Gökhan Ergür: BİZİ PSİKOLOGLARIN ELİNDEN KİM KURTARACAK?

BİZİ PSİKOLOGLARIN ELİNDEN KİM KURTARACAK?
Giriş Tarihi: 7.7.2023 14:40 Son Güncelleme: 7.7.2023 14:40

Terapi sürecinden geçen birçok danışan seanslar sonlandığında şu cümleyi kuruyor: "Kendime yaptığım en güzel yatırım bu oldu". Yine birçok danışan da terapiye dair daha önceden sahip oldukları önyargıların boşa ve saçma olduğunu, terapi sürecinin hiç de kendilerine anlatıldığı gibi olmadığını söylüyorlar.

Son yıllarda psikoterapi seanslarına yaklaşım değişse de uzunca bir süre terapi almak; delilik, güçsüzlük ve acizlik ile eş tutuldu. Bu anlayışa göre psikoloğa gitmek büyük bir psikopatolojiye sahip olmak ve çıldırmaktı. Ayrıca "kişi eğer güçlüyse, aciz değilse, yere sağlam basabiliyorsa psikoloğa gitmez kendi sorunlarını kendisi çözer" deniliyordu.

Buna ek olarak "dini vecibelerini eksiksiz bir biçimde yerine getiren kişilerin terapiye ihtiyacı olmaz, eğer ihtiyaç duyuyorsa imanında bir eksiklik vardır" anlayışı da uzunca bir süre insanları terapiden uzak tuttu. Çünkü insanlar terapiye giderlerse kendilerinin eksik ve kusurlu bir mümin olarak görüleceğinden endişeleniyorlardı. Bunun yanında özellikle erkekler tüm dünyada terapi hizmetinden kadınlara göre daha az faydalanmakta.
Yapılan araştırmalara göre bunun nedeni erkeklerin kadınlara göre duygularını daha az ifade etmek istemeleri ve terapi hizmetini olumsuz bir olgu olarak değerlendirmeleridir.

Özellikle son 10-15 yıldır sinema ve televizyon dizilerinin de etkisiyle psikologlara ve terapiye bakış açısı yavaş yavaş değişmeye başladı. Dizi ve filmlerde ilk başlarda karikatürize bir biçimde yer alan terapistler zamanla daha aklı başında, işlevsel ve problem çözücü bir biçimde izleyicilere sunuldu.

Psikoterapi artık makbul

Özellikle pandemi dönemi ve sonrasında dizi ve sinema sektöründe bir psikoloji bilimi patlaması yaşandı, neredeyse her yapımda bir psikoterapist
bulunuyor artık. Ve ne yazık ki deneyimli psikoterapistler bugüne kadar edindikleri vaka tecrübelerini, bilgilerini yapım şirketlerine satmak için büyük
bir çaba sarf ediyor.

Ama nihayetinde psikoloji bilimine ve psikoterapi seanslarına bakış açısının değiştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İnsanlar artık terapiye gitmenin bir eksiklik ya da zayıflık olmadığının farkına vardılar. Sadece büyük patolojilerde değil, günlük yaşam deneyimlerinde karşılaştığımız zorluklar sebebiyle de terapi desteği alınabileceği fikri zihinlere yerleşti.

Bizim jenerasyonun modern tıbba başvurma sıklığı eskiye göre oldukça iyi. Ben son dönemlerine yetişsem de büyüklerimiz karşılaştıkları zorluklara önce kendi çevrelerinden çözüm bulmaya çalışırlardı. Bir çocuk düşüp kolunu incittiği zaman önce mahallede, köyde kırık, çıkık işlerinden anlayan kişiye gidilirdi. Doğum yaptıran ebeler, bahçe, boya, tamirat, inşaat işlerinden anlayan mahalleliler, köylüler, uyuyamayan, çok ağlayan çocukları
okuyan hoca nineler ve daha nicesi.

Hâlâ başım ağrıdığında, kendimi kötü hissettiğimde telefonla dahi olsa annem okur ve her seferinde esneyerek "çok nazar var oğlum sende" deyip duasına devam eder. Bu yaklaşımlar iyidir ya da kötüdür demek elbette çetrefilli bir konu ama şu bir gerçek ki ilk insandan bu yana topluluklar
bir şekilde ruhsal ve fiziksel hastalıkları iyileştirdi, önleyici tedbirler aldı, hayata adapte olabilmek ve hayat karşısında güçlü durabilmek için sayısız iyi
ve işe yarar yöntemler geliştirdi; bu işe yarar yöntemlerden de yola çıkarak bilim ve teknolojide büyük gelişmeler yaşandı.

Bir yol gösterici ihtiyacı

Hâlâ dünyanın birçok bölgesinde insanlar problemlerini kendi toplulukları ve imkânları içerisinde çözmeye çalışıyorlar. Bu durum sadece profesyonel hizmetlere ulaşımda yaşanan zorluklardan kaynaklanmıyor elbette, insanlar kendi bildikleri, inandıkları bir çözümün, iyileşmenin peşinden
gidiyorlar. Bu durumu bilime karşı bir duruş olarak değil alışkanlıklar ve iyileşmeye duyulan inanç perspektifinden değerlendirmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Şu bir gerçek, Tanrı inancı olsun ya da olmasın eski uygarlıklardan bu yana tüm kültürlerde insanlar bir şifacıya ihtiyaç duymuşlardır; kendilerini dinleyecek, anlayacak, yol gösterecek, ilahi olanla bağ kurmasına yardımcı olacak ve iyileştirecek birilerini aramışlardır. Bu iyileşme bazen bir karışımla, bazen dokunuşla, bazen sözle, bazen bakışla olur.

