Ahmet Özdinç: İlk Müslüman hemşire: Rufeyde bint Sa’d

İlk Müslüman hemşire: Rufeyde bint Sa’d
Giriş Tarihi: 2.10.2014 22:43 Son Güncelleme: 21.10.2014 12:40
Ahmet Özdinç SAYI:06Ekim 2014
İslam tarihindeki ilk hemşire olan Rufeyde bint Sa’d, yaralıları tedavi etmek için birçok savaşa katılmıştır. Kız çocuklarının cahiliye adetleriyle ölümüne engel olmaya çalışan Rufeyde, eğitim görmüş hemşirelerin idare ettiği ilk sahra hastanesini kuran kişi olarak da İslam tarihinde önemli bir yere sahiptir. Yardımlaşma ve dayanışma dini olan İslam'ın en büyük faziletleri arasında insanlara faydalı olmak vardır. İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren, ihtiyaç sahipleri ve zarurette kalanların üzerine büyük bir rahmet şemsiyesi açılmıştır. Sahabeler hangi vasıflarıyla biliniyorlarsa etrafındakilere o imkânları dağıtmayı en büyük erdem bilmişlerdir. Cömertlik, vefakârlık, cesaret, şefkat, hamiyet gibi faziletler arasında hasta ve yaralıların tedavi ve bakımları da sayılmaktadır. İslam tarihinde bu yönüyle tanınmış ilk isim ise Rufeyde b. Sa'd'dır.

Rufeyde'nin babası Sa'd da insanları tedavi etmekle meşgul olan birisiydi ve bu sevgisini kızına da aşılamıştı. Kızı ise sadece hastalara şifa dağıtmakla kalmamış, kız çocuklarının cahiliye adetleriyle ölümüne de engel olmaya çalışmıştır. Babasının, "Kızım! Bütün hayatımı sana vakfettim. İlmimi ve tecrübemi sana verdim. Seni, benden sonra, Eslem oğullarının yaralılarını tedavi eden ve acılarını hafifleten bir hemşire olmaya hazırladım" sözlerini vasiyet kabul eden Rufeyde, ömrünü insanlara şifa kaynağı olmaya adamıştır.

Rufeyde ve eşi Abdullah Mekke'de yeni bir dinin zuhur ettiğini duymuştur. Bir gün Hazreti Peygamber tarafından Medine'ye gönderilen Mus'ab İbn Umeyr ile görüşürler. Bu yeni din hakkında konuşurlarken bahis, hastalık ve şifa konusuna gelir. Rufeyde, "Biz, halkın şifa bulması ve belalardan kurtulması için, fidye ve dualarla ilahlara yaklaşmaya çalışıyoruz" der. Mus'ab ise "Beni yaratan da doğruya ulaştıran da O'dur. Bana yediren ve içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana şifa verir. Beni öldürecek sonra da diriltecek de O'dur" (Şuarâ Suresi, 78-81) ayetleriyle karşılık verir. Bu konuşmaların etkisiyle Rufeyde İslam'la müşerref olur ve kısa sürede dini emir ve prensiplerdeki eksiğini tamamlar.

Gerçekten de cahiliye devrinde hastalığın, ilâhlara karşı işlenen günahların cezası olarak insan vücuduna giren cin ve şeytan olduğu inancı yaygındı. Kâhin, müneccim ve tabip olan babasına, hasta tedavisinde yardım eden Rufeyde bu inançların etkisi altında bulunmaktaydı. Yıldızlardan saadet beklenen, fal okları atılarak ilahların öfkelerinin teskin edileceği zannedilen bir dönemde; muska ve büyü, düğümlere üflemek, baş ve göğse dövme yapmak, kuşların uçuşunu yorumlamak gibi usullerle insanlara şifa verilmeye çalışılmaktaydı. Rufeyde Müslüman olduktan sonra bu inançlardan arınmış ve daha önce babası Sa'd el-Eslem'in hastalarını muayene ettiği tapınağı, putlardan ve muskalardan temizlemişti.

Hastalık da şifa da Allah'tan

Rufeyde'nin eşi Abdullah, Bedir Savaşı öncesinde katledilir. Rufeyde'nin kulaklarında, ölümünden kısa bir süre önce eşinin söylediği şu sözler kalır: "Rufeyde! Allah için senden, benden sonra hareketi tamamlamanı, İslam'ı ve nuru, her eve, her kalbe yaymak için cihada devam etmeni istiyorum ki milletimiz cahilliğin ve cahiliye devrinin karanlıklarından kurtulsun." Halis bir Müslüman olmak için büyük çaba gösteren Rufeyde, kocasının katili İslam'a dönüp Râşid ismini aldıktan sonra işlediği günahın affını istediğinde onu affetme büyüklüğünü de gösterecektir.
Rufeyde, yaralılara ilk yardımda bulunmak ve onları tedavi etmek için birçok savaşa katılmıştır. Eğitim görmüş hemşirelerin idare ettiği ilk sahra hastanesini kuran kişi olarak İslam tarihine geçmiş ve "Savaş tıbbında en önemli şey tertip ve düzendir" diyerek hastane içinde kadınları dört grup halinde konumlandırmıştır. Savaş esnasında arka planda yaralılar için bir çadır kurar ve bu çadırda ilk müdahale yapılırdı. Yaralıların nasıl taşınması gerektiğini, sedye kullanmayı da ilk öğreten Rufeyde bint Sa'd'dır.

