Sena Subaşı: Hastalıklar arttı çünkü toksik yiyecekler tüketiyoruz

Hastalıklar arttı çünkü toksik yiyecekler tüketiyoruz
Giriş Tarihi: 13.4.2020 15:13 Son Güncelleme: 28.4.2020 09:22
Dünya çapında bir salgınla karşı karşıya olduğumuz şu günlerde sağlıklı beslenmek daha da önem kazanıyor. İşlenmiş yiyecekleri hayatınızdan çıkarıp, mevsim sebzeleri tüketir, sofranızı gerçek besinlerle donatırsanız zaten bağışıklık sisteminize ihtiyacı olan desteği vermiş olursunuz.

Dünyanın neredeyse tamamını distopik senaryolarda anlatılan manzaralara bürüyen Koronavirüs salgını sırasında pek çok gerçekle yüzleştik ve yüzleşmeye devam ediyoruz. Bunlardan biri de bu arsız virüse karşı en önemli koruyucu olduğu kes in olarak ortaya çıkan vücudun bağışıklık sitemi ve onu güçlendirmenin en önemli unsuru olan sağlıklı, doğal beslenme. Fitoterapist doktor Ümit Aktaş'ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan kitabı Yaşam Sevinci işte tam da bu konuyu ele alıy or ve bağışıklık sistemini ayakta tutmanın önemine vur gu yapıp, onu güçlendirmek için sağlıklı beslenme yollarını gösteriyor. Dr. Ümit Aktaş y eni kitabı üzerinden şu Koronavirüs günlerini de atlatabilmek adına sağlıklı beslenme v e bağışıklığı güçlendirmeye dair pek çok konuyu Lacivert'e anlattı.

Yeni kitabınız Yaşam Sevinci'nin girişinde "Hepimiz hastalanıyoruz. Memleketimizde senede 780 milyondan fazla poliklinik başvurusu var ve bu sayı her sene artıyor" diyorsunuz. Sorabilir miyiz, hakikaten neden bu kadar hasta oluyoruz?
Çünkü yediklerimiz bizi beslemek yerine zehirliyor. Vücut kendini iyileştirmeyi bilir. Ancak bu mekanizma onu gerçek besinlerle beslediğinizde devreye girer. Onu beslemek yerine yediklerinizle sisteme toksik bir yük bindirirseniz, hastalıklara davetiye çıkarmış olursunuz. Yiyeceklerin içindeki katkı maddelerinin, kimyasalların sağlık üstündeki etkilerini araştıran bilimsel yayınlara pek rastlayamazsınız. Bunun nedeni çok basit: Laboratuvarlarda üretilen, raf ömrü olan yiyeceklerin içindeki bu zehirlerin sizi hasta ettiği aşikârdır. Trans yağları ele alalım. Çoluğumuza çocuğumuza yedirdiğimiz gofretten "fast food" zincirlerine kadar tüm gıda endüstrisinde trans yağ kullanılır. Trans yağ kanserojendir!

Endüstriyel olarak üretilmiş meyve suları mesela… Boyalarla renklendirilirler, çoğunun içine de meyve falan değil meyvenin aroması, yani kimyagerlerin laboratuvarda yarattığı kimyasallar konur, bir de içine nişasta bazlı şekeri doldurdunuz mu işlem tamam. Tabloya tarım ilaçlarını, besicilikte kullanılan antibiyotikleri, çevresel toksinleri de eklediğinizde denklem ortada. Biz doğadan, doğaldan uzaklaştıkça hastalıklar da dik bir ivmeyle artıyor ve artmaya da devam ediyor. Size bir örnek vermek istiyorum. Vücudumuzda devamlı kanserli hücreler üretildiğini biliyor muydunuz? Peki, eğer durum böyleyse neden hepimiz kansere yakalanmıyoruz? Çünkü normalde hepimiz bu kanserli hücreleri yok etmek için tasarlanmışız. Ama biz ne yapıyoruz? Vücudumuzda doğal olarak bulunan bu koruyucu mekanizmayı desteklemek yerine ona köstek oluyoruz. Hastalıkların neden bu derece ve hızla arttığının cevabı açık değil mi?

