Zeynep Temizer Atalar: Gerçek dünyada görünür olmak

Gerçek dünyada görünür olmak
Giriş Tarihi: 24.12.2018 17:02 Son Güncelleme: 24.12.2018 17:03
Çocuklar haz almaya da onay almaya da ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaçlarını içinde bulundukları aile sisteminden temin edemezlerse, çareyi gelişimleri için son derece büyük riskler taşıyan dijital dünyada aramaya başlarlar.

Bağımlılığın sözlük anlamı; "Özerkliği, özgürlüğü olmayan, başka bir kimsenin ya da şeyin istenci, etkisi, yönlendirmesi altında bulunan, kendi başına davranamayan" şeklinde tanımlanmış. Yani kendi başına olamayan ve sebebi ne olursa olsun sürekli bir destek ihtiyacı içinde olan kişiyi, bağımlı olarak tanımlayabiliyoruz.

Bağımlılık dediğimiz zaman, sanırım birçok kişinin aklına ilk gelen başlıklar madde, alkol ya da sigara bağımlılığı. Bir kişinin mevcut hâlinden daha iyi olacağını zannederek kimyasal bir madde alarak kendini, beynini, vücudunu uyuşturması, şüphesiz herkes için zararlı. Peki ya çok farkında olmadığımız ama hayatımızın tam orta yerinde duran başka bağımlılıklarımız? Mesela günde kaç saat ekran karşısında oluyorsunuz? Sosyal medya hesaplarınızda ne kadar uzun süre vakit geçiriyorsunuz? Yoksa sabah uyanır uyanmaz, akşam uyumadan önce hatta tuvalete giderken bile elinize akıllı telefonunuzu mu alıyorsunuz? Şimdi daha farklı bir soru sorayım: Bir konuda karar alırken, zamanınızı planlarken mutlaka fikrini aldığınız ya da vaktinizi birlikte geçirdiğiniz birileri var mıdır? Mesela birçok konuyu annenize babanıza danışır, onun fikrini almadan harekete geçmekte zorlanır mısınız? Hadi bir de yukarıdaki tanımlama üzerinden bakalım; birileri telefonunuzu, bilgisayarınızı, annenizi/babanızı ya da başka birini hayatınızdan çıkarsa, kendi başınıza olmaktan huzursuzluk, mutsuzluk duyar mısınız? Cevabınız evetse, siz bir bağımlı olabilirsiniz.

Aslında hikâye tam da bu şekilde başlıyor. Yani insan yavrusu tam olarak bağımlı doğuyor. Bir bebeğin karnının doyması, altının temizlenmesi, kendini güvende hissedebilmesi için bir yetişkine ihtiyacı oluyor. Yaklaşık beş-altı aydan sonra ise yavaş yavaş özerkleşme dönemi başlıyor. Mesela bebek artık katı gıdaya geçebiliyor, uzandığı bir nesneyi alıp ağzına götürebiliyor yani beslenmesi için memeye olan bağımlılığı azalıyor. Bu dönem, hem çocuğun kendi başına olmayı deneyimlediği hem de hâlâ annesine ihtiyaç duyduğu bir zaman dilimi oluyor. İşte bu noktayı, çocuğun hayatı boyunca bir şeye/kişiye bağımlı olarak kalmaya devam etmesi ya da özerkleşme cesaretini kendinde hissedebilmesi arasında gidip geldiği bir yer olarak tanımlamak mümkün. Çünkü çocuk, bu özerkleşme denemeleri karşısında yetişkinin tepkisine bakıyor. Sonunda azar işitir, öfkeyle karşılaşırsa, suçlu hissedip anne babasının istediğini yapmak zorunda kalıyor ya da yaptığı her neyse yanlış bile olsa, cesaretini kaybetmemeyi öğreniyor. Sonrasında da ya sürekli onay almak için ne istediğini söylemekten vazgeçiyor ya da hata yapabilme riskini göze alarak yol alıyor.

Onaylanma ihtiyacı

Çocuklar büyüdükçe düşünme becerileri gelişir ve kendilerince bazı organizasyonlar yaparlar. Boya kalemleri kâğıdı boyuyorsa duvarı ya da koltuğu da boyayabilir, o hâlde denenmelidir mesela. Bu, çocuğun, kendince yeni olanı, kendi uygun gördüğü zaman ve şekilde hayata geçirmesidir. Fikir ona aittir ve hayata geçirdiğinde de çok büyük bir haz duyar. Peki ya sonra? Duvarı rengârenk gören annesi korkunç bir çığlık atıp ufak çaplı bir öfke nöbeti yaşar ve sonra bir yandan söylenip bir yandan da o boyaları temizlemeye başlar. Çocuk bu girişiminin çok yanlış olduğunu hatta annesinin sevgisini kaybedebileceği kadar kötü olduğunu deneyimler. Bu ve benzeri deneyimleri çok sık yaşarsa sonunda düşünmesinin bile tehlikeli olabileceği kanısına varır ve bu yetişkine teslim olur. O ne diyorsa, ne yapıyorsa doğrudur, aksini yaparsa onun sevgisini kaybeder. Kaybetmemek için de her adımını sorması, mutlaka onun onayını alması gerekir.

Bazı çocuklar ebeveynlerine bağımlı kalıp, yaşları büyüse de onların onayı olmadan hareket edemeyen ya da sürekli birlikte hareket etmek isteyen yetişkinlere dönüşebiliyorlar fakat bu onay alma ihtiyacı kendini aile dışında farklı bir mecrada da gösterebiliyor: Bilgisayar oyunları, sosyal medya hesapları ve internet gibi unsurların olduğu dijital dünya… Oynadığı oyunda aldığı puanlarla, sosyal medya hesaplarında yaptığı paylaşımlarla başkaları tarafından takdir edildiğini gören çocuk/yetişkin, dış dünya ile bağlantısını azaltıp kendine bu fantezi dünyasında daha geniş bir yer ayırmayı tercih edebiliyor.

