Sena Subaşı: İnsan yalnız aşka biat etmeli

İnsan yalnız aşka biat etmeli
Giriş Tarihi: 16.3.2020 17:16 Son Güncelleme: 16.3.2020 17:16
Akdeniz eskiden de böyleydi, şimdi de aynen böyle. Aynı sendrom, aynı nefret söylemleri, yine birbirini kıranlar ve 21'nci yüzyıl insanını hala keşfedemeyenler...

Tarihçi, akademisyen Mim Kemal Öke bu defa da bir romanla şaşırtıyor bizi. Turkuvaz Kitap'tan çıkan, Turgut Reis'i anlattığı yeni romanı Biat ile. Biat sadece tarihçi gözüyle yazılmış büyük bir denizcilik kahramanının hayat hikâyesiyle sınırlı değil. Turgut Reis'i batınî ve manevî yönleriyle de ele alan bir seyrüsüluk öyküsü aynı zamanda. Biat henüz yayınlanmış olsa da temellerinin atılışı Öke'nin çocukluk günlerine kadar uzanıyor. Okuduğu bir kitapla kendine kahraman, rol model olarak benimsediği Turgut Reis'ten aldığı ilhamla o yılların sıkıntılarını atlattığını söyleyen Öke'ye göre Biat, bir yandan da manevi yolunu bugün sürdürdüğü büyük denizciye bir vefa borcu. Yazar bu vefa borcunu öderken Turgut Reis'in denizciliği üzerinden Akdeniz'in bugünkü meselelerine geçmişten can simitleri taşımayı da ihmal etmiyor. Mim Kemal Öke ile Turgut Reis'i ve onun mana tarafını, Akdeniz'i, korsanlığı ve kendi özel bağını konuştuk.

Yeni romanınız Biat büyük Türk denizcisi Turgut Reis'i konu ediniyor. Tarihçisiniz biliyorum ama tarihçi olmanın ötesinde bir ilginiz, bağınız var sanırım onunla. Neden özellikle Turgut Reis?

Herkesin hayatında çocukluk yaşlarından ölümüne kadar bir kahramanı olmalı. O kahramanı kendisine rol model almalı. Kahramanın mitolojisi, karakterinin, kişiliğinin, ruhunun gelişmesine katkıda bulunmalı. Böylece hayata veda etmeden geriye doğru tefekkür ettiğinde "Hakikaten benim de anlatacak masalım var, ben de bir kahramanım" diyebilmeli. Hüzünlü çocukluk yıllarımda ve ortaokula başladığım sırada Turgut Reis adeta benim imdadıma yetişmiş, beni elimden tutup içinde yaşadığım acı gerçeği unutturmuş, beni güvertesine taşımış, ufka, güzel günlere doğru seyretmemi sağlamış tarihi bir şahsiyettir. Turgut Reis'in o dönemde bir roman kahramanı olarak karşıma çıkışı beni yaşadığım sıkıntılı hâlden çıkarıp o kadar güzel bir masal dünyasına götürdü ki tüm o yaşadığım acıları, hüzünleri unuttum. "O kendi hayatında bunları yapabilmişse ben de yaparım. Ben de ufuklara açılabilirim, ben de kendi gemimi en iyi şekilde kullanabilirim" azmini bana verdi. Turgut Reis'in benim açımdan önemli olan tarafı şudur: Turgut Reis karakteri benim taklit ettiğim, kendime mâl ettiğim ve kendimle özdeşleştirdiğim bir karakterdi. Ben onda tek bir şey buldum ve 21'inci yüzyıl insanı için çok önemli bir şeydir bu: Turgut Reis kimseye biat etmemiştir, kimseye eyvallahı olmamıştır, Kanuni Sultan Süleyman da buna dâhil. Çok özgürmüş. Benim hayatımda en önemli şeydir hürriyetim. Her zaman dik başımla mücadele etmesini seven biri olmuşumdur. Dolayısıyla Turgut Reis benim özdeşleştiğim bir kahramanım oldu.

Kitabınızın arka kapağında "Zamane dervişi Mim Kemal Öke, 'kahramanım' dediği Turgut Reis'e vefa borcunu Biat'la ödüyor" ibaresi var. "Vefa borcu" derken bundan mı bahsediyordunuz?