Yaşam Sevinci'ni yazarken "Türkiye'deki hasta sayısı ve ilaç kullanım oranları her geçen gün artıyor. Niye bu kadar çok hasta oluyoruz? Neden bu kadar mutsuzuz? Yaşam sevincimizi niye kaybettik? Ne yapmalıyız?" sorularından yola çıktığınız belirtiliyor. Yaşama sevinci ile sağlıklı yaşama arasında bu kadar yakın bir bağ var mı gerçekten?
Hasta olduğunuzda, kendinizi devamlı hâlsiz, bitkin hissettiğinizde yaşamdan keyif alabilir misiniz? Tabii ki hayır! Her şeyin başı sağlıktır. Hayal ettiğiniz her şeye sahip olsanız bile eğer sağlıklı değilseniz yaşamdan keyif alamaz, yaşam sevincinizi kaybedersiniz.

Kitabınız ve içeriği hakkında bilgi verebilir misiniz? Neden bu konuları ele alma ihtiyacı hissettiniz?
İnsanların bilgi eksikliğinden ziyade, bilgiyi hayatlarına uyarlamakta sorun yaşadığını fark ettim. Tabii bunu yapmadıkça da bilmenin bir önemi kalmıyor. Hatta daha da kötüsü yiyeceklerimizin içindeki zehirler, ilaç endüstrisinin karanlık yüzü, toksik tarım hakkında daha fazla şey bilip, bu bilgiyle herhangi şey yapmadığımızda bir de her şeyin üstüne kronik stres ekleniyor. Ben beslenme modelimizdeki yanlışlara, bize besin diye sunulan katkı maddeleriyle dolu yiyeceklere dikkat çekerken, bunların yerine neler koyabileceğinizi, hayatınızdaki şifalı değişimi nasıl gerçekleştireceğinizi de anlattım. Bunu yaparken de motive edici bir ton kullanmaya, çözümsüzlük yerine çözüm odaklı bir tavır sergilemeye özen gösterdim. Mesela kitapta "Mutfak Reformu" diye bir bölüm var, bu bölümde sağlıklı bir mutfak için lezzetten ödün vermeyen sağlıklı tarifler yer alıyor.

"Hastalanmadan ve ilaç kullanmadan yaşamak mümkün" diyorsunuz. Bunu nasıl başaracağız, temel kaideler neler?
Hastalanmadan ve ilaç kullanmadan yaşamanın en önemli koşulu sağlıklı beslenmektir. Sağlıklı beslenmenin birkaç temel kuralı var: İşlenmemiş yiyecekler tüketeceksiniz, sebzeleri, meyveleri mevsiminde tüketeceksiniz, sofranızdan tereyağı, soğuk sıkım zeytinyağı gibi sağlıklı yağları eksik etmeyeceksiniz, tavuğunuzu, yumurtanızı, etinizi, sakatatınızı seçerken endüstriyel olarak üretilen hayvandan, tavuktan kaçınacak, probiyotik zengini fermente gıdaları sofranızdan eksik etmeyeceksiniz. Gerek besinlerle gerekse güneş banyosuyla D vitamini rezervinizi dolu tutacak, sağlığınızı korumak için etkisi bilimsel olarak kanıtlanmış bitkilerden faydalanacak, hastalandığınızda hemen ilaca sarılmak yerine fitoterapiden faydalanacaksınız. Sadece gerçekten gerektiği zaman ve gerektiği kadar ilaç kullanacaksınız. Tabii hareketli bir yaşam sürmek de son derece önemli. Eğer sağlıklı ve uzun bir yaşam sürmek istiyorsanız yürüyüş yapacak, hareket edeceksiniz!

