler olmuyor o zaman?

Şöyle ki; toplumun belli bir katmanı eğer o toplum içerisinde geniş bir yer tutuyorsa bu da popüler sayılır.

Onu biraz daha daraltalım o zaman. Benim gençlik yıllarımda, 90'ların ortası diyebilirim buna, Müslüm Gürses'i toplumun sadece bir kesimi dinliyordu ama 2000'lerden sonra toplumun her kesimi dinlemeye başladı. Müslüm Gürses yön değiştirdi ve kitle çeşitlendi. Tek bir kitlenin onu sahiplenmiş olması onun 90'larda popüler olmadığını göstermiyordu aslında. Demek istediğiniz böyle bir şey sanıyorum.

Evet kesinlikle. Özellikle bu geniş bir kitleyse böyle. Neden bunu söylüyorum? Türkiye'de kimilerince adına 'elitist' denen ve toplumsal açıdan baktığımızda genelin içerisinde çok küçük bir yer kaplayan kesim Türkiye'de Çok Sesli Batı Müziği'ni ya da Klasik Batı Müziği'ni dinleyen, sahiplenen, destekleyen bir kesim ama bunu popüler müzik anlamında ele alacak olursak Klasik Batı Müziği'nin Türkiye'de popüler müzik olduğu anlamına gelmiyor.

Ama ona da tüm zamanların popüleri diyorlar.

Tüm zamanların popüleri çok muğlak bir kavram. Böyle dediğiniz vakit cevaben size çok başka argümanlarla gelirler. Bunun içerisine kültür girer, siyaset girer ve 'tüm zamanların popüleri' dediğiniz şeyin altından bir sürü şey çıkar. Dolayısıyla bu açıdan baktığınızda aynı zamanda Klasik Türk Müziği için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Üç sene önce de vardı, 200 sene önce de vardı, bugün de var. O yüzden ben tüm zamanların popüleri tanımına katılmıyorum.

Tüketimle yakından bağlantılı bir durum var.

Evet. Dolayısıyla tüketimle yakından ilişkili olması onu aynı zamanda kapitalizmin önemli araçlarından biri haline getiriyor. Bu beraberinde şunu doğuruyor; bir şeyin toplumun farklı katmanlarındaki insanlarca benimsenmesi, o ürünün teknik anlamda ve verdiği mesaj açısından fazla derinlikli olmayan, basit bir şey olduğunu gösterir. Bir popüler müzik türü geniş bir kitle tarafından dinleniyorsa da biz o müzik üzerine araştırma yaparken, o müziğin kitle ile ilişkisini irdelerken, o kitleyi sanki o müzikten tek bir mesaj alıyormuş gibi yekpare düşünürüz. Sizin verdiğiniz örnek üzerinden gideyim, çünkü kalkıp da bizim Müslüm Gürses dinleyen 15 milyon insanı tek tek inceleme şansımız yok. Biz onların hepsini 'Müslümcüler' olarak niteleriz. Hepsinin aynı mesajı aldığını düşünürüz.

'Pop müzik' tanımlaması o şarkıların çok dinlenen şarkılar olduğunu mu ifade ediyor?

Tabii ki, ama zaman içerisinde popüler müzik bir ana başlık olarak kalıyor. Bu ana başlığın altında pop müzik bir tarz, bir tür olarak ayrışıyor. Bir parçanın türsel anlamda pop müzik çatısı altında ele alınmasının nedeni alıcı kitlesinin geniş olması değil; çünkü o artık popüler müzik adı altındaki türlerden birinin bir ürünü oluyor. Müzikteki birtakım teknik özellikleri düşünün. Ezgisinin yapısı, kullanılan enstrümanlar, nasıl aranje edildiği gibi özelliklere bakınca teknik olarak pop çatısı altında duruyor. Evet, ona pop müzik demek zorundasınız. Onu diğerleri kadar geniş bir kitle dinlemese bile.

Mesela Barış Manço best of'unu çıkarttığında 'Dağlar Dağlar' parçasına ney ezgileri eklemişti. O dönemde popüler olduğu için kullanmıştı bunu değil mi, çünkü eski kayıtta ney değil, kabak kemane vardı bildiğim kadarıyla?