Hendek savaşında kabileler Medine'yi kuşattıklarında Rufeyde, yaralılara yardım etmek üzere çadırını savaş alanının yakınına kurar. Bu savaşta Sa'd İbn Muaz'ın koluna bir ok isabet ettiğinde Rasûlullah, ilk müdahalenin yapılması için onu hemen Rufeyde'nin çadırına gönderir. Rufeyde oku çıkararak Sa'd'ı tedavi eder. Aynı gün içinde Peygamber Efendimiz, yaralıların durumlarını öğrenmek üzere birkaç kez çadıra gelir.

Hayber savaşında ise ordu harekete hazırlanırken Rufeyde de kalabalık bir kadın sahabe topluluğuna ilk yardım ve tedavi teknikleri hakkında eğitim verir. Rufeyde'nin öncülüğünü yaptığı bu topluluğun gayreti kısa süre içinde meyvesini verir ve savaşta büyük fayda sağlanır. Bu sebeple Peygamberimiz Rufeyde'ye, 'kılıcı ve atıyla dövüşen savaş erine verdiği kadar' ganimetten pay ayırdığı gibi yine o kadınlardan üstün gayret sahibi olanlara birer şeref gerdanlığı takdim edilir.

Hazreti Peygamber'in takdirine mazhar olan bu kadın sahabe, hem savaşlarda sağlık hizmeti verir hem de bu konuda pek çok kişiyi eğitir. Savaş esnasında Peygamber Efendimiz'in yaralandığı haberini alan kadın sahabelerin ilk yardım çadırını terk ederek meydanda savaşmak istemelerine karşı çıkar ve bulundukları yerden ayrılmayıp vazifelerine devam etmelerini sağlar. Kimi zaman iki gün boyunca hiç uyumadan ilk yardım çadırında vazifesini icra eden Rufeyde, kendisine getirilen müşrik esirleri de tedavi etmekten geri durmaz.

Savaş zamanında yaralılara yardım eden Rufeyde, sulh zamanlarında da hastaların tedavisiyle ilgilenirdi. Bu gaye ile Rasulullah'ın mescidinin yanına hastalara bakmak için bir çadır kurmuştu. "Müslümanların muayenehanesinin de ibadet ettikleri yer gibi temiz olması gerekir. Oraya asla necaset (pislik) girmemesi gerekir" diyen Rufeyde, hastaların tedavi edildiği yerlerin sağlıklı ve hijyenik olmasına büyük önem göstermiştir. "Hastaların görünüşüyle veya Allah'ın verdiği kusurlarla alay edecek kişilerin en son sırasında hemşireler gelir. Bir hemşirenin hastasıyla; hastalığından, yaratılıştan gelen kusurlardan, fakirliğinden ve görünüşünden dolayı alay etmesi; merhametin onun kalbinden çıkarıldığı manasına gelir" sözleriyle, hekimlik ahlakının ilkelerini yanında çalışanlara da aşılamıştır.

Hastalığın ve şifanın Allah tarafından verildiğine inanan Rufeyde, insanların sıhhat bulmasının kendi marifeti sebebiyle olmadığını söylerdi. Hastalarına sıkıntı, felaket, hastalık ve ölüm anında feryat etmeyip sabrı elden bırakmamalarını tavsiye ederdi. "Mutluluğu, hasta ve yaralıları mutlu etme, onların acılarını hafifletme ve durumlarını gözetmede buldum" diyen Rufeyde, şifa dağıtan elleriyle Ensar'ın en sevilenleri arasında olmuştu
İslam tarihinde bilimin gelişmesine öncülük eden Râzi, İbn Heysem, İbn Sina, İbn Rüşd gibi onlarca ismin yanında Rufeyde bint Sa'd'ı anmak yalnızca tarihe not düşmek değildir. Bir olayı yahut bir şahsiyeti başlangıç yapmak, milat saymak bundan sonra anılacaklara referans oluşturmak anlamına gelir. Tarihte varlığını sürdürebilmiş medeniyetler kendi isimlerini kendi serüvenlerinin kilometre taşı sayar.

Günümüzde modern hemşireliğin kurucusu olarak sayılan Florence Nightingale, 1854 yılında Kırım Savaşı sırasında yaralanan İngiliz askerlerinin tedavi ve bakımını yapmak üzere İstanbul'a gelmiş bir İngiliz hemşiresidir. Florence Nightingale, gerek savaş sırasında gösterdiği fedakârlıklarla gerek hasta bakıcılığa getirdiği bilimsel yaklaşımla bugünkü hemşireliğin kurucusu sayılmıştır.

Hâlbuki Rufeyde bint Sa'd, savaş sırasındaki ciddi fedakârlıkları ve organizasyon kabiliyetinin yanında, özellikle o dönem halk sağlığı alanında getirdiği yeni yaklaşımlarla İslam tarihinde yer bulmuş önemli bir isimdir. Elbette tarih boyunca Rufeyde'den önce ve ondan sonra hasta bakımı sağlanmıştır fakat İslam'ın getirdiği prensipler ile hasta bakımında sağlanan bu dönüşüm, bizim için gözden kaçırılmayacak bir milattır. Hasta bakımı ve hemşirelik alanındaki Rufeyde bint S'ad ismini görünür kılmamız, kendi serüvenimizi tanımamız ve hatırlamamız adına elzemdir.
BİZE ULAŞIN