Batılı erkeğin haremi

Meltem Kural 30 Eylül 2014, Salı
Erkekler ve kadınlar birbirleri için yaratılmıştır; ama karşılıklı bağımlılıkları eşit olmaktan uzaktır. Erkekler arzuları nedeniyle kadınlara muhtaçtırlar; kadınlar ise hem arzuları hem de ihtiyaçları nedeniyle erkeğe muhtaçtırlar. Biz onlar olmadan yaşayabiliriz; onlarsa bunu yapamazlar. [...] Onlar, bizim duygularımıza, sahip oldukları faziletlere biçtiğimiz kıymete, çekicilikleri ve erdemlerine verdiğimiz değere muhtaçtırlar. Jean-Jacques Rousseau (Emile, 1762)
Avrupa'da her iki dünya savaşının ve imparatorluk hayallerinin geride bırakıldığı postkolonyal dönemde, imalat sanayinin yerini hizmet ve bilişim sektörüne dayalı postendüstriyel ekonomi anlayışına bırakmasıyla birlikte kolonileştirmeden sömürgeleştirme düşüncesinin benimsendiği yeni bir döneme girildi. 60'lı yıllarda Vietnam savaşı ve sivil haklar mücadelesi gölgesinde ortaya çıkan karşı kültür hareketi (counter culture) ve pek çok genç Amerikalı erkeğin zorunlu askerliğe karşı çıkarak savaşa katılmamak için direnç göstermesi, Batı'da bilhassa I. Dünya Savaşı öncesi hüküm süren savaşçı ve cesur erkeklik algısının değişmekte olduğunu gösteriyordu.
Gerçekten de Vietnam Savaşı sonrası ortaya çıkan tablo eskisinden tamamen farklıydı. Savaşmaya hazır olmak artık erkekliğin bir ön şartı olarak algılanmıyor, büyüyen tüketim toplumu ve ortaya çıkan modern hayat tarzları hem erkek hem kadın algılarını temelinden sarsıyordu. Erkeklik artık daha çok araba, motor, elektronik cihazlar ve saat gibi belli tüketim mallarının tüketimi ile ilişkilendirilen bir mefhum olurken, ikinci feminizm dalgasıyla kadınların kamusal alanda görünürlüklerinin ve etkilerinin artmasına bağlı olarak o zamana kadar sadece erkeklerin hakimiyet alanı olarak algılanan iş dünyasının kapıları kadınlara açılıyordu. Bunun neticesinde evi geçindirme sorumluluğunun çiftler arasında paylaşılması ile erkeğin geleneksel aile reisliği de tartışmalı hale geliyordu.
Bununla birlikte kadın ve erkek arasında birçok alanda ortadan kalkan sınırlar ve iç içe geçen roller Batı'da 'queer kimlikler'in ortaya çıkmasını ya da daha fazla görünürleşmesini sağlayacak, bu ise zamanla heteroseksüel erkeklik algısı için bir tehdit oluşturacaktı.
İdeal erkeğin değişimi
Tüm bu gelişmeler karşısında Batılı erkek, modern hayatın erkekleri feminize eden etkilerinden korunmak için çareyi kadınların istila edemeyeceğini düşündüğü tek alan olan fiziksel ve fizyolojik farklılıklarını ön plana çıkarmakta aramaya başladı. Bu eğilimin sinemadaki yansıması olarak 50'li ve 60'lı yılların Singing in the Rain ve My Fair Lady gibi romantik müzikallerinden alışık olduğumuz takım elbiseli ve beyefendi kahramanlarının yerini, Rocky serileri ve Fight Club benzeri vurdulu kırdılı aksiyon filmlerindeki gibi film boyunca yarı çıplak gezen kaslı ve agresif esas oğlanlar alacaktı. Böylece 80'li yılların başından itibaren görsel medya ve eğlence sektörü tarafından topluma ideal erkek olarak sunulan bir 'kaslı erkek' kurgusu ortaya çıktı. Öyle denebilir ki; Batı'nın Antik Yunan imgelerinden devraldığı ideal erkek bedeni Avrupa'da ikinci rönesansını yaşıyordu.
Michelangelo'nun David heykeli gibi mükemmel ve kaslı bir fizik yapısına sahip olabilme arzusuyla birçok zararlı yan etkisi olmasına rağmen günümüzde bilhassa genç erkekler arasında yaygın olan kas geliştirici tüketimi ve bigoreksiya olarak bilinen vücut geliştirme hastalığına yakalananların sayısındaki artış, fiziksel güçle bağdaştırılan kadim erkeklik kurgusunun bugün de geçerliliğini koruduğuna işaret ediyor.
Yeni kimlikler; eski alışkanlıklar
Batıdaki sosyo-ekonomik ve teknolojik gelişmeler, artan şehirleşme ve beraberinde getirdiği bireyselcilik; teknoloji bağımlısı, saldırgan, kariyer düşkünü, işkolik, metroseksüel gibi postmodern erkek kimliklerinin ortaya çıkmasında önemli rol oynarken, bazı kökleşmiş alışkanlıklar konusunda aynı hızda bir dönüşümden bahsetmek mümkün olmuyor. Örneğin günümüz Batı toplumunda iş ve siyaset dünyasında hâlâ ezici bir erkek egemenliğinin mevcut olması gibi. Karşı cinsten mesai arkadaşlarıyla aynı ve hatta bazen onlardan daha yüksek mesleki bilgi ve tecrübeye sahip olmalarına rağmen üst düzey yönetici statüsünde veya stratejik önem arzeden pozisyonlarda kadınların temsil oranlarının tek haneli rakamlarda seyretmesi, tüm eşitlik söylemlerine rağmen Avrupa'da var olan 'cam tavan sendromu'na dikkat çekiyor. 1980'li yıllarda Amerika'da ortaya atılan 'cam tavan' kavramı, kadınların veya toplumda azınlık olarak kabul edilen insanların iş dünyasında yükselmelerini engelleyen görünmez ve dolayısıyla aşılmaz engeller olarak tanımlanıyor. Pek çok Avrupa ülkesinin bu durumla mücadele edebilmek için kadınların iş ve siyaset alanlarında üst düzey temsil güçlerinin belli bir oranın altına düşmemesini öngören 'kadın kotası' konusunu tartışıyor olması, Batılı erkeğin bu egemenlik alanlarını kadınlarla kendi rızasıyla paylaşmaya henüz psikolojik olarak hazır olmadığını gösteriyor.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.