Yunus Arslan: Bir düşünce inşası: Turgut Cansever

Bir düşünce inşası: Turgut Cansever
Giriş Tarihi: 23.5.2019 15:01 Son Güncelleme: 23.5.2019 15:04
Mimarlık tarihimizin en önemli isimlerinden biri şüphesiz Turgut Cansever’dir. O, sadece tasarlayan ve inşa eden bir mimar değildi, düşünen ve düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, kendisine yakıştırılan “bilge mimar” iltifatını sonuna kadar hak eden bir entelektüeldi. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi şehirciliği ile uğraşan Cansever, mimarlığı eşref-i mahlûkat olan insanın anlam arayışlarının bir ürünü olarak görmekteydi. Cansever’in mimarlık hakkındaki düşüncelerini ve günümüz mimarlığına katkılarını onun ekolünün takipçisi akademisyen mimar Halil İbrahim Düzenli ile konuştuk.

Turgut Cansever'in mimarlık tarihimizdeki yerinden bahsederek başlayalım isterseniz?

Nispeten az yapı inşa etmiş olsa da hepsi modern mimarlık tarihi açısından uzmanlarca oldukça önemsenen yapılar. Öte yandan Cansever sadece yapı inşa eden biri değildi, bir düşünce inşası da gerçekleştirdi. Hem Türkiye hem dünya mimarlık tarihi açısından çok az mimara nasip olan bir durumdur bu.

Düşünen bir mimar olarak Cansever'i nasıl anlamalıyız?

Dünyada nitelikli mimari eserler üretmiş mimarları, sadece eserlerine bakarak yorumlayabilir ve mimariye katkılarından bahsedebiliriz. Bu anlamda Cansever'in yapılarının bir sözü var ama aynı zamanda sözü söz olarak da söylemişti. Tabii, sadece zihinsel bir eylem değildir karşımızdaki düşünce. Hem zihinsel, sözel hem de pratik ve maddesel bir eylem olarak karşımıza çıkmakta. Aslında Cansever'in bir kurgusu, bir hedefi var; bu hedef doğrultusunda söylediği sözler ve inşa ettiği yapılar hep bunun etrafını ören unsurlar.

İnsan ve mimarlığı merkeze alarak nasıl bir düşünce kuruyordu?

Onda önceki kadim düşünce yapılarına kulağını kabartmış bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz. Nelerdi bunlar peki? Biri, "eşref-i mahlûkat yani yaratılmışların en şereflisi olan insan, bu dünyadaki varoluş macerasında neye muhataptır, neye memurdur?" sorusudur. Eşref-i mahlûkat, var olmak, muhatap olmak, mesul olmak ve memur olmak… Bunlar daima önünde olan kavramlardı diyebiliriz. Ne zaman ki eşref-i mahlûkat olan insan; bu şerefi nereden aldığını, bunun nereden neşet ettiğini anlar, o zaman gerçekten insan olabilir. Mimaride ise bu idrak ile eserler ortaya konduğunda ancak o zaman bu iyi mimaridir.

Cansever'i daha iyi anlamak için mimarinin bugünkü algılama ve uygulamalarına da değinmek gerekir. Mimari bugün biçimcilik, gösterişçilik, nesne severlik olarak algılanır oldu ve bu büyük bir mecra dünyada. Diğer taraftan ülkemizde örneği pek az olsa da dünyada bir yandan vakur, ne yaptığını gayet iyi bilen, madde ve mekân ile ilişkisini başka türlü kurmuş mimarlık üretimi de söz konusu. Cansever birincisine topyekûn karşıydı, ikincisi de zaten yapmakta olduğu mimari. Bu sebeple Cansever; gösterişçi mimarlığa meyletmeyen aksine itirazlarını da çok yüksek sesle dile getiren bir mimardı.

Bir Şehir Kurmak kitabında Cansever, Bursa'da bir mahalledeki insanların uyumundan bahsediyordu. Osmanlı mahallerinde nasıl bir kültür vardı?

Bahsettiğiniz örnekte Cansever bir deneyimini aktarıyor. Komşularına saygı çerçevesinde herkesin kapısının önünü temizlemesinin ve evini boyayacağı zaman komşularının evine uyumlu olmasının ev hanımlarınca istişare edildiği bir ortamdan bahsediyordu. Bir ev yapılacağı zaman komşuların manzarasını kesip kesmemesine bakıldığından bahis açıyordu. Açıkçası bu çok kıymetli bir durum… Amerika'da böyle durumlar hâlen söz konusu. Fakat ne yazık ki bu topraklarda artık yeri olmayan bir adet… Biz sadece evi unutmadık, birçok şeyi unuttuk. Birçok sebebi var bu unutuşun ve unuttukça da hatırlamaya düşman oluşun.

Unutuşun sebebi Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş miydi?