Turgut Reis benim hayatıma böylesine bir damga vurmuşsa, geriye doğru baktığımda kendimden razı olduysam, aynaya baktığımda "Aferin!" diyorsam bunu Turgut Reis'e borçluyum. Yani ruhumu satmadım ben. İnsana biat ederseniz ruhunuzu satarsınız.

Biat etmeniz gereken başka bir merci var; onu ıskalamış olursunuz. Güveneceğiniz Cenab-ı Hakk'tır. Geminizin dümenine böyle geçerseniz ne dalgalar sizi durdurabilir ne fırtınalar.

Biat'ta Fatıma bir gemi, bir denizkızı, bir eş, bazen de bir kayanın ismi. Padişaha dahi biat etmeyen Turgut Reis Fatıma'ya biat ediyor. Kim bu Fatıma ve neden sadece ona biat ediyor Turgut Reis?

Bu Turgut Reis benim Turgut Reis'im. Turgut Reis'in karakterine girerek yazdığım için bana bunu o yazdırdı diyebilirim. İnsanın bir şekilde bağlanabileceği, sığınabileceği bir liman olması, ruh nedimi çok önemlidir. Bu üç Fatıma gerçek midir, yoksa Turgut Reis'in halüsinasyonu mudur? Kendini hayatta tutmak için bulduğu mitoloji midir, yoksa hakikaten var mıydı Fatıma? Bunun cevabını ben vermeyeceğim çünkü herkesin kendi hayatının içinde böyle gizli kahramanlar vardır ve zaman zaman görünürler. Benim down sendromlu kızımın da hayali kahramanları var. Burada ise Fatıma çok önemli bir figür çünkü Fatıma, Turgut Reis küçük yaşlarda korsanlığa teşebbüs ettiği vakit asıl korsanlığın ne olduğunu, denize nasıl bakılması gerektiğini anlatan bir denizkızı olmuştur. Hem denizdedir hem de insandır. Ayrıca dişi olması çok önemli çünkü üretken, yaratıcı... Onun hayatında çok önemli dönüşümlere mührünü vuracak kişi olarak ortaya çıkmıştır. İkinci olarak teknesi Fatıma'dır. Denizcilerin hayatında her şey canlıdır, her şey konuşur; denizler, denizin içindeki canlılar, bulutlar… O da gemisiyle konuşuyor çünkü gemisi onun Kâbe'sidir, beytidir.

Onunla hemhal olduğu vakit her şeyi paylaşıyor. Üçüncü olarak ise Abdüsselam el- Esmer hazretlerinin kızı Fatıma ortaya çıkıyor. Hepsi birbirine geçerek zaman içinde hayatını şekillendiren Fatımalar oluyor. Turgut Reis'in aklına, zekâsına, olgunlaşmasına muvazi olarak Fatıma imajı da değişmeye başlıyor. Hepsi birbirini tamamlıyor ama nihayetini onda buluyor. Peki, neden bir tek ona biat ediyor? Çünkü bir insanın hayatında biat etmesi gereken tek şey aşktır. Aşk için, sevgi için biat edilir. Muhabbeti, sevdayı onda öylesine yaşıyor ki terbiye olması, nefsini yenebilmesi için en önemli unsurun aşk olduğu ortaya çıkıyor. Bu aşk ile eşyaya, hadiselere bakışı değişmeye başlıyor. Fatıma'ya olan aşkının içerisinde kendi misyonunu, davasını ve manasını buluyor. Dava ve manasını bulması çok önemlidir.

Biat ismine bakarsak Turgut Reis'in tasavvuf yolundaki bağı söz konusu sanırım. Romanınız seyrüsüluku da anlatıyor gibi. Bölüm başlıklarından biri "Leventlik Mekrlerle Dolu Bir Dervişlik Yoludur" mesela.

Tasavvuf literatüründe hangi dönemde ve nerede yazılıyorsa yazılsın deniz, derya, umman tabirleri fevkalade sufilikle iç içedir. Turgut Reis'in hayatında tasavvuf ve deniz imgesinin iç içe geçtiğini görüyorsunuz. Romanda bazı şeyleri kapalı tuttum çünkü okuyucunun kendi çıkarımına bırakmak istiyorum ki onlar da kendi Turgut Reislerini üretsinler.

