Gökhan Ergür: YAPAY ZEKÂ, YAPAY BİR RUH DOĞURABİLECEK Mİ?

YAPAY ZEKÂ, YAPAY BİR RUH DOĞURABİLECEK Mİ?
Giriş Tarihi: 8.11.2023 13:57 Son Güncelleme: 8.11.2023 13:57
Dünya artık bambaşka bir âlem. Bilek gücü, yerini teknolojiye bıraktı. Her fırsatta övündüğümüz o kadım medeniyetimizin mirasını tükettik, şimdi yeniden çalışmak ve üretmek zorundayız. Birileri kötü robotlar üretiyorsa bizler de iyi robotlar üretmeliyiz.

Kabul edelim ki felaket senaryoları hepimiz için ilgi çekicidir ve genellikle birçoğumuza bu senaryolar uzak ihtimalmiş gibi görünmektedir. Ama 10 yıl önce birileri bize hem teknolojik hem de siyasi olarak bugünleri anlatsaydı, hepimiz onun akıl sağlığından endişe ederdik. Yapay zekâ çalışmaları ile ilgili, dünyaca tanınmış birçok bilim ve fikir insanı pek de iç açıcı olmayan açıklamalar yapıyor.

Dünyanın en önemli teorik fizikçilerinden kabul edilen Stephen Hawking ömrünün son demlerinde yapay zekânın çok geliştiğini ve faydalı olduğunu ancak insan zekâsını geçebilecek bir düzeye gelmesinden endişe duyduğunu söylüyordu. Yapay zekânın kendisini geliştirmeyi sürdürebileceğini, hatta kendisini yeniden biçimlendirebileceğini belirten Hawking, son derece yavaş bir biyolojik evrimle sınırlı olan insanların bu tür bir güçle yarışmasının çok zor olduğunu da ekliyordu.

Tek başına bir teknoloji devi haline gelen ve sahip olduğu teknolojik imkânlarla dünyanın süper güçlerine kafa tutan Elon Musk da yapay zekâ konusunda son derece endişeli. Yapay zekânın insanların yaşam hakkına saygı duyup duymayacağını sorgulayan ve bu yüzden yapay zekâ çalışmalarının kontrollü yürütülmesini savunan Musk, yapay zekânın karşımızdaki en büyük varoluşsal tehlike olduğunu da ekliyor.

Slavoj Zizek, Fukuyama, Habermas gibi isimlerin üzerine düşündüğü ve yazdığı yapay zekâ hakkında Michel Foucault, yakın zamanda karşılaşacağımız en olası ve endişe verici senaryolardan birini 70'li yıllarda dile getiriyordu. Foucault'ya göre hayat ve canlı varlık yeni siyasi çatışmaların ve ekonomik stratejilerin merkezine yerleşecek; insan genomunun patent altına alınması ve yapay zekâ çalışmalarının gelişmesiyle beraber biyoteknoloji pazarının oluşması yeni bir biyoiktidar mücadelesini oluşturacak ve bu iktidar mücadelesi bir zaman sonra da askeri alana sıçrayacak.

Boston Dynamics isimli teknoloji şirketinin ürettiği robotlar tam manasıyla kaygı verici. Her türlü zorlukla başa çıkabilen bu robotlar yüksek bütçeli Hollywood filmlerindeki istilacı robotların birer kopyası; tek farkları bu ürkütücü robotların henüz silahlandırılmamış olması. Rusya Devlet Başkanı Putin'in geçtiğimiz aylarda yaptığı "Yapay zekâda lider olan ülke dünyanın lideri olur" açıklaması ve Elon Musk'ın: "Yapay zekâ yarışı büyük ihtimalle
üçüncü dünya savaşına neden olacak" sözleri bizlere yavaş yavaş kaynamaya başlayan su kazanındaki tehlikeyi gösteriyor.

Makinelerin tutsağı

Halihazırda dünyanın yaşadığı iktisadi gerginlik, zenginlerin kuracağı yapay zekâ ordularıyla farklı bir boyuta taşınarak insanlık tarihi için hiç de hoş olmayan sonuçlar doğurabilir. Kısa vadede olmasa bile uzun vadede robotların dünyada askeri ve siyasi gündemi belirleyeceği kesin. Bu esnada zaten manevi olarak boşlukta sallanan insanların robot hegemonyasını görüp yaşamlarına nasıl ve hangi direnç noktalarıyla tutunabilecekleri büyük ve önemli bir soru işareti.