Siyasi kopuş hayatın birçok yönüne etki etmiş olsa da 1970'li yıllara kadar var olan konutlarımız 19'uncu yüzyıldan çok farklı değildi. Özellikle taşraya doğru indikçe bahsettiğimiz unutma hâli azalıyordu. Yani değişimin hızı yavaştı. Cansever zaten bu ikilikten çok da bahsetmiyor. Bunun en büyük sebebi de yaşadığı zamana odaklanan ve dokunduğu zamanları bugüne getiren bir yaklaşıma sahip olmasıydı. Az önce bahsettiğimiz Bursa'daki kültürü bugüne getirmeye çalışırdı çünkü yaşadığı bir kültürdü ve bizlerin de yaşamasını istiyordu. Derdi hiçbir zaman bağcıyı dövmek olmadı. Her zaman kendi tattığı "üzümleri" topluma bir şekilde ikram etme derdindeydi.

Osmanlı şehirciliğini nasıl yorumluyordu?

Öncelikle Osmanlı var. Her çağın kendine göre farklılıkları var ama bunları kenara koyarak açıklayayım. Devlet şehirciliği denen şey, esasında kurumsal yapı olarak çok yeni bir durum. Osmanlı şehirciliği Cansever'in zihninde bir dünya görüşünün şehre yansıması meselesi olarak canlanıyordu. Eşref-i mahlûkat olan insanın yaratılış amacıyla olan ilişkisine kapı aralayan bir mimari oluş da diyebiliriz buna. Eserlerinde sık sık bunu destekleyen vurguları görürüz.

Devlet şüphesiz kamusal alanlara bütçe ayırır, yaptırır fakat mülkiyet meseleleri eski zamanlara göre çok değişiyor. Osmanlı'da kendi evini var etmek, adem-i merkeziyetçi sistemde insana bırakılmış bir haktı. "Hak" kelimesini özellikle kullanıyorum. Artık böyle değil. Modern zamanlarda bir mimara ihtiyacınız var öncelikle, ayrıca devlete karşı resmi bir takım sorumluluklar var. Eskiden şikâyet yok ise sorun yoktur uygulaması hâkimdi. Bu düzen ise az önce bahsi geçen Bursa örneğindeki gibi istişare ile kuruluyordu Cansever'e göre.

Cansever hakkında sıkça duyduğumuz bir "romantiklik" eleştirisi var. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

Bu soruya özellikle teşekkür ederim çünkü defalarca duyduğum bir eleştiridir bu. Öncelikle ben size bir soru sorayım: Hangimiz romantik değiliz? En rasyonalist insanda bile "romantik" taraflar bulunabilir. Kanaatimce bu tip keskin yorumlar asli meseleleri çıkmaza sokuyor. Onun işaret ettiği manayı anlamaya vurulan ketlerdir bu yorumlar. Dikkat edin lütfen, Cansever'i anlamayı demiyorum, işaret ettiği manayı anlamaya karşı bu tavır.

Cansever bir kere zamanının mimarıydı. Yaşadıklarıyla, yaptıklarıyla ve söyledikleriyle zamanında var olan bir mimardı. Romantiklik eleştirisi yapılıyor fakat 60 yılını bahsettiği tarzdaki mahalleleri görerek geçirmiş bir isimdir Cansever. Bu topraklarda var olmuş, yakın zamanda yaşanmış ve kaybedilmiş bir şeyden istifade etmeyi, onu anlamayı öneriyor ve bu anlamda bugüne getirmeyi istiyordu. Yani Cansever'in anlattığı dünya ile konuştuğu zaman arasında bir zaman farkı yok. Hayali bir şeyden bahsetmiyor. Romantizm belki bizim için daha fazla söz konusu çünkü yaşamadığımız, tecrübe etmediğimiz bir dünya üzerine konuşuyoruz. Böyle bile olsa meseleyi hiçbir zaman romantizm kavramsal hapishanesine kapatmamamız gerekir. Mesele evdir, insana yaraşır evin nasıl olacağı meselesidir.

Batı ve Türk-İslam şehircilik farkını nasıl yorumluyordu?

Batı da aynı şekilde geniş bir coğrafyadır ve çeşitli dönemler geçirmiştir. Köy, kasaba ve tabii ki şehir var ama hangi ölçekte bahsedeceğimiz önemli bir mesele. Batı'da şehir yönetimine müdahil kurumsal aktörlerin oluşumunun tarihi bizden daha eskidir. Fakat bu başka bir yönetim modeli şehir açısından… Bizdeki durum daha çok adem-i merkeziyetçi bir durumdu diyebiliriz.

Avrupa şehirciliğine dönecek olursak, bir dönemde daha "nizami" şehirler karşımıza çıkıyor. Her şehrin kendine özgü koşul ve süreçlerini de akılda tutmak lazım. Topografya, iklim, malzeme, ekonomi, siyaset hatta manzaraya göre şehrin inşası değişebilir. Düzenden anladığımız bir cetvel doğrusu mu peki? "Düzensiz" diye kastedilen organik dokulu Osmanlı şehirlerinin başka türlü bir düzeni var.

Organik şehir nasıl olur, insana daha uygun bir şehir midir?