Tabii. Her dönemin moda olan unsurları var. Buna o dönemin sound'u diyebilirsiniz ama popüler müzik dediğimizde işin içerisine görsellik de giriyor. Bununla birlikte sahne şovu, yorumcunun giydiği kıyafetler, sahnedeki müzisyene kalabalık bir orkestra eşlik ediyor, bunlar döneme göre değişiyor. Bu işin yön vericileri elbette ki Avrupa'dan Amerika'dan çıkmış isimlerdir. Benim için popstar tanımını tam olarak karşılayan tek bir isim var o da Michael Jackson. Çağının çok ötesinde biri olmuştur hep. Michael Jackson çok iyi satılmış bir ürün, çok iyi satılmış bir marka. Hatta o dönemi hatırlayınız, bugün hâlâ çok büyük olan bir içecek markasını yanına aldı ve o marka Michael Jackson'la meşhur oldu. Size Michael Jackson'ı iyi satabilmelerinin nedeni, aynı zamanda Ortadoğu ülkelerine Barbie bebeği de satabiliyor olmaları. Bütün Ortadoğulu kız çocuklarının elinde Barbie bebek var. Ne ninesi Barbie bebeğe benziyordu, ne annesi benziyor, ne kendi benziyor. Barbie bebeği satamasaydı, Michael Jackson'ı da bu kadar geniş kitleye satamazdı. Bu söylediğimiz Michael Jackson'ın değerinden bir şey kaybettirmez. İyi bir şarkıcıydı, iyi bir dansçıydı, iyi bir fotoğraftı ama bütün bu özellikleri de çok iyi pazarlanmış, çok iyi prodüksiyonlarla desteklenmiş bir isimdi. O anlamda şanslıydı da tabii. Michael Jackson alana kot pantolonu da yanında verir gibi bir hayat tarzı yayıldı. Dönem dönem değişmekle birlikte, öne çıkan görsellik bazen deri monttur, bazen saç uzatmadır, sakaldır ama hep bir şey vardır. Çünkü kalıcılığını, onun topluma tutunmasını sadece müzik üzerinden yapamazsınız.

Türkiye için Michael Jackson ayarında biri var mı?

Tarz anlamında söyleyemem. Tüm değişimlerine rağmen 50 yıllık süreçte Sezen Aksu mesela hep en çok dinlenen şarkıcılardan biri oldu. Yani 70'li yıllardaki biri de dinliyordu Aksu'yu, 80-90 ve 2000'liler de dinliyor. Bu alınan lezzetin aynı olduğu anlamına gelmiyor tabii ki ama dinleniyor yine de.

Dönem dönem popüler olan şarkıların ortak bir özelliğinden bahsetmek mümkün mü?

Teknik anlamda ezgisinin insanları bir araya toplayabilmesi lazım. Müzik albümlerinin içinden genelde bir ya da iki tane şarkı öne çıkartılır ve onlara göre klipler çekilir. Dolayısıyla burada o şarkının söz ve şarkı birleşmesi açısından bir standardı yakalaması önemlidir.

Türkiye'de popüler müziği tarihsel olarak belli evrelere ayırabilir miyiz?

Cumhuriyetin ilk yıllarını çok başka türlü değerlendirmek lazım. Daha doğrusu dünyada 1950'ye kadar müziği farklı değerlendirip incelemeliyiz. Özellikle teknolojinin gelişmesi, radyo, televizyon, plaklar… 1950 öncesinde yapılan müzikler, hem teknik/içerik bakımından, hem halka ulaşım biçimi bakımından, hem de halkın müzikten beklediği şeyler bakımından ayrılması gereken şeyler. Zaten popüler müziğin tam anlamıyla ticarileşmesi de 1950'lerden sonraya denk düşüyor. Yine Amerika'da ve Avrupa'da 'rock and roll' zirveye tırmanıyor. Müziğe görselliğin girmesi çok önemli bir kırılma noktası.

Yani o zamana kadar müzik yüksek bir kültürün ürünü mü?

Tam olarak yüksek kültür değil ama kolay ulaşılamayan bir şey diyebiliriz. Sonrasında evde ayaklarınızı uzatıp plağınızı istediğiniz zaman dinleyebileceğiniz bir dönem geliyor. Tabii ki müziği dinleme açısından bir rahatlık, bir konfor oluşuyor ve kısmen de olsa verilen önemde ve ciddiyette farklar meydana geliyor. Buradan günümüzdeki teknik imkânlara gelesiye kadar hepsi müzik algısında bir kırılmadır.

Değeri ölüyor mu peki?

