Aralık 2016| Şaşkın Kerteriz

Aralık 2016| Şaşkın Kerteriz
Giriş Tarihi: 7.12.2016 11:11 Son Güncelleme: 7.12.2016 13:56
SAYI:30Aralık 2016
Bu söz Lenin’in. Bir dönem tilmizlerinin kullanmaktan çok hoşlandığı bu sözü her tür iktidar için al kullan.

"Şimdi iktidardayız ve bütün alçaklar bizden yana"

Hatta iktidarın her biçimi için kullanmak olası. Son aylarda özellikle kültürel iktidar tartışmaları devam ederken aklımda hep bu söz dolanırdı. Oysa fakir hiç kültürün iktidarına inanmadı, hatta giderek iktidarın her türlüsüne karşı gizli bir karşıtlık birikti içimde. Tam da o alçaklardan dolayı işte. Çünkü eğer birileri kültürdeki iktidardan bahsediyorsa yerine kendi iktidarını koymayacağını nereden bileceğiz. Burada temel mesele kültür iktidarından çok kültür endüstrisidir aslında. O endüstrinin başını tutanlar, kasaya yakın olanlar, tüccarlar (kâğıdın olduğu yerde üçkâğıdın olduğunu iyi biliriz) paylarının bir gün ellerinden çıkacak olması ihtimalinden hiç hoşlanmazlar. Yılın birinde büyük bir gazetede çalışıyorum. Merkez medyanın da en merkez yerlerinden birindeyim. 'Necip Fazıl Büyük Ödülü' Nuri Pakdil'e verilince malum gazetenin malum kültür dergisi Pakdil'le ilgili bir dosya ve röportaj yapmak istedi. Ve metazori bu işi bana havale ettiler. Ben de cahilliğimden dolayı günlerce çalışarak hem iyi bir dosya hem de Pakdil'le (bilenler bilir çok zordur bu iş, çünkü karşınızdaki adam epey titizdir) bir röportaj gerçekleştirdim. O sanat dergisi 10 bin vuruşluk dosyayı gözden çıkardığı gibi 12 bin vuruşluk röportajı da 5 bin vuruşa indirerek derginin en arka sayfasına koydu ve kapakta da tanıtmadı. Resmen kullanılmıştım. Üstelik Pakdil ustaya karşı da mahcup oldum. İşte endüstri tam da budur. Kendine yakın görmediği bir fikir insanını bile bir şekilde 'ben bunu da gördüm' demek için kullanır. Bugün Diriliş Ertuğrul dizisine uygulanan 'sükût suikastı' da tam anlamıyla böyle bir şeydi. Ödül törenindeki rezaleti konuşmaya bile değmez, gereken cevap en gerekli yerlerden gerektiği gibi verildi zaten. Şimdi acil olan mesele, bizden yana görünenleri bulma ve eleme meselesi olmalı; ne iktidar ne de endüstri olarak ve kültürün içinden, edebiyattan yana tavır alarak.

Halep

Halep çarşısında altın döven ustalar sohbetlerine şöyle başlarmış: "İstanbul batsa Halep onu yeniden çıkarır." Peki, Halep battı batıyor; İstanbul onu yeniden ortaya çıkarabilir mi?

Dervişin duası 1.0

O ateşîn gecede en çok bir köşede sessizce zikreden o dedeye gözüm takılmıştı. Herkes sanki kanat takıp uçacakmış gibi "Hay" derken, o yaşlı derviş derin bir sükûn içindeydi. Sonra bir gün o dervişle konuşma fırsatını buldum. "Ben o derin hallerin içinde derine dalmayı daha çok severim" demişti ve eklemişti: "Huyum böyle, gençliğimden beridir görünmez olmaya çalışırım. Bu tekkede de öyle. Yalnızca şeyhim beni görse yeter. Hatta görmese bile, bir gün sessizce ölsem ve bir ihvan gelip şeyhime emaneti teslim ettiğimi söylese; şeyhim de kısacık da olsa fakirin adını anıp dua etse… O bile yeter benim için. Hatta şeyhimin duasını alacaksa bu fakir, hemen ölse de kâfi."

Onkoloji Servisi

Yan yana 20 yatak olabilen koltuk. Başında küçük makineler. Serumları onlara bağlıyorlar. Siz ona kemoterapi diyorsunuz. Bu hastalığı ilk duyanlar, hastalığa içkin tüm terimlerden korktukları için –bir gün kendi başlarına da gelir diye- her şeyi yanlış biliyor, yanlış algılıyorlar. Kemoterapi bir tür ilaçlar toplamına verilen ad oysa. Üç dört serum var herkesin başında. Serumların bağlı bulunduğu makine bir tür pompa işlevi görüyor ve aynı anda çeşitli ilaçları damara zerk ediyor. Tıkanma ya da ilaçların bitmesi durumunda garip bir uyarı sesi çıkarıp hemşireleri uyarıyor. Kimisi mutlu buradaki insanların, kimisi mutsuz. Mutlu olanlar kıdemliler. Mutsuz olanlar da kıdemliler. Mutlu olanların hastalığı iyiye gidiyor. Kemoterapiyi 'güneşlenme' olarak alıyorlar. Evet, hastalar bazı terimleri kendileştirmişler zamanla. Hastalığı azalanlara hafifletilmiş kemoterapi uygulanıyor. Hastalar da sahilde güneşlenmek gibi görüyorlar bunu. Daha ağır olanlar ise hep dertli. Metastaz yaparak yayılmış hastalıkları. Gözlerinde hep bir umut ışığı var ama bu ışık yanmayan bir çakmağın çakması gibi parlayıp sönüyor. Oda cam bir kapıyla poliklinikten ayrılmış durumda. Dışarıdan hastaların yakınları içeriye bakıyor mütemadiyen. Moral olsun diye uzaktan gülümsüyorlar. Duvarlarda TV'ler var ve hepsinde Müge Anlı açık. Bir hasta tespih çekiyor, bir hastanın dilinde inşirah, uğul uğul yayılıyor odaya, bir hastanın dilinde heep ama hep inşallah, bir hasta ise gözlerini duvardaki noktaya dikmiş düşünüyor. Hayaller ve umutlar, yerdeki görünmeyen tozlar gibi; biri onları süpürse bile bir sonraki gün yeniden birikiyorlar. Tam bunların ortasına iki üç yaşlarında bir çocuk giriyor bir anda, hemşire odasındaki birinin elinden kurtulmuş koşarak. Müthiş gülümsüyor ve sağ köşedeki en ağır hastanın kollarına yapışıyor, baba diyor, seni çok seviyorum. O koskocaman "seviyorum" kelimesi hepimize yetiyor.

Cesare Pavese

Herkese bir bakışı var ölümün. Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak. Bir ayıba son verir gibi olacak, belirmesini görür gibi aynada ölü bir yüzün, dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı. O derin burgaca ineceğiz sessizce. -Mütercim: Cevat Çapan

Yeni başlayanlar için mini marksist sözlük

GOŞIST: Devrim için her yolu mubah görenler.

SEKTER: Katı, bağnaz. Kendi politik hattından başka hiçbir siyasal eğilimin makul olabileceğini kabul etmeyenlere denir.

KOMPRADOR: İşbirlikçi, kendi halkına ihanet eden.

KOMFORMIST: İtiraz etmekten değil uygun davranmaktan yana olanlar.

KARŞI DEVRIMCI: Devrimi yıkmayı düşünen hareket.

BİZE ULAŞIN