Kişi, kendisine iyileşme sunan bu şifacının özel güçlere ve manevi bir ayrıcalığa sahip olduğuna inanmak ister. Çünkü kendisinin dünya karşısındaki güçsüzlüğünü, zayıflığını hisseder ve kendisinden daha güçlü, manevi olarak daha bilgili birinin yol göstermesini, sahip çıkmasını, yardımcı olmasını bekler.

Özellikle modern dönem ve sonrasında insan yolunu ve yönünü kaybetti. Nereye, nasıl, hangi yollarla ve en önemlisi de hangi amaçla gideceğini unuttu; yolu, yönü ve anlamı soracağı, danışacağı kimsesi kalmadı. Sahiden de etrafımızda büyük kalmadı.

Vaktiyle mahallede, köy derneklerinde, akşam oturmalarında, dost meclislerinde gördüğümüz büyükler yavaş yavaş kendi içlerine çekildi, sayıları azaldı ve belki de kayboldular.

İnsan kendini yalnız hissediyor

Sadece büyükler değil dostlarımız da kayboldu. Haftanın 6 günü var gücüyle çalışan, eve yorgun ve mutsuz dönen, akşamları cep telefonuyla ya da ucuz dizilerle kendini uyuşturan insanın ötekine uzanacak, derman olacak gücü ve kuvveti kalmadı. Artık herkes kendi dünyasında, kendi dertleriyle ve kendi çıkmazıyla... Dolayısıyla büyük bir yalnızlık yaşıyoruz. Bizi bu dünyada güçlü ve ayakta tutan şey ötekiyle kurduğumuz bağlardır fakat insanlarla olan bağlarımızı yitirdik, kimsesizleştik.

İnsan bu garip kalma halini aşmak için bir çıkar yol aramaya başladı. Alışveriş yapmak, online bağımlılıklara saplanmak, bağımlılık yapan maddeleri tüketmek, sadece hazzın peşinde koşmak çare olmadı ve nihayetinde insan kendisini terapi koltuğunda buldu. Bir dönem yol gösteren, varlığıyla güç veren, bize kendimizi hatırlatan bilgelerin, büyüklerin, şifacıların yerini terapistler dolduruyor diyebilir miyiz?

Haftanın altı günü terapi odasındayım ve gördüğüm en net şey insanların yalnızlığı. İnsanlar kendilerini dünyada yalnız ve anlaşılmamış hissediyorlar. Eşler birbirine dert anlatırken birbirinin gözüne değil kendi telefonlarına ya da televizyona bakıyorlar, çocuk "mutsuzum, bana vakit ayırın" dedikçe ebeveynler önlerine pahalı oyuncaklar, kıyafetler fırlatıyor.

Birbirimizin ruhuna, kalbine dokunmak bir yana artık birbirimizin gözlerine bile bakmıyoruz, sesini dahi duymuyor mesajlarla yetiniyoruz. Hal böyle olunca da dengesi bozuluyor insanın, ruhu bitimsiz bir fırtınaya tutuluyor ve bu zorluğa bir çözüm bulmak için psikoloji bilimine yani psikoterapiye
başvuruyorlar.

Seanslarda, terapinin ne demek olduğunu, neyi amaçladığını anlatıyorum. Mesela terapist akıl vermez, danışanın yerine karar almaz, bir yol haritası
çizmez ama özellikle son yıllarda danışanlar bu yönde bir talepte bulunuyor: "Bunu danışacağım, konuşacağım kimse yok, lütfen söyleyin ne yapayım?"

Hangi psikoloji?

Karar alamayan, tercihte bulunamayan ve bir otorite onayı isteyen kişilik şemasını dışarıda tutarak söyleyebilirim ki insanların sığınacağı, akıl danışacağı, istişare edeceği kişilerin sayısı azaldı ve bu açığı terapistlerle kapatma devri başladı. Bu durumda herhangi bir terslik, tuhaflık yok. Terapi sadece psikopatolojilerle değil, günlük yaşamda insanın bulunduğu yer ve sahip olduğu ilişkilerin biçimiyle de ilgilenir.

İnsanın içine düştüğü bu çukuru tanımlayacak ve bununla ilgili profesyonel bir biçimde çözüm üretecek bilim dalı elbette psikolojidir. Fakat hangi psikoloji?

Her yıl binlerce insan Türkiye'de psikolog unvanı alarak ruh sağlığı alanında hizmet vermeye başlıyor. Sahip olunan ehliyet, terapi yapma yetkisi hiçbir kurum ve kuruluş tarafından denetlenmiyor. Lisans eğitimini farklı bir alandan olup terapi, danışmanlık hizmeti veren on binlerce insan var ve bunlara hesap soracak hiçbir mekanizma mevcut değil şu an için. Dolayısıyla bilimsellikten uzak bir sürü uygulama ve psikoterapi başlığı altında şaklabanlıklar mevcut. En azından terapi hizmeti almadan önce uzmanın lisansını, yüksek lisansını, aldığı terapi eğitimlerini, süpervizyonlarını araştırmak danışanlar için faydalı olacaktır.


Yaklaşık 13-14 senedir seans odasındayım, elimden geldiğince alana dair okumaya, yazmaya, araştırmaya, üretmeye devam ediyorum. Sanırım bu alanda kendi çapımda ve gücümde bir etki alanı oluşturabildim. Fakat kendimi en başa koyarak soruyorum: Bizi psikologların elinden kim kurtaracak? Sosyal medya, diziler, sinema fialmleri, kitapçı rafları, gündüz kuşağı programları, podcastler, Youtube kanalları ve daha nicesi. Sürekli bir psikolog
bir yerlerde bir şeyler söylüyor, fikir beyan ediyor ve bir yol haritası çiziyor. Ben bundan fena halde sıkıldım, peki ya siz?

BİZE ULAŞIN