Ayşe Eyyüpkoca Atila: Okuma Köşesi - Mart 2018

Okuma Köşesi - Mart 2018
Giriş Tarihi: 15.3.2018 15:10 Son Güncelleme: 16.3.2018 11:02
Kült kitaplarım

"Şiir, hiçten doğar ve hiçten oluşur"

Saint-John Perse 1960 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış bir Fransız şair, yazar ve diplomat. Dünya edebiyatında, insanın kaderi ve doğa ilişkileri üzerine şiir ve denemeleriyle tanınan Perse, epik şiir sevenler için saklı bir hazine. Bu hazineyi keşfetmek ve onun metinlerini okumak için gölgeye çekilmek icap ediyor. Hiçten doğup, hiçten oluşsa bile şiirlerinin esintisi kesinlikle hakikati barındırıyor içerisinde. "Şair için çağının kötü vicdanı olmak yeter" diyen Perse'nin, ülkemizde çok fazla bilinmiyor oluşu ve kitabının yeni baskısının bulunmayışı beni üzmüştür hep. Nasıl yaparsınız bilmem ama bir şekilde bu kitaba ulaşmanızı öneririm. Dizlerinin dostluğunda oturup şiirler yazan bir adamdır Perse. Onu görmek için, gölgeye çekilmeli. Yoksa, hiç!

Şiirler
SaInt-John Perse
Çeviri: Sait Maden
Tan Yayınları/1980
Ben buradan okuyorum ya sen?

Okuma, yazma hatta yayınlama serüvenlerinizde yeni disiplinlerle ilişki kurmayı denediğiniz oldu mu? Peki, gelişmiş bir okuma alışkanlığınızın olmasını ister misiniz? Tim Parks'ın Ben Buradan Okuyorum kitabı tam olarak bu minvalde ve kitap size ışık tutacak denemelerden oluşuyor. Hiçbir şey okumamaktansa herhangi bir şey okumanın daha makul olduğunu düşünmek ve bunu teşvik etmek ne kadar doğru? Beğenmediğimiz bir kitabı bitirmek gibi bir zorunluluğumuz var mı gerçekten? Bir okurun yahut yazarın psikolojisi ile gereksinimi arasında oldukça fark olduğunu dile getiriyor Parks. Neden yazdığımız ve neden okuduğumuz sorularına felsefi yaklaşımlarla sahici yanıtlar veriyor Tim Parks. Okuyan, yazan, yayınlayan, çeviren herkesin deneyimlerini genişletecek cinsten bu kitabı çok seveceğinizden eminim.

Ben Buradan Okuyorum
TIm Parks
Çeviri: Roza Hakmen
Metis Eleştiri
Zaman ve yukarı dünya insanı

Wells, zamanı bir kurgu estetiği içinde araştırıyor ve zamanın sosyolojisini yapıyor bu dev yapıtında. Grotesk görünümlü, hırpani 19'uncu yüzyıl giysileriyle icat ettiği zaman makinesine oturup 802.700 yılına girdiğinde bir yönüyle bana Ashâb-ı Kehf'i hatırlatıyor. Zamanı aşmanın mümkün olabileceğini sahih bir hikâyeyle perçinliyorum belki de. Böylece fiziksel güç çağının basit militan zorunluluklarının insan denen türü nerelere vardırabileceğini görüyorum. Kendi çağının insanı olmak büyük bir lütuf değil mi? Aksi halde tuhaf ve çaresiz hissetmenin dışında kendi türüne yabani olmak gerçekten çok olası olurdu. Wells, zamanın ve insanın sosyolojisini çağlar aşarak yaparken, altından çıkacak bütün çürümüşlüğün yanında çok ince mesajlar da veriyor. Adını zamandan alan ve insanoğlunun ziyanda olduğuna yemin eden surenin gerçekliği düşüyor bir yandan aklıma. Değişimin ve değişim ihtiyacının olmadığı bir yerde zekâdan söz edilemeyeceğini kanıksıyor nihayetinde Wells. Peki ama insan denen varlık türü zamanı aştıkça insanlığını ve cinsiyetini mi yitiriyor gerçekten? Kitabı başından sonuna bir gel-git etkisiyle okurken çağlar boyunca akıl ve güç yok olsa bile, zarafet ve karşılıklı şefkatin insan kalbinde yaşama ihtimalini, belki de sadece iki çiçeğin gösterebileceğini okumak enfes bir tat bırakıyor zihnimde. Zaman Makinesi, her okuyucu için aynı anlamları barındırmayacak belki ama muhakkak kurgusu ve sosyolojisi ile sizi çarpacak.

Zaman Makinesi
H.G Wells/Çeviri: Sabri Gürses
Kırmızı Kedi Yayınları

BİZE ULAŞIN