Bir çocuğu bir kimsenin ya da şeyin yönlendirmesi altında tutan ve kendi başına davranamayan bir yetişkin olmaya doğru sürükleyen unsurlardan birinin, onay alma ihtiyacı olduğunu söylemek mümkün. Ama listeye oldukça önemli bir sebep daha koyabiliriz; haz ihtiyacı!

Bizler de bir nefsimiz olduğunu ve olabildiğince keyif veren eylemlerde bulunmak istediğimizi söyleyebiliyoruz. Mesela şahsen fıstıklı çikolatayı çok severim ve onu yemekten de oldukça keyif alırım. Eğer sadece arzularıma göre hareket edersem sabah öğle ve akşam sürekli fıstıklı çikolata yiyebilirim. Bunu yaparsam -ki bu yaklaşık iki-üç yaşlarında istediği ve bundan keyif alacağını düşündüğü için duvarı boyamaya çalışan çocuğun zihinsel aktivitesine denk sayılabilir- sadece duygularımla hareket etmiş olurum. Ama insan denen varlık sadece duygulardan oluşmaz. Bir beyni ve düşünme sistemi de vardır. Yaşı büyüdükçe insanın beyin yapısı da gelişmeye, doğruları yanlışları ayırt etmeye başlar. Yani eğer hâlâ iki-üç yaşlarında değilsem, bunu yaparken aklım bana, sürekli fıstıklı çikolata tüketmemin vücudum için ne denli zararlı olduğunu ve bunu yapmaya devam edersem sağlığımın bozulacağı gerçeğini hatırlatır. Eğer bu zamana kadar hiçbir sınırla, engelle, durdurulmayla karşılaşmamışsam, sürekli haz almaya endeksli yaşamışsam ya da hayatım boyunca hiç gerçekten haz alamadığımı hissetmiş ve bunun yokluğunu derinden yaşamışsam duygularım beynimin, düşünme süreçlerimin önünü kapatır ve ben fıstıklı çikolata yemeye devam ederim. Aynı örneği tam tersinden düşünmek de mümkün. Yani zararlı olduğu gerçeğini dikkate alıp kendime hiçbir şekilde haz izni vermezsem, düşüncelerim duygularımın önünü kapatmış olur.

Dolayısıyla belli bir zihinsel olgunluk seviyesinde olan kişi, içinde bulunduğu durumu değerlendirip bazen duygularından bazen de gerçeklerden vazgeçer. Ama sadece birinden tamamen vazgeçmek, beraberinde dengesizlik de getirir.

Kusurlu olma cesareti

Bilgisayar oyunları, sosyal medya hesapları ya da internet, artık günümüzün bir gerçeği… Kendimizi de çocuklarımızı da ekranlardan tamamen uzak tutabileceğimiz düşüncesini pek gerçekçi bulmuyorum. Sadece zararlı olduğu bilgisine dayanarak eve televizyon, tablet ya da akıllı telefon sokmamanın, sosyal medya hesapları açmamanın da belli oranda bir dengesizlik getireceğini düşünüyorum. Çünkü sosyalleşme ihtiyacı olan varlıklarız ve içinde bulunduğumuz dünya artık böyle bir yer. Fakat aynı zamanda belli oranda düşünme kapasitesine sahip olan varlıklar da olarak ne zaman bu dijital dünyanın içine girip ne zaman duracağımızın takdirini
de yapabileceğimizi düşünüyorum.
Çocuklar haz almaya da onay almaya da ihtiyaç duyarlar. Ebeveynlerinin görevi, onların arzularını fark edip belli oranda bu duygularını tatmin etmeleri için alan açmaktır ama tamamen kendi beklentilerine göre yetiştirmeye çalışıp bu alanı hiç açmamak ya da her istediğini yapıp kaybetmelerine hiç fırsat vermemek de değildir. Eğer çocuklar bu ihtiyaçlarını içinde bulundukları aile sisteminden temin edemezlerse, çareyi gelişimleri için son derece büyük riskler taşıyan dijital dünyada aramaya başlarlar.
Geçtiğimiz günlerde bir sosyal hizmet uzmanının konuşmasına denk geldim. İnsanların işleriyle, eşleriyle ya da diğer insanlarla sağlıklı bağlantılar kurabilmelerinin, görünür olmalarına bağlı olduğunu söylüyordu. Görünür olmayı ise "kusurlu olma cesaretine sahip olmak" olarak tanımlıyordu.

Gerçek dünyada keyif, huzur, başarı yanında hayal kırıklıkları, acı, yorgunluk ve bol miktarda çaba barındırır. Bu dünyada sağlıklı bir şekilde var olabilmemiz için bu duyguları deneyimlemiş ve hatta tekrar deneyimlemeye hazırlıklı olmamız gerekir. Yani hayatın gerçekleri içinde bir yanımız güçlenirken bir yanımız kusurlu kalır. Çocuklarımız için de aynı durum söz konusudur. Bazen istediklerine sahip olur çok mutlu olurlar ama bazen de ellerinden tabletleri alınır, oynadıkları oyunun kapatma düğmesine basılır ve çok üzülürler. Eğer tüm eksikliklerine, kusurlarına rağmen yine de sevildiklerini, değer gördüklerini hissederlerse dijital dünyada değil, gerçek dünyada görünür olmayı öğrenirler.

BİZE ULAŞIN