Cengiz Tomar: NÜFUS VE İSKÂN: FİLİSTİN’İN İŞGAL TARİHİ

NÜFUS VE İSKÂN: FİLİSTİN’İN İŞGAL TARİHİ
Giriş Tarihi: 8.1.2024 14:01 Son Güncelleme: 8.1.2024 14:03
Uluslararası toplum ve İslam dünyası susmaya devam ederse pek yakında Filistin tamamen elden gidecek. Bugün tepki gösterdiğimiz bu olay, aslında adım adım inşa edilen 200 yıllık bir sürecin son çivisinden başka bir şey değil.

Günümüzde Gazze'de yaşananlara yüreğimiz dayanmamakla birlikte Filistin'in işgali yaklaşık 200 yıllık bir süreçte yavaş yavaş, kademe kademe ve kanlı bir şekilde gerçekleşti. Elân yaşadığımız katliamlar ise bu 200 yıllık sürecin sonuçları. Şayet Filistin'le ilgili bir şeyler yapmak istiyorsak öncelikle bu tarihi süreci öğrenmemiz, anlamamız ve Filistin'in kurtuluşu için planlı ve programlı çalışmalar yapmamız gerekiyor.


Tarih boyunca Filistin ve Kudüs'e yerleşmek isteyen Yahudiler bu imkâna ancak bölgenin Müslümanların hâkimiyetine geçtiği dönemlerde kavuşabildiler. Filistin'in İslam hâkimiyetine girmesinin ardından Hıristiyanlarla daha önceki dönemde büyük mücadele veren ve sürekli yenilgi, katliam ve sürgüne maruz kalan Yahudiler, bölgeye yerleşmeye başladılar.

İslam'ın gayrimüslimlere (ehl-i zimme) verdiği hukuki haklar bulunmaktadır. Bunun tek istisnası bölgedeki Haçlı yönetiminin olduğu yıllardır. Zira Filistin'i işgal eden Haçlılar, Müslümanları olduğu gibi Yahudileri de bölgeden sürmüşlerdi. Yahudiler ancak Selahaddin Eyyubi'nin Filistin'i tekrar fethinin ardından bölgeye yerleştiler. Yahudi yerleşimlerinin ikinci dalgası ise İspanyolların Endülüs'ü ele geçirmesinin ardından Müslümanlarla birlikte bölgeden sürülen Yahudilerin bir kısmının Kudüs ve Filistin civarına yerleşmesiyle olmuştur. Ancak bu dönemdeki yerleşimler siyasi bir amaç taşımayıp tamamen dini gayelerle Osmanlı tabiiyetine giren Yahudilerin kendileri tarafından kutsal kabul edilen bu bölgelere yerleşmeleri şeklinde gerçekleşiyordu.

Osmanlı Devleti'nin zayıflamasına paralel olarak 19. yüzyılda bölgede konsolosluklarını kuran İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerin Hıristiyan
vatandaşları dini sebeplerle bölgeye yerleşmeye başladılar. Yahudiler ise özellikle İngiltere ve Fransa'nın himayesinde Filistin'e göç ettiler. Burada şunu hemen söylemek gerekir ki Siyonizm ortaya çıkmadan evvel yapılan bu yerleşimlerin siyasi bir yönü bulunmamakta, tamamen dini sebeplere dayanmaktaydı. Dolayısıyla 19. yüzyıl boyunca Filistin'de çeşitli Yahudi mahallelerinin kurulduğu bilinmektedir.

