Örümceğin biri (IV)

Şükran Erdoğan 06 Ağustos 2014, Çarşamba
Ne zaman tüm bağlarından kopmak, evindeki kargaşadan uzaklaşmak, gürültü patırtıdan kaçmak istese, kendisini Taksim’in sokaklarında buluyordu.
-geçen aydan devam-

Zehra (Ateş): Kriminolog ve davranış bilimci. Amerika'da yaşıyor, İstanbul'da tatilde. En son, Saadet'in ailesi ve arkadaşlarıyla tanışmak için cenaze evine gitmişti.
Burak (Karaali): Eski bordo bereli, akademi mezunu. 5 dil biliyor ve Fahrettin Amir'in birliğine katılalı 6 ay oldu. Zehra ile birlikte cenaze evini ziyaret edip, aile ile görüştü. Saadet'in babası ve abilerini merkeze götürme emri ona verildi.
Feyza (İşler): Doktor, 3 yıldır Fahrettin Amir'in ekibinde, bir ara Murat ile nişanlanıp, ayrılmış. Adli tıbba gitme, ölüm sebebini araştırma ve cesedi inceleme, gerekirse otopsiye eşlik etme görevi her zaman için onundur.
Murat (Doğan): Eski çete üyesi ve oldukça mahir bir hırsız. İhtisas alanı ise matematik ve edebiyat. Üstelik bir de Şair. Saadet'in iş yerine gitme ve sonrasında Saadet'in 'olmayan' erkek arkadaşını bulma görevi ona ait.
Fahrettin Amir: Zehra'nın babası rahmetli Nihat Bey'in sağ kolu. Teğmen olarak bıraktığı askeriyeden, önce istihbarata sonra Emniyete geçiyor. Kendi özel ekibini kuruyor ve sadece özel dosyalara bakıyorlar. Son günlerde hiç olmadığı kadar mutsuz.
Saadet (Tek): 27 yaşında, bir moda evinde çalışıyordu, öldürüldü, maktul.
Taksim'in kalabalık, renkli sokaklarını hep sevmişti Murat. Kalabalığın içinde görünmez olmak çok daha kolaydı çünkü. Ne yapsa göze batmazdı. Kimse dikkat etmiyordu nasıl olsa. Kendi âleminde, kendiyle meşgul yüzlerce insan. Yalnız kalmak istediğinde, ki onun için yalnız kalmak tek başına kalıp kendini dinlemenin tam tersi bir manaya geliyordu, gittiği yer İstiklal Caddesi olurdu. İlkokula giderken bir arkadaşı söylemişti, "Oolum öyle bi yer ki bissürü kişi var, kimse seni görmüyor. Her istediğini yapıyorsun. Yabancı ülkelerde de öyleymiş. Özgürsün özgür!" O günden sonra ne zaman tüm bağlarından kopmak, evindeki kargaşadan uzaklaşmak, gürültü patırtıdan kaçmak istese, kendisini Taksim'in sokaklarında buluyordu. Buraya geldiğinde de, aynen şimdiki gibi, ister istemez keyifleniyor, ıslık çalıyor, çocuklar gibi atlayıp zıplıyordu. Bazen efkârlanıp bir iki şiir yazdığı, güzel sesiyle bir iki türkü söylediği bile olurdu.
Moda evine müşteri edasıyla girerken de yine dilinin ucundaki şiiri bekletiyor, onu okuyabileceği uygun birini arıyordu. Kapıdan girer girmez sağ tarafta kalan masada oturan, oldukça şık giyimli, özenle makyajını tamamlamış, saçlarına abartılı bir fön çektirmiş görevli ona doğru geliyordu. Murat bu esnada kendi kendine söylenir gibi okuduğu şiirinin son iki mısrasını görevli kıza bakarak okuyunca, görevli kız neredeyse bayılacak noktaya gelmişti. Tabii ya. Kapıdan genç ve yakışıklı bir delikanlı geliyordu, üstelik ona şiir okuyarak. Bu olsa olsa beyaz atlı prens olabilirdi! Murat, kadınlara kendilerini iyi hissettirmesini çok iyi bilen, bir dolandırıcıydı ve her defasında kadınlar, Murat'ın ağına düşüyor, kalpleri kırılıyordu. Üstelik Murat'ın tüm oyunu dilindeydi. Netice itibariyle Murat, adeta emellerine ulaşamayan kadınlardan koleksiyon yapıyor, onların varlığıyla eğleniyordu.
Zehra, Murat'tan hiçbir zaman tam olarak hoşlanmamış, ondan hep uzak durmuştu. Tabiri yerindeyse Feyza için O'na katlanmış, O'nun Feyza'yı üzeceğinden de hep emin olmuştu. Murat da bir kızın aklını çelmenin en iyi yollarından birinin, aynı zamanda o kızın arkadaşını da kendisine hayran bırakmak olduğunu düşündüğünden, Zehra'ya her türlü iltifatta bulunmuş, inceliği göstermiş ama aralarındaki buzları bir türlü eritememişti. Bir ara Feyza'ya, Zehra'nın onların mutluluklarını kıskandığını bile söylemişti, ama beklediğinden çok daha sert bir tepki alınca bu konuda geri adım atmak zorunda kalmıştı. Ve en iyi arkadaş meselesini bir daha açmamak üzere kapatmıştı.
Murat'ın karşısında bir saniyede on şekle girip, tiz sesiyle onu etkilemeye çalışan görevli komik bir hal almıştı. Görevlinin halinden onun kıvama geldiğini düşünen Murat, kendisini toparlayıp, ama yine de o güzel gülümsemesinden görevliyi de mahrum etmeyerek ona doğru bir adım attı:
"-Merhaba hanımefendi. Ben komiser Murat Doğan. Sizinle Saadet Tek hakkında görüşebilir miyiz?"
'Komiser' kelimesini duyan görevli birden telaşlanıp:
"-Ben size şefimiz Gülten Hanım'ı çağırayım", dedi. Murat ise cazibesine olan güven ve insanın aklını başından alacak o yumuşak sesiyle devam etti;
"-Ama ben sizinle görüşmeyi tercih ederim."
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.