"11 Adımda Sağlıklı Kalmanın Yol Haritası"nı da veriyorsunuz. Kısaca bu yol haritasını anlatır mısınız?
Bu yol haritasını kötü seçimleri geride bırakmak, sofrasını şifalı besinlerle, sağlıkla donatmak isteyen ama nereden başlayacağını, önce hangi adımı atacağını bilmeyenler için tasarladım. On bir adımlık kılavuzun misyonu okuyucuyu daha sağlıklı seçimler yapmak için motive etmek, değişimin mümkün olduğunu göstermek; okuyucuyu bildiklerini, öğrendiklerini hayata geçirememenin ağırlığı altında ezilmekten, bozguna uğramaktan korumak. Mesela birinci adımda önce abur cuburları hayatınızdan çıkarıyor, gofret, cips, bisküvi, gazlı içecekler, sosis gibi zararlıları sofranızdan men ediyorsunuz. Sağlığınız üzerinde ciddi bir fark yaratacak ilk adım normalleştiğinde, gündelik hayatın bir parçası hâline geldiğinde (bu birkaç hafta da sürebilir, birkaç ay da) sıradaki adıma geçiyorsunuz. Her şeyi tek bir günde değiştirmeye çalışmayın, değişim için kendinize zaman tanıyın vurgusu ile adım adım ilerlemeye devam ediyorsunuz. İkinci adım sizi evde kendi yoğurdunuzu yapmaya motive ediyor. Dördüncü adımda tüm işlenmiş yiyecekleri hayatınızdan çıkarıyorsunuz. Sağlıklı bir yaşam için temel beslenme alışkanlıklarını edindikçe, son adımlarda sağlığınızı destekleyecek takviyeler, bitkisel desteklerden bahsediyoruz. Ve on birinci adımda hareketli bir yaşam sürmenin önemine vurgu yapılıyor.

Son günlerde dünyayı kasıp kavuran Koronavirüs'e karşı sizce en büyük silahlarımız neler? Birilerinin aşı geliştirmesini mi bekleyeceğiz? "Bağışıklık sisteminiz kuvvetli olursa ve hijyene dikkat ederseniz, korkmanıza gerek yok. En etkili maske, kendi bağışıklık sisteminizdir" açıklamanızı hatırlıyorum.

Gerçekten de en etkili maske kendi bağışıklık sisteminizdir. Bağışıklık sistemi dengeli ve güçlü olanlar yatak istirahatiyle, bol sıvı tüketip dinlenerek hastalığı atlatıyorlar. Bu hastalıkta en çok ölümler 60 yaş üstündeki vakalarda görülüyor, en büyük risk grubu ise 70 ve 80 yaş üstündekiler. Çünkü yaş ilerledikçe bağışıklık sistemi etkin bir şekilde çalışmamaya başlıyor. Tabloya ileri yaşlarla ilişkili, diyabet, kalp ve damar hastalıkları gibi kronik hastalıklar da eklendiğinde hayati risk artıyor.

Bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için neler yapmamız gerekiyor? Sanırım Yaşam Sevinci kitabınız tam da bunun anahtarlarını veriyor.
Yaşam Sevinci kitabımda odaklandığım konulardan biri de bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için neler yapmanız gerektiğidir. Bu sorunun cevabı az önce sorduğunuz "Hastalanmadan ve ilaç kullanmadan yaşamak nasıl mümkün?" sorunuza verdiğim cevapla aynı.

Beslenme ve çevresel faktörlerin yanı sıra sanırım psikolojik durum da bağışıklık sistemini etkiliyor. Kaygı, stres, baskı da bağışıklığımızı zayıflatır mı?
Tabii ki. Her zaman söylediğim gibi, önleminizi alın ama panik yapmayın. Çok fazla endişelenmek, strese girmek bağışıklık sistemini çökertir. Şu sıralar televizyonu açıp haberleri, açık oturumları izlemek bile kronik stres mağduru olmak için yeterli. Stres sırasında salgılanan kortizol hormonu (ölüm hormonu olarak da bilinir) vücutta kronik enflamasyona neden olan bir sürecin başlamasına neden olur. Enflamasyon sizi hastalıklara karşı savunmasız bir hâle getirir. Stresli insanlar hem daha fazla hastalanır, hem de daha zor iyileşirler.

