Fatıma Betül Baştürk: 3 SORU 3 CEVAP

3 SORU 3 CEVAP
Giriş Tarihi: 18.12.2023 12:19 Son Güncelleme: 18.12.2023 12:20

Benden öteye gidecek arkadaşlar da ilerden boy versinler isterim

Prof. Dr. Fatıma Betül Baştürk
Diş hekimi

Geçmişte Avrupa Endodonti Derneği Başkanı'nın asistanı olarak görev aldınız. Bugün ise Türk diş hekimliği tarihinde endodonti alanında ilk başörtülü profesör olarak bizlere bir gurur yaşattınız. Hikâyenizden biraz bahseder misiniz? Yola bu hedefle mi çıktınız?

Bir gün kendimi bir hastanede, doktorun karşısında otururken buldum. Karşımdaki doktor bir nörologdu. Ve ablamın tıp fakültesinden dönem arkadaşıydı. Yüzü buruşmuş, elindeki telefondan radyoloji bölümünü bağlamalarını söylüyordu. Radyoloji bölümünü bağladılar. Kısık sesle "MR'da gördüğüm şey bir artefakt mı? Tekrarladınız mı çekimi?" diyordu. Buraya bir not gireyim; Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nin Radyoloji bölümü oldukça çetin ceviz bir bölümdür. Bu sebeple "artefakt" gibi basit radyoloji terimlerini gayet iyi biliyordum. Bazen cahillik mutluluk azizim. Kısacası, nöroloğum karşısındaki radyoloğa "burada gördüğüm şey bir röntgen hatası mı, değil mi?" diyordu. Bu demekti ki doktorum tetkik sırasında beynimde bir "şey" görmüştü ve bunun bir görüntüleme hatası olup olmadığını sorguluyordu. Ablamın arkadaşı olan doktorum telefonu kapattıktan sonra benden müsaade istedi. "Ablanla konuşmalıyım" dedi. Bir şeyler kesinlikle tersti. İşte bir gün, kendimi bir hastanede, doktorun karşısında, beynimde bir kitle olduğunu işitirken buldum. O zaman dönüp hayatınızı bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçiriyorsunuz. "Önceliklerim neydi ve neden bu konumdaydı? Ben hayatımda neyi başardım, ne için başarmıştım?" gibi. Sanırım benim önceliğim kendimi kanıtlamak üzerineydi. Kime mi kanıtlayacaktım? Beni başörtülü olduğum için kabul etmeyen bir eğitim sistemine, seçilip gelse bile "Şu kadına haddini bildirin" diyerek başörtülü vekili kovan bir meclise, Türkiye'de hiç başörtülü yaşamıyormuş gibi lanse eden bir medya temsiliyetine… Kısacası beni ben olduğum için kabul etmeyen bir ülkeye kendimi kanıtlamaya çalışıyordum. Yola bu hedefle çıkmamıştım tabii ki. Yol beni bu hedefe doğru iteklemişti aslında.

Diş hekimliği ve sonrasında profesörlüğe uzanan sürecinizde herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı, umutsuzluğa düştüğünüz anlar oldu mu? Eğer karşılaştıysanız bu zorlukları nasıl aştınız?

Bir gün kendimi bir muayenehanede, akupunktur uygulayan bir doktorun karşısında otururken buldum. İlk ameliyatım sonrası şikâyetlerim tam olarak geçmemişti. Durum böyle olunca modern tıbbın yanı sıra Doğu tıbbından da faydalanayım dedim. Akupunktur için gittiğim doktor bana "insan en çok uğraştığı şeyle imtihan olur" demişti. Kendisi bir anatomi profesörüydü. Ablamın da vaktiyle üniversitede hocası olmuştu. "Misalen" dedi, "dâhiliye doktorları midelerini deler gelirler, diş hekimleri ekseriyetle yüz felci geçirir." Ben de diş hekimiydim ama yüz felci geçirmemiştim. Beynimde bir şeyler ters gidiyordu. O zaman durup düşündüm; "beynimi bozacak ne yaptım acaba?" diye. Beynim bence hizmet aşımına uğramıştı. Senelerce önüme konan engelleri aşarken bir yandan da karşımdakinin en saçma sorularına nasıl politik cevaplar verebileceğime, lafı nasıl gediğine koymaya uğraşacağıma, kendimi sarmalların içinden, bir başka sarmala girmemek üzere nasıl çıkaracağıma beynimi o kadar çok yormuştum ki. Gündelik hayatta "akşam ne pişirsem?" veya "marketten ne alacaktım?" gibi basit sorulara bile beynim hata vermeme sebep oluyordu. Çünkü sıralamam yanlıştı. Önce marketten malzemeleri alıp, akşam evde pişirip bir güzel yemek, sonra dişlerimi fırçalayıp üstüne iyi bir uyku çekmem, sabaha "bu da geçer ya hu" demek gerekiyordu. Nitekim yüzümde bir sürü akupunktur iğnesiyle sedyede uzanırken buna karar verdim. Ve çok şükür ki bu da geçti ya hû.

Fatıma Hanım, bir röportajınızda temsilin en büyük motivasyon kaynağınız olduğunu söylüyorsunuz. Temsil olarak kastettiniz şey nedir ve neden bu kadar çok önemsiyorsunuz?

Bir gün kendimi bir şezlongda, denizi izlerken buldum. Öyle bir Türkiye'de büyümüştüm ki, başörtülüler "kamusal alan" olduğu iddia edilen okul, adliye, askeriye gibi pek çok yere alınmıyordu. Hatta bunun ötesinde, tatil yapmak isterseniz tesettür mayonuzla bırakın havuzu, o otelin kıyısında bulunan denize bile girmenize izin verilmiyordu. Verdiğim bu örnek henüz ergenken hafızama kazınmış, bir şekilde silinmiyor. Mesela, denizde yüzmeyi sevdiğimi daha birkaç sene önce keşfettim. Çünkü biri bana "neden denize girmiyorsun?" dese "denize girmek serbest mi?" diye karşılık veresim gelirdi. Hâlbuki o ergen hafızamla önden denize girmiş birini hatırlamayı çok isterdim. Bu sayede denizi sevdiğimi 35 yaşında değil de 15 yaşında fark edebilirdim. Dolayısıyla benim yaptığım da aslında sadece boy vermek. Su benim boyumu geçmedi çok şükür. Ama benim boyum kısa. Benden öteye gidecek arkadaşlar da ilerden boy versinler isterim. Çünkü su çok güzel…

BİZE ULAŞIN