Raşit Ulaş: Türkiye bölgedeki varlığını güçlendirmeli ve Türkmenlere sahip çıkmalı

Türkiye bölgedeki varlığını güçlendirmeli ve Türkmenlere sahip çıkmalı
Giriş Tarihi: 15.5.2017 11:46 Son Güncelleme: 15.5.2017 11:46
Raşit Ulaş SAYI:35Mayıs 2017
Binlerce yıldır Türkmen varlığı ile her zaman bizim topraklarımız olan Musul-Kerkük bölgesi son 100 senedir bir ‘sorun’ olarak karşımızda duruyor. Bölgedeki petrol rezervlerinin oldukça fazla olması sebebiyle küresel güçlerin iştahını kabartan Musul ve Kerkük’te yaşanan son gelişmeleri Prof. Dr. Mithat Baydur ve Doç. Dr. Davut Hut ile konuştuk.

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Musul nasıl sorun haline geldi?

Mithat Baydur: Musul sorunu, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile çözüme kavuşturulamayan Türkiye-Irak sınırı bağlamında değerlendirilmelidir. Lozan Konferansı'nda Türkiye-Irak sınırının çizilmesi hususu tartışılırken Türkiye, Irak sınırları içinde kalan Musul ve Süleymaniye bölgeleri halkının büyük çoğunluğunun Türk olması dolayısıyla, bu bölgelerin kendi sınırları içinde bulunması gerektiğini savunmuştur. Irak adına mandater devlet olan İngiltere buna itiraz ederek, bu bölgelerin Irak sınırları içinde olduğunu iddia etmiştir. Görüşmeler sonrasında imzalanan Lozan Barış Antlaşması hükümleri uyarınca Türkiye-Irak sınırının, daha sonra yapılacak olan Türk-İngiliz ikili görüşmelerinde çözümlenmesine, anlaşma sağlanamazsa sorunun Milletler Cemiyeti'nin kararlarına bırakılmasına karar verilmiştir.
Uyuşmazlığı gidermek için 1924'te İstanbul'da toplanan konferansta taraflar görüşlerinde ısrarcı olmuşlardır. İstanbul Konferansı'nda bir sonuç alamayan İngiltere, siyasi baskı ile birlikte, Türkiye-Irak sınır bölgesinde kışkırtmalar ve karışıklıklar çıkarmıştır. Savaş tehlikesinin ortaya çıktığı bu anlaşmazlıkta Fransa İngiltere'yi desteklemiştir. Başarılı olmayan ikili görüşmeler sonrasında Lozan Barış Antlaşması hükümleri gereği sorun Milletler Cemiyeti Konseyi'ne getirilmiş ve konseyin teşkil ettiği bir komisyonun raporuna istinaden Milletler Cemiyeti, Musul'u Irak'a bırakmanın uygun olacağını tavsiye etmiştir. Türkiye, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin tavsiye kararına uyarak İngiltere ile 5 Haziran 1926'da bir antlaşma yapmış, böylece Türkiye-Irak sınırı çizilmiştir. Bu dönemde, I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası düzende İngiltere ve Fransa'nın etkili olduğu dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.

Davut Hut: Savaşı Osmanlı Devleti açısından sona erdiren Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında (30 Ekim 1918) Musul şehri henüz İngiliz işgaline girmemişti. Bu anlaşmanın 7'nci maddesi, ateşkes imzalandığında askeri birliklerin bulundukları yerlerde kalmasını öngörüyordu. Bölgedeki zengin petrol kaynaklarının peşinde olan İngilizler, ateşkes şartlarına uymayarak anlaşmadan sonraki bir tarihte, 5 Kasım 1918'de, Musul'u işgal etti. Böylece, Türk devleti ile İngiltere ve onun mandası altındaki Irak Krallığı (1921) arasında Lozan Anlaşması'ndan sonra da devam edecek ve ancak 5 Haziran 1926 Ankara Anlaşması ile çözülebilecek 'Musul Vilayeti Sorunu' başlamış oldu.

An itibariyle Musul'da Türkmenlere ait tapu kayıtlarının yakıldığı ve bölgedeki Türkmen varlığının tarihten silinmeye çalışıldığını ve sistematik bir asimilasyon politikası yürütüldüğünü görüyoruz. Tarihi olarak Türkmenlerin Musul'daki varlığı nasıl korunabilir?