Müzik sanatını algılayan kitle bakımından söylüyorum, müziğe bakış açısı bakımından, müziği ciddiye alış açısından değersizleştiren ve önemsizleştiren bir şey haline getiriyor çabuk ulaşılması. Kolay ulaşılabilir bir şey ama bunun dışında bizim keyif almamız, daha çok eğlenmemiz için yapılan bir şey. Dolayısıyla müziğin sanat olma yanı değersizleştirilmiş ve göz ardı edilmiş oluyor. Bir de siz iyi müziğin ayağına gidersiniz, bu illa konser salonuna gidiş değil, plağı alış da bir ayağa gidiş. Pazar konserinin saatini bekleyip, televizyonun başına oturup ona vakit ayırmak da ayağına gidiştir. Burada öyle değil, müzik sizin ayağınıza gelmeye başlıyor. Mesele sadece müziğin bir sanat olarak değersizleşmesinde değil, en az bunun kadar zararlı bir şey daha var: Sadece müziğe değil, her şeye erişimdeki kolaylık. O yüzden teknoloji bu işin müsebbibidir diyorum. Bu, insandaki en tehlikeli iki yanı harekete geçirdi. Doyumsuzlukla birlikte insanın içindeki benmerkezci tarafı harekete geçiren, şahsiyet duygusunu müthiş pompalayan bir durum; üç akortla gitar çalabilen veya banyoda sesi kulağına güzel gelen her Türk genci, kendini şarkı söyleyebilir ve kitlelere sunabilir zannetmeye başladı. Bunu sağlayan şey ise kolaylık. Bugün televizyondaki şarkı programlarını düşünün. İnanılmaz insanlar çıkıyor. Diyorsunuz ki bazen, bu sesle bu insan nasıl çıkıyor? İşte o ses ona, sana geldiği gibi gelmiyor.

Pop müzik üzerine çalışmalar yapan biri olarak eldeki çalışmaları nasıl görüyorsunuz?

Pop müzik üzerine çalışmaların popüler kavramı üzerine yoğunlaştığı ve müzikal kısmının eksik kaldığını düşünüyorum. Özellikle sözün, söz kültürünün esas alındığı ve ziyadesiyle politize olmuş bizim gibi toplumlarda, müzik kendi başına söz söyleyici bir unsur olarak görülmez. Çünkü biz ısrarla popüler müziklerle, popüler müziklerdeki sözlerle siyaset arasında ilişki kurmak istiyoruz. Çok istiyoruz bunu, gönülden istiyoruz, mutlaka yapmak istiyoruz. Mesela yıllarca arabesk müziğin siyasetin malzemesi haline getirilmesi… Bu arabesk müzik, bir müzik çeşidi. Bir Allah'ın kulu şu notalar ne anlatıyor demedi; hep sosyolojisi üzerinde duruldu.

Peki kitabınızın (Türkiye'nin Pop Müziği) bu tarzdaki diğer çalışmalardan farkı ne?

Türkiye'de bu mesele bir müzikolog tarafından ele alınmadı. Konuyu ele alanlar, genelde müzikle ilgili yazılar yazan kişiler oldu ve enteresan bir şekilde çalışmalar daha ağırlıklı olarak sözler bağlamında ele alındı. Muazzam politize olmuş insanlar ve hatta kendi politik görüşüne, kendi inancına, politik görüşüne yakın insanları öne çıkarıp bunları öne çıkaran, dışındakilere yer vermeyen çalışmalar yapıldı. Benim çalışmam, kimi dinleyip kimi dinlemediğim üzerinden yapılmış bir çalışma değil. Aksine yazarın ne dinleyip ne dinlemediğini anlamıyorsunuz, bu çok önemli. Bir ikincisi özellikle 80'li yılları işleyen çalışmalarda siyasi meseleler çok fazla öne çıkıyor, ama 80'li yıllar Türkiye'de, Amerika ve Avrupa'daki popüler müziklerden ve pop müzikten farklı olarak kendi kültürel özelliklerinden, kendi müzikal özelliklerinden beslenerek özgün örnekler ortaya koyabildiği tek dönemdir. Sözlerin anlamı bakımından, müzikal derinlik bakımından, daha buraya özgü, daha yerli bir pop müzik ortaya çıkıyor. Belli kişilerin öncülüğünde, böyle bir hareket ortaya çıkıyor. Bugün baktığınız zaman Türkiye'deki pop müzik literatürü içerisinde adına ister 'hit' deyin, ister efsaneleşmiş şarkılar deyin, bunlar 80'lerden çıkan işlerdir. Müzikal derinlik bakımından, müzikal arayışlar bakımından, teknik zenginlik bakımından özellikle Onno Tunç, Atilla Özdemiroğlu gibi öncü müzisyenlerin yaptığı birbirinden kıymetli besteler, düzenlemeler var. Bu bizi şuna götürüyor. Birileri müziği ısrarla siyasi bir malzeme olarak ele alıp bundan siyasi bir şeyler devşirmek istiyor, bunu bir yere kadar anlarım. Müzik her zaman siyasetten, toplumsal gelişmeden tabii ki etkilenmiştir veya siyasi iktidarların kullandığı bir şey olmuştur çünkü toplum üzerinde etkisi var. Teknik açıdan ele aldığınızda ise, siyasi anlamda olumsuzlukların yaşandığı karmaşık bir dönemden geçiyorsak, müzik de o oranda değersizleşir, zayıflar gibi bir sonuç çıkartamazsınız. Bunun olamayacağını gösteren örneklerden biridir 1980'ler. İnanılmaz çalışmalar yapılmıştır. Ta ki 90'lı yılların ortasına kadar...