Turgut Reis'in büyük Arusiye tarikatı mürşidi Abdüsselam El-Esmer ile rabıtası da romanın unsurlarından biri sanırım.

Bu tarihî bir hakikat… Bu bir roman olduğu için tarihî hakikatler ve veriler üzerine kendi hayal perdemizi kullanarak bazı olayları yeniden inşa etmeye çalışıyoruz. Burada bildiğimiz şey nedir? Türk denizcileri Kuzey Afrika'ya yöneldiğinde oradakiler "İyi ki geldiniz" demediler çünkü sömürgecilik vardı, Batı o topraklara gözünü dikmişti, Arap kabileleri de birbirine girmiş vaziyetteydi. Farklı çıkar grupları vardı, farklı yörelerden gelmiş, bir araya gelmesi mümkün olmayan cemaatler vardı. Bunların içinde bir kişi, yani Abdüsselam el-Esmer, "Türkler buraya hâkim olmalıdır" dedi. Turgut Reis Trablus'u üs olarak seçtiği andan itibaren "Ona karşı çıkmayınız ve ona biat ediniz" dedi. Yani Turgut Reis'i ve o bölgenin gerçek bir barış coğrafyası olmasında Türklerin rolünü çok önemsiyordu. Bazı zatların hem menkıbevi hem de tarihsel bir hayatı vardır. Burada ikisi iç içe geçiyor; neyin tarihî neyin menkıbe olduğunu fark etmiyorsunuz. Romana kendine özgü bir üslup veren bu zaten… Kitabın üslubunda menkıbe, masal üslubu egemen; bir Feridüddin Attar, Mesnevi gibi… Oradaki hikâyelerin üslubu gibi…

Sizin de mana yolunda onunla aynı yoldan beslendiğiniz, irşad olduğunuz söyleniyor. Doğru mu?

Vefa borcu demekle bunu da kast ediyorum. Ben Turgut Reis'in ailesini de ahfadını da tanıdım ki kendisi benim mürşidim olmuştur. İsmi Mehmet Faik Erbil. Turgut Reis'in kabrini, Malta'yı birlikte ziyaret ettik. Onun gitmiş olduğu her yeri deniz yoluyla gezmiş olduk. Hem Turgut Reis'in ahfadı hem de Arusi-yi Selamî tarikatının Türkiye'deki mürşidi olması benim için çok önemliydi. Bu romanın içerisinde Mehmet Faik Erbil de var, Mim Kemal Öke de var. İç içe geçmiş vaziyette. Kitabın bir diğer tarafı ise güncele bir şekilde aktarım yapabilmesi. Ben bunu bilerek yazmadım ama bugün Libya'yla komşu olduk. Turgut Reis'in türbesini yıkanları yıkmak için Türk ordusu oraya gidiyor. Akdeniz çok önemli… Akdeniz'deki sömürgecilik bugün hâlâ var, sığınmacılar hâlâ var. Akdeniz öyle bir uygarlık ki bir sürü uygarlığı içerisinde barındıran bir beşik gibidir.

Turgut Reis'in Akdeniz'de rolü ve önemi nedir sizce? Bugün için neler ifade ediyor?

Akdeniz bugün dünyadaki bütün fay hattı kırıklarının cereyan ettiği yer; Turgut Reis'in zamanındaki gibi. Kuzey ile Güney arasında bugün bir fay kırığı var. Kuzeyde emperyalizmin, yani refah ekonomilerinin olduğu Batı dünyası var. Güney dediğimiz yer ise açlığın, dışlanmışların olduğu Afrika. Doğu İslam, Batı Hıristiyan… Akdeniz eskiden de böyleydi, şimdi de aynen böyle. Aynı sendrom, aynı nefret söylemleri, yine birbirini kıranlar ve 21'inci yüzyıl insanını hâlâ keşfedemeyenler… Turgut Reis'in Tunus'ta ve Trablusgarp'ta gerçekleştirdiği bugün de korunması gereken çok önemli bir numunedir. Turgut Reis, 15 yaşında kaçmış, 17 yaşında reis olmuş. Turgut Reis her daim ezber bozan, sistem bozan, sıra dışı olmuş ama bununla birlikte Akdeniz'de Türk ve Osmanlı hâkimiyetinin temellerini atan ve o temelleri geliştiren kaptan-ı deryaların da elinde yetiştiği bir adam. Hiç kimseye biat etmiyor padişah kapısına yamanmıyor bu adam.