Toplumsal değişimler birden bire gerçekleşmez. Zamanın karşı konulamaz sürükleyiciliğiyle beraber yavaş yavaş zihinlerimizi biçimlendirerek toplumu belirli bir forma sokar. Bu form, ülkelerdeki hâkim siyasi ve toplumsal gücün el değiştirmesiyle beraber kendini yeniler ve hâkim söylemin belirlediği sınırlar dışına çıkmaktan imtina eder. Yaklaşık 10 yıl önceki eğlence programlarına, kliplere ve dizilere bir bakın, başta çocuklar olmak üzere ülke vatandaşlarının zihinlerini nasıl da tahrip ettiklerine şaşırıp "Ya hu sahiden de bu rezil görüntüleri bize nasıl izlettiler?" diye soracaksınız.

Bu alandaki ahlaki yozlaşma sürse de buna karşı samimi çalışmaların yapıldığının da farkındayız. Buradaki temel düşünce şu: Toplumun davranışları, söylemleri, ilgi alanları ve ruh sağlığı değişkendir, mevcut gücün yürüttüğü politikalar ile beraber olumlu ya da olumsuz bir yerde kendine konum belirler. Bu fikirden yola çıkarak egemen söylemin halkın ruh ve beden sağlığını koruyacak tedbirler alması, sürdürdüğü politikalarla toplumu zamanın kötücüllüğünden muhafaza etmesi gerekmektedir.

Peki, zamanın kötücüllüğü derken ne anlatmak istiyoruz? Cevabı çok basit; şu an büyük bir keyifle sürdürdüğümüz hayatlarımızı. WhatsApp ve Instagram'dan başını kaldıramayan anneler, çocuğun tüm sorumluluğunu anneye atıp her boş vaktinde kadının İslam'daki yerini tartışan erkekler, ekran bağımlısı olmuş bebekler, kimliklerini sanal dünyada inşa etmeye çalışırken kayıp giden gençler. Yani makinelerin tutsak ettiği bizler.

Yapay bir ruh mümkün mü?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki yapay zekâ teknolojisi şu an yapay öğrenmeyi sağlayacak aşamada değil. Öğrenme algoritmasına odaklanan teknoloji devlerinin ellerindeki makinelere şu an için şuur ve ruh kazandıracak kudretleri yok. Yani bir robot herhangi bir komut ya da tarif olmadan
karar verebilme ve harekete geçebilme becerisine, neyi nasıl öğreneceklerine karar verebilme yetisine henüz sahip değil.

Fakat bu durum bizler için bir teselli de değil. Teknoloji dünyasının büyük bir gayretle üretmeye çalıştığı insansı robotlar ve yapay ruhlar şu an zaten aramızda dolaşıyor. Şarj kablolarıyla beraber prize yakın yerlerde konaklıyoruz, çantalarımızda yedek telefon aküleri (powerbankler), tüm gün belirli aralıklarla kontrol ettiğimiz sosyal medya hesaplarımız, yemek yesin diye beşikteki bebeğe uzattığımız tabletler, internetsiz ve elektriksiz ortamlarda yaşadığımız o çökkünlük.

Hantallaştık, artık daha az hareket ediyoruz, canımız sıkıldığında çıkıp dağ tepe dolaşmak yerine dizi önerisi alıp arka arkaya sezonlar deviriyoruz. Evde huysuzlanıp kendini sokağa atmak için annelerine yalvaran çocuklar, şimdi bilgisayar oynamak için yalvarıyorlar. Birçok akrabamızın ya da arkadaşımızın sesini unuttuk, arayıp konuşmak yerine mesaj atıp sesin şifasını ve bereketini öldürdük.

Gerçek hayatta kurduğumuz sınırlı ilişkiler sebebiyle kullandığımız kelimelerin sayısı ve duygusal tepkilerimiz azaldı. İnternet ortamında harfler yerine emojilerle anlaşıyoruz. Bir güzellikle karşılaştığımız zaman o güzelliği kendi belleğimize değil telefonlarımızın belleğine kaydediyoruz. Robot istilasından endişe etmemize gerek yok, bizler zaten robotlaşmış bir şekilde hayatlarımızı sürdürüyoruz.

23 ilke

Yapay zekânın dünyaya vereceği zararı önlemek ve yapay zekâyı kontrol altına almak için kurulmuş Future of Life Institute isimli bir kuruluş mevcut. Bu kuruluş büyük çaplı ilk toplantısını 2015 yılında Porto Riko'da "Yapay Zekâda Güvenlik", ikinci toplantısını da geçtiğimiz ocak ayında Kaliforniya'da "Faydalı Yapay Zekâ" başlığıyla düzenledi. İlk toplantıya katılan Elon Musk ve Stephen Hawking gibi önemli kişiler, yapay zekânın potansiyel tehlikelerine dikkat çekip bu alanın öneminden ve tehlikelerinden bahsetmişlerdi.