Söz konusu Koronavirüs döneminde beslenmede özellikle tavsiye ettiğiniz ürünler var mı? Öncelikle neler yemeliyiz? Sizin bu virüsten korunmak için önerileriniz?
Güçlü bir bağışıklık için temel olan sağlıklı beslenmektir, özellikle global bir salgınla karşı karşıya olduğumuz şu günlerde sağlıklı beslenmek daha da önem kazanıyor. İşlenmiş yiyecekleri hayatınızdan çıkarıp, mevsim sebzeleri tüketir, sofranızı soğuk sıkım zeytinyağı, halis tereyağı, serbest gezen tavuğun eti ve yumurtası gibi gerçek besinlerle donatırsanız zaten bağışıklık sisteminize ihtiyacı olan desteği vermiş olursunuz. Böylece sistem enerjisini, kendini iyileştirme yeteneğini işlenmiş yiyeceklerin içindeki toksik maddeler yerine istilacı güçlere karşı kullanır.

Dediğim gibi sağlığın ve her şeyin temeli sizi besleyen gerçek besinler tüketmektir. Eğer kötü besleniyorsanız bitkisel desteklerden de fayda sağlayamazsınız.

Peki sağlıklı beslenme modelinizi desteklemek, bağışıklık sisteminize doping yapmak için yapabileceğimiz başka neler var?
Dilerseniz bunları madde madde inceleyelim.

1- D vitamini takviyesi kullanın: Bu gerçekten son derece önemli! Kliniğime gelen hastaların çoğunda D vitamini eksikliği olduğunu gözlemliyorum. D vitamini bağışıklık sistemini aktive eder. D vitamini rezerviniz boşsa sizi istilacı virüslerden, bakterilerden koruyan savaşçı T hücreleri faaliyete geçemez. Şu sıralar güneşten faydalanma imkânımız yok, ama D vitamini rezervinizi doldurmak için D vitamini ampullerinden faydalanabilirsiniz.

2-Bitkisel desteklerden faydalanın: Viral enfeksiyonlara karşı koruyucu, bağışıklık sistemini destekleyici etkisi kanıtlanmış bitkilerden faydalanın. Şu sıralar herkese bol bol zencefil çayı tüketin, ıhlamur çayı, yeşil çay içmelerini tavsiye ediyorum. Zerdeçalı da listenize ekleyin. Bu kök bitkinin içindeki kurkumininantiviral etkisi kanıtlanmıştır.

3- Probiyotik dopingi yapın: Özellikle bu dönem sofranızı probiyotik zengini besinlerle donatın. Bağırsaklardaki faydalı bakteriler vücuda giren virüsün bağışıklık sistemiyle ilk karşılaştığı yerdir. Bu ilk karşılaşmadan galip çıkmanızda dost bakterilerin hayati bir rol oynadığını unutmayın. Bol bol ev yoğurdu, ev turşusu tüketin, salatalarınızı ev sirkesi ile çeşnilendirin.

4-Çinko zengini beslenin: Bağışıklık sisteminin etkin bir şekilde çalışması için vücudunuzda yeteri miktarda çinko olması gerekir. Özellikle şu sıralar diyetinizdeki çinko zengini besinleri artırmaya özen gösterin. Kırmızı et ve ciğer hem D vitaminini hem de çinkoyu bir arada bulunduran mükemmel besinlerdir.