Filistin'in Yahudilere vatan yapılması projesi

Özellikle 1840'lardan itibaren Prusya, Hollanda, Rusya, Polonya ve Macaristan'dan her yıl yüzlerce Yahudi, Filistin'e yerleşmeye başladı. Osmanlı hükûmeti ancak 19. yüzyıl sonlarında II. Abdülhamid döneminde bu yerleşimleri bir tehdit olarak görüp çeşitli tedbirler almaya başladı. Osmanlı tabiiyetinden olmayan bu Yahudilere, Osmanlı vatandaşlığına geçme ve Filistin yerine Suriye ve Irak'a yerleşme mecburiyeti getirildi. Hac maksadıyla Kudüs'e gelen Yahudilerin bir şekilde izlerini kaybettirerek bölgede kalmaları üzerine Filistin ve Kudüs'te bir aydan fazla kalmaları yasaklandı. Ancak yabancı konsolosların, özellikle İngilizlerin sürekli tepkileri, zayıflamakta olan Osmanlı Devleti'nin bu tedbirleri tam manasıyla uygulayamamasına sebep oldu. 1882 ve 1905'teki iki büyük Yahudi göçü durumu daha da kötüleştirdi.


19. yüzyılın ilk yarısında 11 bin civarında olan Kudüs nüfusunun 6 bini Müslüman, 3 bin 500'ü Hıristiyan ve bin 800'ü Yahudilerden oluşmaktaydı. Aynı yüzyılın sonlarında ise 45 bine ulaşan Kudüs nüfusunun 30 bininin Avrupa ülkelerinin pasaportunu taşıyan Yahudilerden olduğu raporlara geçmişti. 1900 yılında 10 bin Müslüman ve 10 bin Hristiyan'a karşılık Yahudi nüfus 35 bine ulaşmıştı. Osmanlı hariciyesi belgelerinde 2 Aralık 1897 tarihiyle kayıtlı bir raporda, Kudüs'ün bir köyünde sadece altı yıl önce kurulmuş bir Yahudi yerleşiminin 200 nüfusa ulaştığı ve Kudüs'ün adeta bir Yahudi beldesi haline geldiği anlatılmaktaydı.

Bunun üzerine sıkı tedbirler alınmaya çalışılmışsa da bu tedbirler organize bir şekilde çalışan Yahudi grupların Filistin'e yerleşmesini engelleyemedi. II. Abdülhamid, Yahudi göçlerinin ülkenin güvenliği için bir tehdit oluşturduğunu fark ederek tedbir almaya çalıştı. İttihat ve Terakki hükümeti ise bu kısıtlamaları kaldırdı. İttihat ve Terakki çok geçmeden bu politikalarının yanlışlığını anlamışsa da artık iş işten geçmişti. Özellikle 1901'de Yahudi Ulusal Fonu'nun kurulmasıyla bu arazi işgali daha da arttı. Günümüzde İsrail'in işgal ettiği toprakların neredeyse beşte biri bu fona aittir.

Aslında göre göre ve uzun bir süreçte gerçekleşen Filistin'in Yahudilere vatan yapılması projesi, 1897 yılında Thedor Herzl'in Siyonizm'i kurması, I. Dünya Savaşı esnasında önce 2 Kasım 1917'de ilan edilen Balfour Deklarasyonu ve ardından 9 Aralık 1917'deki İngiliz işgaliyle ete kemiğe büründü. Başında bir İngiliz Yahudi'sinin bulunduğu İngiliz manda yönetimi 19. yüzyılda Yahudi göçleriyle demografisi değiştirilen Filistin ve Kudüs'te İsrail devletinin kurulması için bütün şartları hazırladı. Filistinlilerin 1920 ve 1930'lardaki isyanları İngiliz ordusu ve organize Siyonist çeteler tarafından bastırıldı. Tabii Filistin ve Kudüs'e Yahudi göç ve iskânı da artarak devam ediyordu.

II. Dünya Savaşı'nda Naziler tarafından soykırıma tabi tutulan Yahudilere tazminat ise artık Filistin işgalinin resmileştirilmesiyle verildi. Henüz kurulan Birleşmiş Milletler, Kasım 1947'de İngiliz mandası altındaki Kudüs'ü Arap ve Yahudi bölgeleri olarak iki kısma ayırarak (Corpus seperatum) Kudüs'ün batısındaki işgali resmileştirdi.


