Haşmet Babaoğlu: 3 Soru 3 Cevap

3 Soru 3 Cevap
Giriş Tarihi: 14.11.2018 13:32 Son Güncelleme: 14.11.2018 13:32
Burada yaşadığın ve "buralı" olduğun için varlığını dolduran derin bir şükür duygusu

"Türkiye kadar bir çiçek"

Öteden beri dikkatimizi çeker; köşe yazılarınızda ne zaman vatan sevgisinden söz edecek olsanız, Ziya Osman Saba şiirlerini işaret edersiniz. Özellikle de "iyilik" şiirine vurgu yaparsınız. Bu tutum alışıldık olanın dışında kalıyor çünkü vatan sevgisi ve şiir denince akla böyle sakin örnekler gelmez. Kahramanlık hikâyeleri aktaran, heyecan dozu ve sesi yüksek şiirler ararız. Oysa Saba, naif ve tabir caizse, kendi halinde bir şairdir. Siz ne buluyorsunuz o şiirlerde?

Burada yaşadığın ve "buralı" olduğun için varlığını dolduran derin bir şükür duygusu… Ana rahminin hatırası… Bazen bir iç çekiş… Bazen kendinden emin ve sakin neşe… Akraba acılar, kardeş teselliler… Bazen yanı başındayken büyüyen hasret… Bazen bütün üşümeleri dindiren sımsıcak bir battaniye…

Bunları buluyorum Ziya Osman Saba şiirlerinde.
Vatan budur.
Türkiye budur.
"İyilik" şiirinde der ya hani…

"Sabah... Ah şükrederek çıkmak geceden.
Ayak bastığım kıyı, yeniden doğuş.
Sabah, beliren evim, bahçeler ve sen, Henüz uyuyan dallar, havalanan kuş."

Bu coşkunun kaynağı vatan değilse, neresidir? Bağırıp çağırmıyor, ayaklarını yere vurmuyor diye öyle olmadığını zannetmek ne talihsiz bir hatadır!

Ya da o eşsiz, o pamuk yumuşaklığında bir hüzne sahip "Her Akşamki Yolumda" şiirine bakalım:
"Her akşamki yoluma koyulmuş gidiyorum. Her akşamdan vücudum bu akşam daha yorgun. Öyle istiyorum ki bu akşam biraz sükûn, Bir cami eşiğine yatıversem diyorum. Rabbim şuracıkta sen bari gözlerimi yum."

Şimdi söyleyin bana, insan vatanından başka nerede böyle ölmek ister? Vatanın sıcaklığını ancak böyle en yalın hâliyle ve içtenlikle hissediyorsan kendini 15 Temmuz gecesinde sokağa atıveriyorsun işte… Bir cami avlusunun taşlarını "bir döşek kadar ılık" bulacağın bir yer varlığını sürdürsün diye savaşıyorsun.

Vatan dediğimiz şeyi uluslararası havalimanlarında, hepsi birörnek plazalarda, otoyolları süsleyen ışıklı benzin istasyonlarında bulamazsınız. Mezarlıkların önünden geçip ilkokul önlerine çıkan yollardan yürüyeceksiniz. Börtü böceğini de, âlimini, velisini de bileceksiniz.

Şairin dediği gibi "kalbe aşina" bir şeyden söz ediyoruz, soyut bir kavramdan veya zamanın kucağına terk edilmiş bir kahramanlık destanından değil.

Bir dönem medyada "teknik devlet, dünya vatandaşlığı" gibi kavramlar pek gözdeydi. "Buralı" olmak sanki demode bir şey gibi görülüyor; ne anlama geldiği belirsiz bir "evrensellik" öne çıkartılıyordu. Hatırlarsınız…

Hatırlamaz mıyım? Doğrudan o sürecin içine itilenlerden biriydim.

Zaten bu kavramlara açık açık burun kıvıranları veya kuşkulananları merkez medyada tutmazlardı. Hedef açıktı: "Evrensel insan" olmak. Bundan söz ettiğimiz her an sanki sınırlar kalkıyor, farklı kültürler birbirleriyle el ele dansa kalkıyor, pasaportlar çöp oluveriyordu.

Ne numara ama! Nasıl baş döndüren bir hayal üretimi! Sonra kafamıza defalarca dank etti.

Meğer "evren" dedikleri kendileriymiş. Egemen müreffeh ülkenin coğrafyasından ibaretmiş dünya.

Meğer dertleri neo-kolonyalizme yerel çiftlik kâhyaları yetiştirmekmiş…

Tabii bu aldatmacanın etkisinin bütünüyle silindiği sanılmamalı. Hâlâ iş görüyor. Çünkü medya dilimiz hâlâ bu zemin üzerinden yürüyor. "Okumuş çocuklar" için demokrasi tartışmaları hâlâ "evrensel insan hakları" ve "evrensel insan" kavramlarından kalkarak yapılıyor. Halkın siyasi temsili ve iktidarda tecessüm edişi hâlâ bu kavramlar üzerinden itilip kakılıyor.

En fenası şu ki, bu kavramları ağızlara sakız yaparak şeytani çıkar ortaklıkları ve zulüm saklanıyor.


Tekrar Türkiye'ye dönelim; toplumun zihninde nasıl bir "Türkiye tasavvuru" var. Bu tasavvurun gerçeklikle ilişkisi nasıl?

Gerçeklik bir yanda, kolektif tasavvur öte yanda sanan yanılır. Mesela "Türkiye'yi hiçbir kriz yıkamaz" dediğimiz zaman bu hem dilek hem halkın ülkesini kavrayış biçimi hem de siyasi/ekonomik gerçeğin aşağı yukarı kendisidir.

Ama bir de son dönemde pek ihmal ettiğimiz "tahayyül" kısmı var. Nasıl hayal ediyoruz ülkemizi? Ona neleri yakıştırıyoruz? Onu nasıl süsleyip püslüyor, nasıl inanıyoruz? Mitoslarımız yani hurafelerimiz, masallarımız. Orası da önemli…

Yine şiire döneyim mi? Bu kez de rahmetli Ergin Günçe'yi hatırlatayım; hani "Türkiye kadar bir çiçek"
diyen şairi hatırlayalım. O şiirin bir dizesinde "tarihi hızlandırmanın çiçeği" der mesela şair. Sonrası şöyle gelir ki, çok severim:

"Senin saçlarında bir Macar kırmızı var el yazması Kur'anlar ve benim yanaklardaki Çerkeslik daha bir sürü çiçekler"

O çiçekleri çok uzun zaman susuz, bakımsız bıraktık. Şimdi dönüp su verme zamanı…

BİZE ULAŞIN