Toplumsal hayatımızda geçmişten günümüze pek çok özelliğimiz, kültürel değerimiz değişti. Herkesin söylediği gibi beslenme kültürümüz de sanırım buna dâhil. Beslenme kültürümüzde nereden nereye geldik dersiniz?
Maalesef artık mutfakta tencere yemeği pişmez oldu, turşu kurulmuyor, yoğurt mayalanmıyor. Eskiden her köşede bir kelle paçacı olurdu, bunlar kapandı yerlerine pizzacılar, fast food zincirleri açıldı. İşte yemek kültürümüzdeki değişimi en çarpıcı anlatan örnek budur. Geleneksel yemek kültürümüze sırtımızı döndük, karnımızı fast food ya da içi kimyasallarla, katkı maddeleriyle dolu işlenmiş yiyeceklerle (daha doğru tanımıyla 'çöp yemeklerle') doyurmaya başladık. Bu değişimin bedeli ise obezite, kanser, Tip 2 Diyabet gibi kronik hastalıklardaki artıştır. "Hocam hastalıklar neden bu kadar arttı?", "Hastalanmamak için ne yapmalıyız?" Bunlar en sık karşılaştığım sorular. Hastalıklar arttı çünkü toksik yiyecekler tüketiyoruz. Bu yiyecekler bağışıklık sisteminizi, sağlığınızı desteklemek yerine sizi daha da hasta ediyor. Siz bu çöp gıdaları tüketmeye devam ederseniz, daha çok hastalanırsınız! Size bu değişimi mükemmel bir şekilde yansıtan bir örnek daha vereyim. Eskiden bir yemeğe lezzet katmak için kemik suyu kullanırdık, bugün ise tavuk ya da dana bulyon kullanıyoruz. Bu bulyonlarla yemeğinize lezzet değil olsa olsa zehir katarsınız!

Son zamanlarda alternatif tıp adı altında bitkilerle tedavileri çok sık duymaya başladık. Siz bu akımlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Her hastalığın bitkilerle tedavisi mümkün mü? Tıbbın alternatifi ya da moderni olabilir mi? Bu tasnifler ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Tıp, farklı disiplinlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bunun içinde koruyucu hekimlik vardır, beslenme vardır, bitkisel ekstrelerin hastalıklardan koruyucu ve hastalıkların tedavisinde kullanılması, yani fitoterapi vardır ve yeri geldiğinde de kimyasal ilaçlar devreye girer. Yani amaç kişiyi hastalıklardan korumak, hasta olduğunda tedavi etmekse bu disiplinler bir arada kullanılmalı, hastaya en az zarar verecek olan tedavi protokolü izlenmelidir. Fitoterapi ile hastalıkların pek çoğunu tedavi etmek, hastalıklardan korunmak ya da tedavi sürecini desteklemek mümkündür. İstatistiklere göre Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda yaklaşık 600 milyon kişi, şifa bulmak ya da tedavilerini desteklemek için tamamlayıcı tıp alanında uzmanlaşmış hekimlere başvuruyor. Almanya'da doktorların yüzde 66'sı hastalarının tedavisinde bitkisel ürünler reçete ederken, Japonya'da bitkisel tedavi oranı yüzde 70'leri buluyor. Ama maalesef ülkemiz tıp camiasında fitoterapi bilimini aktar tıbbı diye küçümseyen bir anlayış hâkim. Sözün özü; "modern tıp" "alternatif tıp" diye bir ayırım tamamen saçmalıktır.

ÜMİT AKTAŞ KİMDİR?
Ekranlarda sık sık gördüğümüz 1970 doğumlu Ümit Aktaş, Türkiye'de fitoterapi (bitkisel tedavi) eğitimi almış ilk tıp doktoru ve aynı zamanda akupunktur uzmanı. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Fitoterapi Yüksek Lisans eğitimini Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'nde tamamladı. Hâlen Bahçeşehir Üniversitesi Fitoterapi Eğitim Koordinatörü olarak görev yapıyor. İlaçsız Yaşam, Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi, Mutluluk Kürleri 1-2, Diyabet ve Zayıflama Kürleri gibi kitaplara imza atan Aktaş'ın son kitabı Yaşam Sevinci geçtiğimiz günlerde okuyucuyla buluştu.

BİZE ULAŞIN