Mithat Baydur: Irak'ta bugüne kadar yapılan nüfus sayımlarından en sağlıklısının 1957'de yapılan nüfus sayımı olduğu konusunda genel bir mutabakat bulunmaktadır. Bu nüfus sayımı kapsamında Musul'un nüfusu ile birlikte o dönemdeki mahallelerinin tespit edilmesi de mümkündür. Ancak ABD'nin 2003'te Irak'ı işgalinden sonra bölgenin demografik yapısının değiştirilmesine yönelik yoğun çabaların olduğu bilinmektedir. Bu tarihten önce özellikle Saddam döneminde Türkmenlerin yaşadıkları bölgelerde petrol rezervlerinin bulunmasıyla buralarda çalıştırılmak üzere Irak'ın güneyinden Arap asıllı Irak vatandaşlarının göç ettirildiği de bir vakıadır. Bu durum dikkate alındığında bölgede sonradan oluşturulan yerleşim birimleri mutlaka tespit edilmeli ve son dönemdeki veriler esas olarak alınmamalıdır. Ayrıca Musul hakkında yazılmış konuyla ilgili akademik çalışmalardan da istifade edilmelidir. Iraklı tarihçi General Taha el-Haşimi'nin Irak Coğrafyası adlı kitabı buna örnek olarak verilebilir. Bu kitap 1930'lu yıllarda ortaöğretimde ders kitabı olarak okutulmaktaydı. Bu çalışmaların Iraklı Türkmenlerle birlikte sürdürülmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye, Irak'taki Türkmenlere mezhep farklılığı gözetmeksizin yaklaşmalıdır. Türkmenlerin haklarının savunulması Türk hükümeti ile Irak hükümetinin birlikte çalışmasını zorunlu kılmaktadır.

Davut Hut: Musul ve Kerkük'teki Türkmen varlığı konusunda, öncelikle bu varlığın sağlam ve bilimsel delillerle ortaya konması gerekir. Daha sonra da bu varlığın uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla kayıt altına alınması mümkündür. Tabii ki, Irak gibi devlet olma özelliğini ve otoritesini kaybetmiş ülkelerde, Türkmenlerin de başta Türkiye olmak üzere birtakım bölgesel güçler tarafından korunduğunun net bir şekilde gösterilmesi gerekir. Bu noktada, Türkmenlerin her türlü güvenliklerinin sağlanması, Türkmenler tarafından oluşturulacak milis güçlerinin eğitilmesi, Türkmenlerin dışarıya göçlerinin durdurulması, diğer gelişmelere paralel olarak son zamanlarda Türkmenler arasında da etkisini göstermeye başlayan "mezhep ayrımı" kaynaklı bölünmelerin ortadan kaldırılması ve son olarak da Türkmenlere maddi ve manevi varlıklarını/kültürlerini koruyabilme konusunda geniş yelpazede destek verilmelidir. Ayrıca, Irak Türkmenleri konusunda kararlı bir devlet politikasının da şartlar ne olursa olsun güdülmesinde büyük fayda vardır.

Geçtiğimiz günlerde Musul'da devlet dairelerine Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) bayrağı asıldı ve bu durum başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti tarafından oldukça sert bir karşılık buldu. IKBY neden böyle bir hamle yaptı ve Türkiye orta vadede buna nasıl karşılık verecek?

Mithat Baydur: Irak Anayasası'nın 12'nci maddesine göre, Irak bayrağı, Irak halkının bileşenlerini yansıtacak şekilde yasayla belirlenir. 13'üncü maddeye göre de Irak Anayasası Irak'taki en üst yasa olup Irak'ın her bölgesinde geçerlidir. Anayasayla uyumlu olmayan yasa çıkartılamaz. Bölgesel anayasalarda yahut diğer hukuki belgelerde Irak Anayasası ile çelişen hükümler geçersizdir. Bu kapsamda Irak Anayasası'na göre Irak'ın tek bir bayrağı olup bölgesel yönetimlerin ayrı bayraklarının olması mümkün görülmemektedir. Türk hükümeti, Irak'taki Türkmenlerle yakın ilişkisini sürdürmeli, sahadaki gelişmeleri sürekli takip etmeli, bayrak konusunun bir oldu bittiye getirilmesinin önlenmesi maksadıyla muhatabı Irak hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmalıdır. Bunun yanı sıra, ABD'nin 2003'ten bu yana bölgede var olduğu gerçeğinden hareketle sadece Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin bayrak çekme girişimi değil Ortadoğu'daki gelişmelerin geneline ilişkin olarak ABD ile ortak nokta bulunması önem arz etmektedir.