Manisa Kula'ya veya eskiden kalma bir Osmanlı kentine gittiğinizde daha karışık, dolaşımlı olan şehirler görebilirsiniz. Bu şehir türü organik gelişen şehirlere örnektir. "Bu şehri var eden neydi?" diye Cansever'e soracak olursak adem-i merkeziyetçiliği öne sürerdi. Hatta insan bedeni ve zihninde bir ikilik görmüyor. İnsanın kendi bedeniyle algılayacağı sokaklar, meydancıklar ile sürekli değişen bir çevre içerisinde süreklilikleri algılamasını sağlayacak bir şehir olarak bahseder organik şehirlerden. Aynı zamanda Cansever var olma bilincinin, varlığın fark edilmesinin karmaşık görünen bu tür şehirlerde vücut bulduğunu söyler. Yeni şehirlerde de "organik" dokunun tercih edilmesinin daha uygun olduğunu düşünür. Şunu da akılda tutmak lazım, onun için şehir sadece fiziki bir mesele değil.

Turgut Cansever'e göre bir şehir nasıl olmalı?

En büyük unutuşumuz aslında evlerin bahçelerinden ayrılmasıdır. Evin bahçesinden ayrılışı bizim birçok şeyi de unutuşumuz anlamına geliyor. Cansever bir anlamda her evin bahçe hakkı olduğuna işaret etmekteydi. 1995 yılında yayımlanan, Cansever'in atıf yaptığı ankette yaklaşık yüzde 95 oranında bahçeli ev isteyen insanımız olduğu görülür. Sık sık atıf yapardı bu ankete ve en azından artık bu tarz evleri tercih edecek insanlar için bahçeli evlerin olması gerektiğini söylerdi. Ona göre çok kıymetliydi bu. Bu sebeple çok kez uyarmıştır fakat geldiğimiz noktada dikkate alınmadığını söyleyebiliriz.

Her şey ilk olarak evde varlık buluyor. Bütün varlığı anlamanın başlangıcı da ev. Cansever'e göre şimdiki apartmanlar üst üste konulmuş konut silolarıdır. Silo, depo demektir ve bugün insan deposu hâlini aldı evleri evlerimiz. Mezarlıklarımız bile böyle değilken evlerimiz üst üste artık.

Cansever'in Beyazıt Meydanı projesine de değinmeden olmaz. Proje neden hayata geçirilemedi?

Çok önemli bir meseledir Beyazıt Meydanı Projesi. Katman katman tarihin oluştuğu bir meydandır. 1960'ların başında yarışmadan kazanan olarak çıkan bu projesi kısmen uygulandı. Onun sayesinde meydan ve yaya yolu ortaya çıktı. Gelinen noktaya baktığımızda İstanbul Büyükşehir Belediyesi 4-5 yıl önce Turgut Cansever'in mirasına uzak bir proje hazırladı. Ailesi de birçok insan gibi itiraz etti, belediye sağ olsun geri adım attı ve eski projeye uyumlu yeni proje hazırlandı. Fakat bu süreçte ilginç bir bürokratik yavaşlama süreci başladı. Bu proje İstanbul için Cansever'in en önemli mirası olarak kabul edilebilir. Eğer gerçekten Cansever'i önemsediğimizi ortaya koyacaksak, bu projeyi tekrar hayata geçirmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Censever'in Türk mimarlığına ve bugüne en önemli katkısı ne oldu?

Cansever'in somut olarak bıraktığı en önemli şey Yeni Şehirler Raporları'dır. 1999 depreminde hazırlamaya başladığı, 2001 ve 2003 yıllarında iki rapor hâlinde sunmuş olduğu raporlardır bunlar. Aklı başında olan her idareci bu raporları okumak, incelemek, bugüne uyarlamak ve tatbik etmekle yükümlüdür diye düşünüyorum. Necip Fazıl'ın şiirden başka, "büyük sanatkârlığa yönelmesi"ndeki vurgu gibi Cansever'in de inşa ettiği sanatkârane tekil yapılardan sonra en son geldiği yer, herkesin ortak kesişim noktası olan ev meselesidir. Gelecekte çok problem olacağını ve bu sebeple şimdiden planlamasını yapmamız gerektiğini 50 sene önce söylemekteydi.

Turgut Cansever Kimdir?

Türk mimar ve şehir planlamacısı Turgut Cansever, 1920 yılında Antalya'da dünyaya geldi. Türkiye'de ilk sanat tarihi doktora tezinin sahibi Cansever, birçok mimari restorasyonda bulundu, kendi geliştirdiği mimari düşünce ekolü dahilinde yapılar tasarladı ve inşa etti. Dünyaca ünlü mimarlık ödüllerinden Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü üç defa alan tek mimar oldu. Pek çok kitap ve makale kaleme aldı ve hayatı boyunca hem mimarlığı hem de mimari yazarlığını sürdürdü. 22 Şubat 2009 tarihinde evinde vefat etti.

Eserleri:

İslam'da Şehir ve Mimari (Timaş Yayınları) Sonsuz Mekânın Peşinde (Klasik Yayınları) İstanbul'u Anlamak (Timaş Yayınları) Osmanlı Şehri (Timaş Yayınları) Kubbeyi Yere Koymamak (Timaş Yayınları) Mimar Sinan (Klasik Yayınları)

BİZE ULAŞIN