Ocak ayında yapılan toplantıda ise 100'den fazla akademisyen ve Ray Kurzweil (Google), Nick Bostrom (FHI/Oxford), Elon Musk (Tesla/spaceX), Eliezer Yudkowsky (MIRI), Demis Hassabis (Deep-Mind), Jaan Talinn (CSER/FLI), Yann LeCun (Facebook/NYU) gibi isimler hazır bulunup yapay zekânın geliştirilme sürecine rehberlik edecek üç ana başlık altında 23ilke belirlendi. İlkelerden bazıları şunlar:

Bir ortak fikir olmadan, gelecekteki yapay zekâ kapasitelerinin üst limitleri konusunda güçlü varsayımlarda bulunmaktan kaçınılmalıdır; gelişmiş bir yapay zekâ, dünyadaki yaşamın tarihinde köklü bir değişimin simgesi olabilir ve yeteri kadar ihtimam ve kaynakla yönetilmeli ve planlanmalıdır; Yapay zekâ sistemlerinin oluşturdukları riskler, özellikle felaket benzeri ve varoluşsal riskler, beklenen etkilerine uygun bir biçimde planlama ve azaltma çabalarına konu olmalı; Yinelenen bir biçimde kendini geliştiren ya da kopyalayan ve çok hızlıca nitelik ya da nicelik olarak büyüyebilecek yapay zekâ sistemleri, kesin güvenlik ve denetim önlemlerine tabi olmalı; Süperzekâ sadece geniş olarak paylaşılan etik değerlere hizmet amacıyla geliştirilmeli
ve bir devlete ya da örgüte değil, tüm insanlara faydalı olmalı.

Bize düşen görev

Akademik manada ne zaman gıpta ile izlediğim bir çalışma olsa aklıma hep Nobel ödüllü bilim insanımız Aziz Sancar'ın söyledikleri geliyor: "Türkiye'deki gençlere tavsiyem günlük politikalarla, dedikodularla uğraşmayın. Bütün enerjinizi işinize verin, bilim öğrenmeye çalışın. Eğer ben Türkiye'deki günlük kavgaları takip edersem üzüntümden çalışamam. Memlekete hizmet için bilim lazım, Avrupa ve Amerika seviyesinde olmamız için bilim lazım." Bu mübarek vatanın artık daha fazla betona değil daha fazla teknolojiye ihtiyacı vardır. Bir pop yıldızı kıvamında arz-ı endam eden müteahhitlere gösterilen özen ve dikkat bilimle uğraşan gençlere de gösterilip yüreklendirilmeli. Türk gençliğinin ne işler başarabildiği tüm dünyaya gösterilmeli.

2005 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın başlattığı "Mini İnsansız Hava Aracı Geliştirme Projesi"nde katılımcı firmalardan biri olan Baykar Teknoloji'den Selçuk Bayraktar başarıyla gerçekleştirilen mini iha uçuş gösteriminden sonra şunları söylüyor: "İnsansız hava araçları projesi desteklenirse 5 sene içerisinde Türkiye dünyada 1 numara olabilir, çok rahat olabilir." Ve söylediğini de yapıyor.

O gün desteklenen bu proje, bugün ülkemizin savunma sanayisinin gözbebeği olmuş durumda. İlk milli insansız hava aracımız sayesinde bugün yüzbinlerce vatan evladı askerimiz daha rahat koşullarda askerliklerini yapıyor ve can güvenliklerini riske atmadan tehlikeli hedefleri imha edebiliyor. İnanmış ve çalışkan birkaç kişi biraz destekle bazen koca bir ülkenin ve hatta coğrafyanın kaderini değiştirebiliyor.

Dünya artık bambaşka bir âlem. Bilek gücü, yerini teknolojiye bıraktı. Her fırsatta övündüğümüz o kadim medeniyetimizin mirasını tükettik, şimdi yeniden çalışmak ve üretmek zorundayız. Ortada bir kötülük varsa bunun karşısına aynı sahada iyi olanı koymalıyız. Birileri kötü robotlar üretiyorsa bizler de iyi robotlar üretmeliyiz. Fakat gençler, fiyakalı takım elbiseler ve bir yerlerden tanıdıklarla kolay yoldan paranın peşindeler. Zahmete talip olmadan rahmeti arzulayan, okumak gibi soylu bir eylemi yük gören, sağlam dostlar edinmek yerine network oluşturan, hayatlarının temel gayesini lüks bir ev ve araba olarak belirleyen gençliğe bıkmadan ve usanmadan hakikati anlatmak hepimizin temel vazifesidir.

İnsanlığın son sığınağı ve dayanağı Türkiye Cumhuriyeti'nin fertleri olarak üzerimizdeki atalet hırkasını çıkartıp işe koyulmanın vakti geldi de geçiyor. Ya hamasi söylemler ve geçmiş nostaljisiyle kendimizi tüketeceğiz ya da dünya yorgunlarının ve mazlumlarının umudu olarak çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız.

BİZE ULAŞIN