Sanırım eski denizci leventlerin arkasında tasavvuf yolları, mürşitler de var. Turgut Reis'in arka planında Abdüsselam el- Esmer'in oluşu gibi.

Nasıl ki yeniçerilerin arkasında Hacı Bektaş Veli, Bektaşi tarikatı vardır, denizcilerin de vardır. Denizcilerin genellikle etkilendiği Şazeli tarikatıdır. Kendi tasavvufi kültürümüze baktığımızda irfan ocaklarında boğazı koruyan iki mübarek zattan bahsederler. Biri bir yakada, biri diğer yakada; Aziz Mahmut Hüdai ile Yahya Efendi. Çok ilginç bir şekilde denizcilerin kendi hayatında bu tür sembollerle Allah'a yakınlaştıklarını, tasavvufi açıdan pişerek korsanlıktan derya beyliğine geçtiklerini hep görüyoruz. Denizde sıkışanlar Hıristiyan olsun, Musevi olsun, ateist olsun, gemi kaptanları Zileytin'in önünden geçerken borularını çalarlar, Abdüsselâm el-Esmer'e selam verip öyle geçerler. Yani biz Posedion'u denizlerin Tanrısı olarak görüyoruz da Abdüsselâm el- Esmer hazretlerine baktığımızda kendi kültürümüz içerisinde bir aziz olarak, denizin korunmasını üstlenen biri olarak görmüyoruz? Biraz da bunların üzerinde durmaya çalıştık.

Gençken deniz komandosu olmak gibi bir tutkunuz varmış. Bu da Turgut Reis hayranlığınızla mı bağlantılı acaba?

Turgut Reis romanını okuduktan sonra zaman içinde enteresandır, tevafuklar birbiri arka sıra gelir. Birincisi ben denizciliği çok sevdim. Denizciler hürriyetlerine çok düşkündür. Denizciler ufka çıktığı için bir noktada lâmekan ve lâzaman olurlar. Ben denize Turgut Reis sayesinde çok yakınlık hissetmişimdir. O yüzden ilk aldığım ehliyet araba değil, deniz ehliyetidir. Bütün deniz sporlarını teker teker yaptım. Babamın sürat teknesinden yelkenliye kadar denizle ilgili her şeyde kendimi iyi görürüm. Yaptığım sporlar içinde en iyisi su kayağıdır. Hâlâ daha yüzmeyi, su kayağını sürdürüyorum. Hakikaten de denizciliği SAT komandosu olarak istiyordum fakat olmadı. Benim kifayetsizliğimden değil, bize dört ay askerlik yaptırdılar, sonra işi bitirdiler. Yoksa ben deniz komandosu olmak istiyordum. Benim denizle ilişkim Turgut Reis'in bana verdiği bir şeydi. Şöyle bir şey anlatayım; babamın bir sürat teknesi vardı. Teknelerin arkasına bayrak asarlar. Ben de Turgut Reis'in kırmızı, beyaz, mavi bayrağını astım, adını da Turgut Reis koydum. Bir gün sahil koruma geldi, "Hangi ülkenin teknesi" diye sordu. "Turgut Reis" dedim, bana "Turgut Reis kim?" diye sormaya başladı, "Nasıl bilmezsiniz?"

Turgut Reis'in torunu Mehmed Faik Erbil Efendi ile deniz seyahati ve kabrini ziyaret nasıl oldu. Neler bıraktı sizde?