200 yıllık bir sürecin son çivisi

Arap yöneticiler tarafından bu işgal planının tabii olarak reddedilmesi üzerine, tıpkı bugün olduğu gibi Filistinli Müslümanlar cezalandırıldı. Irgun ve Haganah gibi terörist örgütlerin meydana getirdiği tedhiş, Müslüman nüfusun iyice erimesine sebep oldu. İsrail Devleti'nin 14 Mayıs 1948'de kurulmasıyla, ertesi gün 15 Mayıs'ta, yani Nekbe (Büyük Felaket) gününde, on binlerce Filistinli artık kendi vatanlarında mülteci durumuna düştüler. Bundan sonra içinde Mescid-i Aksa'nın da bulunduğu Doğu Kudüs Ürdün yönetimine bırakılmakla birlikte, Cebelü'l-Meşârif veya diğer adıyla Cebelü'l-Meşhed çoktan "Har HaTsofim" veya "Mount Scopus"a dönüşmüştü bile.

İsrail çok geçmeden 1950'de Batı Kudüs'ü başkent olarak ilan ederek işgali perçinledi. Nekse (Gerileme, Kayıp) adı verilen 1967 Altı Gün Savaşı'nda ise Doğu Kudüs'ü de işgal ederek Kudüs Belediyesi sınırları içine aldı ve şehrin tamamına hâkim oldu. Demografik dengeyi bozmak amacıyla 200 bin nüfusu barındıran on iki yerleşim (işgal) birimi kurduğu gibi, şehrin diğer Filistin kentleriyle ilişkisini utanç duvarlarıyla kesti. Günümüzde sadece Batı Şeria'da, Doğu Kudüs'tekilere ilave olarak 244 işgal (yerleşim) birimi bulunmaktadır ve bunlarda toplam 720 bin işgalci yaşamaktadır. Dolayısıyla Batı Şeria'daki Filistin şehirleri de işgalci yerleşimcilerden oluşan şehirlerin arasında denizde, birbiriyle bağlantısı olmayan, adacıklar hâline dönüşmüştür.

Filistin'de demografiyi sürekli olarak değiştirmeye devam eden İsrail, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından İsrail'e göç eden Rus ve Polonya Yahudilerini Kudüs'e yerleştirdi. 1995 yılından itibaren artarak devam eden yerleşimler vasıtasıyla "Büyük Kudüs"ü inşa etmeye başladı. 1980'de Kudüs'ü "bölünmez ve ebedi" başkenti ilan eden İsrail'in bu kararı BM tarafından tanınmamakla birlikte ABD Kongresi tarafından 1995 yılında alınan ABD büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınması kararının alınması ve Trump döneminde Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak tanınmasıyla işgal daha da ileri bir noktaya taşındı. Özellikle Arap Baharı olayları esnasında bölge ülkelerinin etnik, dini ve mezhebi sebeplerle çatıştığı esnada İsrail kuruluşundan bu yana en rahat dönemini yaşadı ve sinsi işgal planlarını devam ettirdi.

Elân Gazze'deki katliam ve tehcir de bölgede iki yüz yıldır devam eden bir politikanın sonucu. HAMAS'ın saldırısını bahane eden İsrail, Gazze'deki tüm halkı cezalandırırken aslında yıllardır devam eden Filistin topraklarını boşaltarak işgal etme politikasını devam ettiriyor. Şu anda Gazze'nin kuzeyinde yaşayan Filistinlilerin neredeyse tamamı başlarına bomba yağdırılarak güneye gönderilmiş durumda. İkinci aşamada ise Gazze sakini Filistinlilerin Sina veya başka bir bölgeye gönderilmesi hesaplanıyor. Böylece Filistin'in işgali neredeyse tamamlanacak. Tıpkı Halil'deki Hz. İbrahim
camisinin işgali gibi Mescid-i Aksa'ya da planlı saldırılar düzenleniyor.

Şayet böyle giderse, uluslararası toplum ve İslam Dünyası susmaya devam ederse pek yakında şu an işgal edilmemiş pek az bir kısmı kalmış olan Filistin tamamen elden gidecek. Maalesef bizlerin bugün tepki vermekte olduğumuz bu olay, aslında adım adım inşa edilen 200 yıllık bir sürecin son çivisinden başka bir şey değil.

BİZE ULAŞIN