90'larda ne oluyor da bu süreç tıkanıyor?

90'lı yıllarda piyasada genel bir doygunluk durumu oluşmaya başlıyor. Arabesk müzik 80'li yıllarda pop müzikle müthiş bir etkileşim içine giriyor, pop müziği etkiliyor. Zaten bu çalışmaların ortaya çıkmasında da bir etki alanıdır arabesk müzik fakat belli bir siyasi görüşe sahip, aşırı politize olmuş yazarlar bu meseleyi bilimsel açıdan ele almak yerine meseleye taraf olurlar, arabeski ısrarla kötülerler. Hâlbuki 70'lerin ortasına kadar özgün pop müzik diye bir şey yoktur. Pop müzik, arabeskle etkileşime geçince daha bize ait bir pop kültürü oluşmaya başlamıştır. 90'lı yıllar aynı zamanda arabeskteki üretimin de durmaya başladığı, üretimin düştüğü yıllar olduğunu söyleyebilirim.

Pop müzik de bundan dolayı mı zayıflıyor?

Doğrudan bundan değil ama bunların hepsi birer unsur. Aynı zamanda bu önemli kişiler 90'ların ilk yarısında yaşıyorlar. 90'ların ikinci yarısında çok erken aramızdan ayrılan isimler var, Onno Tunç ve Uzay Heparı. Bu arayışları yapan müzisyenlerin arkası gerçekten gelmiyor. Gelmemekle birlikte, biz 90'lı yıllarda teknoloji ve internetle birlikte dünyaya açılıyoruz ve dünyadaki gidişattan daha yakından haberdar olup takip etmeye hatta taklit etmeye başladığımızdan itibaren burada kendi içinden gelebilecek arayışların önü zaten kesilmiş oluyor. Yurtdışıyla bağlantı arttıkça insanların dünyayla olan entegrasyonu güçleniyor ama müzikal anlamda adeta bir önceki döneme dönüş gibi bir taklit başlıyor. Dünyadaki sound'u kopyala yapıştır dönemleri 90'ların ikinci yarısında başlamıştır. 2000'lerde özgün bir şey zaten söz konusu değil artık. Bir de 2000'li yılları henüz yazabilecek olgunlukta değiliz. Biraz zaman geçmesi lazım.

Teşekkür ederiz.

UĞUR KÜÇÜKKAPLAN KİMDİR?
Piyano eğitimine beş yaşında başlayan Uğur Küçükkaplan, 12 yaşında girdiği Pera Güzel Sanatlar'da Fahri Pekiner ile piyano, Özcan Özbek ile solfej çalıştı. Burada katıldığı London College of Music'in sınavlarında başarılı oldu ve çeşitli sertifikalar aldı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Etnomüzikoloji ve Folklor Anabilim Dalı'nda üç yıl boyunca solfej dersleri verdi. Küçükkaplan'ın, arabesk müziğin teknik özelliklerini doğrudan müzikal analizlerle ele aldığı ve Türkiye'de bu konuda yapılmış ilk müzikolojik çalışma olan Arabesk-Toplumsal ve Müzikal Bir Analiz isimli kitabı, Ayrıntı Yayınları etiketiyle Şubat 2013'de piyasaya çıktı. Halen çeşitli kurumlarda piyano, solfej, armoni, kontrpuan, müzik teorisi ve müzikal analiz dersleri vermekte olan Küçükkaplan, müzikle ilgili çalışmalarına devam etmektedir.

Benzer Haberler

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.