Eylül-ekim ayında her sene beraber mavi yolculuk yapardık. Trablusgarp'a bir kere uçakla bir kere de gemiyle gittik. Gemiyle Malta, Tunus, Preveze'yi dolaşarak gittik. Birçok macera da yaşadık. 160 kişi bir gemideyiz. Hakikaten yunusların bizi takip etmesi, martıların içeriye kadar girmesi, balıkların bizim gemimizin etrafında tavaf eder gibi dolaşmaları fantastik şeyler. En güzeli de Trablusgarp'a gittik, Zileytin'i ziyaret ettik. Turgut Reis'in de türbesini ziyaret edecektik ama türbesi kapalıydı. Biz zaten Turgut Reis'i görmek için gelmişiz. Sadece görmek için değil, aynı zamanda türbeyi onarmak istiyorduk çünkü harap vaziyetteydi. İçerisini göreceğiz, boya badana yapacağız, temizlik yapacağız, Türk bayrağı getirdik, Deniz Müzesi'nden aldığımız Turgut Reis'le ilgili fotoğraflar getirdik, onları asacağız. Yani biz orada hayli iş yapacağız ama kapı kapalı. İçeriye giremiyoruz. "Turgut Reis'in ahbabı gelecek ve oraya giremeyecek!" dedim ve bir omuz attım kapıya. Tam da içeriden kapıyı açmışlar o anda. Bir anda imamla kucak kucağa geldim. İmam da korkmuş dışarıda birileri var diye. "Biz Turgut Reis'i ziyaret edeceğiz" dedim. Bana baktı, şunun dilini kesin dedi. Cebimden çıkardım dolarları. "Her beş dakikası bir dolar" dedim. Sonunda girdik içeriye, türbesini tertemiz yaptık, duasını ettik. İstanbul'a geldikten sonra Ankara'ya müracaatta bulundum. Dışişleri Bakanlığı, TİKA ve birtakım inşaat firmaları sahip çıktı, türbeyi onardılar. Fakat çok hüzünlüdür, DAEŞ türbeyi yeniden yıktı.

Biat romanı birinci tekil şahsın yani Turgut Reis'in ağzından anlatılıyor. Onun kimliğine bürünmek kolay olmadı sanırım. Buna nasıl hazırlandınız?

Çocukluğumda Turgut Reis romanını okuduktan sonra hep "Bir Turgut Reis romanı yazmalıyım" diyordum. En güzel kitabınız hangisi diye sorduklarında hep "Daha yazmadım" diyordum. Peki, nasıl oldu? Şöyle ortaokuldan itibaren bu konuyla ilgili bütün kitapları biriktirdim. Eskilere ulaşmaya çalıştım, bulduklarımı zaman zaman okudum. Bir şey olması gerekiyordu ki ben bunu yazayım. Dolarsınız, dolarsınız, sonra kalbinizde bir his olur ve şimdi zamanı dersiniz.

Tekil şahsı da önce benimle özdeşleşme olduğu için kullandım. İkinci olarak da ben Turgut Reis olsaydım acaba hadiselere nasıl bakardım? Yazarken son satırı belli olmadan romana başlamam. Bir çarşaf gibi koskocaman bir kâğıt alırım. O kâğıdın üzerine hangi temalar var, nasıl işlenmesi gerekiyor, hepsini yazarım. Ondan sonraki bir yıl boyunca onu gözden geçiririm. Eğer yedi bölümse bir yıl içinde büyük çarşaf gibi yedi kâğıdın üzerinde çalışırım. Yere sererim, her gün gidip bakarım. Üç ayda Bodrum'da yazdım romanı ama oluşması 1,5 seneyi buldu.

Başka bir hadise daha var, bunu romanda yazmadım abartılı bulmasınlar diye. Bir ara ABD'nin Küba'ya en yakın yeri olan Key West'e gittim. Denizin üzerinden giden upuzun bir karayolu vardı. Giderken bir Amerikan kasabasından geçiyorsunuz. Kasabanın ismi İslambol. İslam neresi, Key West neresi? Turla gidiyorduk, turun dönüşünde orada durdurdum insanları ve kütüphaneye gittim, bu isim nereden geliyor öğrenmek için. Zamanında buraya bir Türk denizcisi gelmiş, bir şekilde yerleşmiş ve buraya İslambol demiş. Amblemi de varmış. Bir baktım ay yıldız, bir baktım kırmızı, beyaz ve lacivert. Mübarek Turgut Reis oraya gitmiş yani. Neden İslambol? Bodrum'da Turgut Reis'e giderken önceki kasabanın ismi de İslam Haneleri'dir.