Davut Hut: Öncelikle Kerkük'ün, 1950'lerden beri Kürt ulusal hareketinin/bağımsızlığının sembolü ve başkenti olarak görüldüğünü belirtmeliyiz. Şu anda Irak'ta zaten fiili olarak bir Kürt devleti mevcut ve üstelik de Irak'ın iç durumu sebebiyle avantajlı konumda iken, IKBY'nin Kerkük'te böyle bir hamleye girişmesi gayet doğaldır. Kerkük, yapılacak referandum sonucunda resmen de kurulması öngörülen bağımsız Kürt devletinin hem siyasi ve hem de –petrol zenginliği dolayısıyla- ekonomik başkenti olarak görülmektedir. Yani kurulacak devleti ekonomik olarak ayakta tutabilecek şey petroldür ve bu kaynak Kerkük'te büyük miktarda (Yaklaşık 10 milyar varil) bulunmaktadır. Bugün Irak Devleti petrol ihracatının 1/3 ünü Kerkük ve çevresinden karşılamaktadır. Diğer yandan, IKBY'de Mesut Barzani'ye karşı, KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ve Goran Hareketi'nin başını çektiği ve PKK'nın da destek verdiği şiddetli bir muhalefet gelişmektedir. Barzani, IKBY'deki iç sorunları ve bu muhalefeti etkisizleştirebilecek ve Kürt kamuoyunu kendi tarafında çekebilecek hamleler yapmaktadır. Bu hamlelerin başında da IKBY'nin bağımsızlık referandumu ve Kerkük'ün IKBY'ye katılması konuları gelmektedir. Ancak, Kerkük konusundaki asıl hamle, Kerkük'ün yönetimine hâkim olan KYB'den gelmiştir. Sanıldığının aksine, Kerkük'te Barzani'nin değil Celal Talabani önderliğindeki KYB'nin nüfuzu ve hâkimiyeti vardır. Kerkük valisi Necmettin Kerim de KYB'lidir. Barzani ise, yukarıdaki sebeplerden dolayı, KYB'nin Kerkük'e Kürdistan bayrağı asma ve referandum hazırlıklarına destek vermek durumunda kalmıştır. Ancak Kerkük ileride Barzani önderliğindeki KDP(Kürdistan Demokratik Partisi) ve KYB arasında da bir hâkimiyet mücadelesine er ya da geç sahne olacaktır. Türkiye ise, baştan beri Kerkük'ün Irak devletinin bir parçası olarak kalmasını ve Türkmen, Arap, Kürt tarafların yönetimde eşit oranda temsil edileceği özel bir yönetime sahip olmasını istemektedir. Bu noktada, Türkiye biraz da bekle gör politikasıyla hareket edecektir.

DAİŞ'in Musul'daki varlığına şu an için Peşmerge ile karşı konmaya çalışılıyor, DAİŞ büyük oranda da temizlenmiş durumda. Peki, DAİŞ Musul'dan tamamen temizlendikten sonra Amerika ve Peşmerge bölgede nasıl bir yapılanmaya gidecek, Türkiye'nin buradaki rolü ne olacak?

Mithat Baydur: ABD Ortadoğu'da izlediği politikalarda İsrail'in güvenliğinin sağlanmasına önem vermektedir. Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinin gerilmesi, ABD'yi Ortadoğu'da Türkiye'nin yerini alabilecek yeni müttefik arayışına yönlendirmektedir. Irak ve Suriye'deki yaşanan gelişmelerle Peşmerge, DAİŞ'le mücadelede ABD'nin müttefiki haline gelmiştir. ABD, bu mücadelenin sürdürülmesi adına Peşmerge'ye önemli silah ve mühimmat desteği de sağlamaktadır. DAİŞ'in bölgede ciddi bir tehdit olmaktan çıkarılması halinde Irak kuzeyinde ve Suriye topraklarının bir kısmında Kürt oluşumunun devletleşmeye doğru güçlü bir adım atmış olacağını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Bu bağlamda Türkiye Ortadoğu'da ulusal çıkarlarını korurken bölgeye yönelik politikasını Irak hükümeti ve ABD ile uyumlaştırmalı, Suriye'de Esed rejiminin devamlılığının düşünülebileceği ihtimalini yeniden değerlendirmeli, bölgedeki gelişmelere gereğinden çabuk tepki vererek kendisini baştan bağlamamalıdır. ABD ve Rusya'nın yanı sıra bir bölgesel güç olarak İran da önemli bir aktör olarak sahada varlığını sürdürmektedir. DAİŞ sonrasında Türkiye'nin bölgedeki gelişmelerden etkilenme olasılığı, yürüteceği çok taraflı politika becerisine bağlı görülmektedir. Ortadoğu'da izlenecek politika, partiler üstü politika olarak görülmeli ve parlamentonun güçlü desteği alınarak belirlenmelidir.

Davut Hut: DAİŞ Musul'dan temizlendikten sonra Peşmerge'nin gücünü arttıracağı ve zaten fiilen var olan Kürt devletine giden yolun daha da netleşeceği ihtimal dâhilindedir. Barzani yönetiminin sık sık dile getirdiği bağımsızlık referandumunun orta vadede gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel gözüküyor. Bu noktada, artık tek bir Irak devletinin olmayacağı da açıktır. ABD yönetimi ise, bu parçalı yapı üzerinden bölgedeki siyasetini yeniden düzenlemeye çalışacak ve Irak yönetimi üzerindeki İran nüfuzunu da hesaba katarak hareket edecektir. IKBY bağımsız olsun yahut olmasın, bundan sonra da ABD'nin Irak ve bölgedeki önemli dayanak noktalarından/üslerinden biri olamaya devam edecektir. Bu noktada, Türkiye her ihtimale karşı alternatifli ve aynı zamanda gelecek on yılları da hesaba katan öngörülü bir siyaseti takip etmek suretiyle, bölge ve gelişmeler üzerindeki siyasi ve ekonomik rolünü güçlendirmeye ve özellikle de milli menfaatlerini korumaya çalışmalıdır.

BİZE ULAŞIN