Bizim kafamızda kitaplardan, filmlerden gelen ve pek de parlak olmayan bir korsan imajı var. Kitapta korsanlığın raconundan, usulünden, vicdanından bahsediyorsunuz. Biz korsanlığı yanlış mı anladık acaba?

Korsan tabiri ayrı "pirat" ayrıdır. Bir ara Turgut Reis de "pirat" olmaya karar veriyor ama Fatıma'nın tesiriyle korsan oluyor. Kâtip Çelebi bu kuralları yazar. İlginç olan ne biliyor musunuz? Mesela bizim kendi kahramanlarımızın kültürü içerisinde çok önemli bir müessese var; karacılar için bu tanımın karşılığı "Kazak"tır. Mesela, bizim devlet geleneğimizde devleti kuran şahsın belli bir süre boyunca kazaklık yapması gerektiğini söylerler. Dede Korkut der ki: "Bir bey, bir süre dağlarda, bayırlarda kabadayılık etmese, sergüzeştlik yapmasa, Kazaklık yapmasa bey olamaz." Kazaklık şudur: Müdana etmeden, dirayetli bir şekilde gitmesi, babayiğit olması, alperen, cihangir olmasıdır. Bunun denizdeki karşılığı da korsanlıktır. Mesela Osman Gazi'ye bakın. Osman Gazi ortaya çıkışını bu Kazaklığına borçludur. Kendisi ortaya çıkıp da "Ben bir devlet kurmak istiyorum, bu devlete bey olmak istiyorum" dememiştir. O günkü törelere göre büyük evlat olan amcası bey olmak durumundaydı ama orada akil olan aksakallılar vardı. Durdular, düşündüler ve dediler ki: "Burada bir devlet olacaksa bu devleti kim kurabilir?" Hepsinin ortak cevabı Osman Gazi oldu. Osman Gazi'nin ne özelliği vardı? Yiğit, cengâver, biat etmeyen, kafası bozuldu mu dağlara çıkan, kafası bozuldu mu Bizans'ın içine dalan bir şekilde kabadayı bir adamdı. Bunu zapt etmek zor ama Türk'e bey olacaksa bu yoldan yetişmelisin. Başkasını kendisine biat ettirecek adam biat etmeyi bilmeyen adam olmalıdır. Asilikten yetişmelidir ki onların durumunu anlamalıdır. Osman Gazi'nin hikâyesi tıpkı Turgut Reis'inkine benzer. Anadolu'daki erenler kimi istedi? Osman Gazi'yi. Osman Gazi nereye çekildi? Bilecik'e. Orada Şeyh Edeb Ali vardı, Bala Hatun da onun karısı oldu. Abdüsselam el-Esmer hazretlerinin hayatında da kızı Fatıma var ve Turgut Reis ona âşık. Bizim kültürümüzde bu vardır.

Aksakallılar bugün hâlâ devam ediyor mu?

Bence yerin altındaki zenginliklerimiz daha büyük. Vardır gibime geliyor. Ben şunu söyleyeceğim; biz biraz topraktan Kevser'e gitmek mecburiyetindeyiz. Lacivert deniz rengidir. Şu anda Türklerin ihtiyacı olan şey laciverttir, denizlere açılmaktır. Evet, biz topraktan geldik ama bu toprak Kevser'le buluşmazsa kıraç kalırız. Romanın ve Turgut Reis'in bugüne mesajı da bu olmalı. Biz Turgut Reislere sahip çıkamazsak Bodrum'da denize giremez hâle geliriz. Bugün Bodrum'a gidiyorsunuz, St. Jean Şövalyeleri'nin kalesi var ve bu şövalyelerle ilgili maket dolu. İçinde Turgut Reis'in büstü yok. Bu ne biçim bir zihniyet? Düşmanımıza tapmak meselesi mi? Turgut Reis onları oradan atmak için elinden gelen her şeyi yapmış.

BİZE ULAŞIN